Dinle cancağızım!
Sanma sana ve yaşına uzak bir yerlerdeyim. Her ne kadar “Anladım” derken bile anlamadığımı haykırsam da, inan yakınlaştırmaya çalışıyorum zamanı, tarihi ve aradaki yılları.
Yani hissetmeye çalışıyorum; seni ve yaşını.
Şimdilerde ne diyorlar ona, hatırladım “empati” yapıyorum. Ve bu şekilde ne kadar anlaşılırsan, inan en az o kadar anlıyorum.
“Senin zamanında...” diye başlayan sözlere çok kızmıştım, senin yaşındayken. Bak ben de yapıyorum aynı hatayı. Arada “Senin yaşında biz böyle miydik? Ya da böyle yaptık” diyerek seni, benzetmeye çalışıyorum hiç tanımadığın birine. Benim görmeyi çok istediğim hayalimdeki kişiye.
İnsan tahta sıralara bakıp, tebeşir kokularını soluyup, soluksuz uykuları, sabahsız geceleri özlerken. Hayatı tıpkı o tebeşir gibi beyaz, pembe ya da mavi görüyor.
Hiç siyah görmüyor değil mi?
Görse de kendine yakıştırmıyor.
“Bana uymaz, bu renk tarzım değil” diyerek, görmeden geçip gidiyor. Ama o renk hayatımızın içine karışıyor ve bir gün mutlaka kendini beyazın ya da pembenin içine karışarak gösteriyor. Bir daha ayırmak imkânsızlaşıyor; en sevdiğimiz renklerin içinden, hiç sevmediğimiz bu rengi.
Ama unutuyoruz cancağızım; sıralardan kurtulmadan hayat peçesini aralamıyor. Elbet çok daha erken hayatla yüz göz olanlar var. Ancak bu genele girmez bilirsin.
Tıpkı masallardaki padişahın kızı gibi hayat.
Hani kralın kızı geçince şehir meydanından, bütün halk başını yere eğmek zorunda kalırdı.
Hasbelkader aramızdan biri çıkıp, başını kaldırıyor ve kralın kızı peçesini hafif aralayıp, ona tebessüm ediyor. Ve o genç bir ömür bu tebessümün aşığı olup, unutamıyor.
Belki kralın kızı çok çirkindi. Belki bir ayağı sakattı. Hatta daha ileri belki çok huysuz, çok cimri, çok konuşan biriydi. Ve kim bilir daha ne kadar belkileri vardı. Ama peçenin ardından o tebessüm gören gence saatlerce anlatsan bunu, asla kabul etmez, sevdasından vazgeçmezdi.
Bizler de böyleyiz aslında.
Hayatı her haliyle yaşayan biri, bize ne kadar nasihat ederse etsin yaşadıklarımız kadar tesirli olmuyor söyledikleri. Mutlaka görmek, yaşamak ve tatmak istiyoruz heyecan ve merakla her şeyi.
Her neyse cancağızım.
Sana nasihat etmekten vazgeçip diyorum ki;
“Yaşanılmış bir hayatı yeniden yaşamak pek akıl kârı olmasa gerek. Tecrübeye dönmüş yaşanmışlıkları—ben de yapayım—diye yeniden yaşamaya kalkma. Başkalarının yanlışlarını, bir daha tekrarlamamak için ders al.
Akıllı insan başkalarının tecrübesini hayatına katar, aynı hatayı tekrar yapmaz. Tecrübeleri kendine has olur.
Çok sıkılınca rüzgârı hatırla cancağızım.
Bir anda gelir ve geçer. O giderken tozu dumana katar, sen kendi derdine düşersin o an. Rüzgâr dinince de, geride kalan yıkıntılar acıtır canını. Sen gençlik rüzgârıyla savrulurken hayatın içinde, kendini kolla ve lütfen takılma o rüzgârın peşine.
Rüzgâr dinip, güneş açtığında, gördüklerin canını acıtabilir.
Sen şimdi esen rüzgârlarını poyraza çevirmeye bak.
Sen…
Neyse sen en iyisi, yine sen olarak kalmaya çalış. Kirlenmeden, saf ve temiz olarak. Hayattan ve bu dünya gençlerinden ümidini kesenlere inat.
Tek başına ve elinde kimseye emanet edemediğin ve O’nun muhabbetinden başka hiçbir şeyi sığdıramadığın yüreğinle yap bu mücadeleni.
21.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|