Silsile-i Nakşî’nin kahraman ve güneşi olan İmam-ı Rabbanî Mektûbât’ında demiş ki: ‘Hakàik-ı imaniyeden bir meselenin inkişafını binler ezvak ve mevacid ve kerâmâta tercih ederim.”1
Bilindiği gibi tarikatta manevî yürüyüş ve ilerleme olan seyr-i sülûk esnasında bir kısım zevk, vecd, istiğrak halleri ve kerametler yaşanır. İşte İmam-ı Rabbanî imanda terakkiye o kadar önem veriyor ki bir iman meselesinde ilerlemeyi binler manevî, zevk, vecd ve kerametlere üstün tutuyor.
Şöyle diyelim; insan kendinden geçti, vecd halleri yaşadı, bir kısım manevî zevklere ulaştı, keramet gösterip suda yürüdü, havada uçtu, bir anda bir kaç yerde göründü. İşte tarikatın sağlayabileceği bu ihsan ve ikramlar Allah’a, ahirete, kadere iman gibi bir iman meselesinde inkişafa, ilerlemeye yetişemez. Diğer bir ifadeyle taklidi imanı tahkiki yapma ve tahkiki imanın mertebelerinde terakki etme gibi inkişaflar o kadar önemlidir ki binlerce kerametten daha üstündür.
Acaba günümüzde bunu sağlamak mümkün müdür? İşte Kur’ân’ın hakikî ve kuvvetli bir tefsiri olan Risâle-i Nur, bizzat müellifinin ifadesiyle, “Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risâletü’n-Nurdadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risâletü’n-Nur o yolu kestirir, îman-ı tahkikîye îsal eder.”2
Çünkü Risâle-i Nur insana kâinatın kapalı kapılarını açar, onu bir kitap gibi okutur. Bunu yaparken de delillere, ispatlara dayanır; ele aldığı her meseleyi aklın gözüne sokarcasına ispat eder, bu hususta hiçbir şüphe ve tereddüt bırakmaz. Îmanı taklidilikten kurtarmakla kalmaz, tahkikî îmanda da mesafe aldırır.
Meselâ kâinatın değişik yörelerine açılan otuz üç pencereyi içine alan ‘Otuz Üçüncü Söz’ bu konuda oldukça enteresan özelliklere sahip. Müellif-i muhteremi bu risâleyle ilgili olarak şu tesbiti yapar: “Şu otuz üç pencereli olan Otuz Üçüncü Mektup, îmanı olmayanı inşaallah îmana getirir, îmanı zayıf olanın îmanını kuvvetleştirir, îmanı kavî ve taklidî olanın îmanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın îmanını genişlendirir. Îmanı geniş olana bütün kemâlât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan mârifetullahta terakkì verir, daha nûrânî, daha parlak manzaraları açar.
“İşte bunun için, ‘Bir pencere bana kâfî gelir, yeter’ diyemezsin. Çünkü, senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise; kalbin de hissesini ister, hatta hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binâenaleyh, herbir pencerenin ayrı ayrı faydaları vardır.”3
En önemli mesele imanı elde etmek, onda inkişaf kaydetmek, mesafe almak, tefekkür ikliminde marifet havasını soluklamak ise ve böyle bir fırsat da önümüze açılmışsa bu fırsatı kaçırmak akıl kârı mı?
Dipnotlar: 1- Mektûbât, s. 26; 2- Kastamonu Lâhikası, s. 48; 3- Sözler, s. 631
26.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|