İstanbul’dan Kahire’ye günde 2–3 uçuş vardır. Ben hemen hep gece uçuşlarına denk geliyorum, tıpkı Kahire’ye ilk geldiğimdeki gibi.
Gece yarısı 02.00 gibi Kahire’ye inmiş ve gayri- ihtiyarî ceketime sarılarak uçaktan dışarı adımımı atmıştım. Uçağın içi, dışarıdan daha serindi. Ama o huzur getiren sıcak rüzgârın tatlı dokunuşu bir nev'î misafirperver bir karşılama gösterisiydi benim için. Biraz mutlu, biraz çekingen, biraz tedirgin, biraz huzurlu bir şekilde körükten geçip, pasaport kontrole doğru ilerlerken “Allah’ın dilemesiyle Mısır’a güvenlik içerisinde giriniz” (Yusuf Sûresi, 99) âyetini görünce derin bir nefes almış, rahatlamıştım.
“Kahire ya sevilir, ya sevilmez” deriz biz yabancı arkadaşlarla. Sevmeyene sevdirmek çok zordur, seveni de Kahire’den ayırmak. Kendimize sabahlara kadar Mısır’dan, Kahire’den şikâyet etme imtiyazı tanırız, ama her nasılsa Mısır hakkında kötü bir yorum duyunca ilk savunanları da biz oluruz. Buralardan gitmek istemeyiz, hem severiz, hem döveriz Mısır’ı. Kahire’de Akdenizli oluruz, Kahire Asyalı yapar bizi, Doğulu kimliğimizi buluruz bu keşmekeşlerin şehrinde.
Edebiyat öğrencisi olduğum için, okuldaki hocalarım yazdıklarımla yakından ilgileniyorlar. Her ne kadar Türkçe yazılarımı anlayamasalar ve arada tercümesini isteseler de, geçen hafta gazetemizin web adresini istediler. Bir hocam, “Yazdığını anlayamasam bile, senin adını orada görmek gurur verir bana” dedi. Biz Türklerle ayrı bir ilgilenen sevgili hocalarımızdan bunu duymak beni çok mutlu etti. Aynı hocam devamında, “Nur, sen Nil’in suyundan içmişsin” dedi, “Ne kadar ‘musluk suyu içmem’ (Kahire’de musluk suyu Nil’in suyudur) desen de, sen içmişsin Nil’in suyundan.. Artık Kahire’den, Mısır’dan kopamazsın. Ben Türkiye’de kendimi nasıl evimde hissediyorsam, sen de inşaallah burada evinde ve ailenleymişsin gibi hissediyorsundur” diyerek sözlerini bitirdi. Şüphesiz öyleydi, Mısır bizim evimizdi. Yediğimiz etten, içtiğimiz içecekten emin olarak, tedirginlikten uzak yemek yiyebilmek bile bunu anlatmaya yeterdi belki. Hiç Arapça bilmeden gelen Türkler bile “selamünaleyküm, inşallah, maşallah, elhamdulillah” gibi evrensel sözcüklerle anlaşabiliyorlardı. Ve zaten “Ben Türk’üm” dendiği vakit, olay bitiyordu.
Buraya ilk geldiğim zamanlarda, hatta bazen halen, gerek Mısır’daki Türkler, gerek dünyanın dört bir yanında bulunan Türkler ilk olarak “ Aaaa, El Ezher’desin değil mi?” sorusunu yöneltiyorlardı bana. Kimi mutlulukla, kimi suçlayıcı gözlerle bunu söylerken, ben “hayır” diyordum. Şüphesiz El Ezher üniversitesi, özellikle İslâmî ilimler dalında dünyanın önde geleni sayılı üniversitelerinden birisidir, fakat Mısır gibi çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış, 80 milyon nüfusa sahip bir ülkede, uluslar arası üne sahip birçok üniversite de bulunmaktadır. Kahire Amerikan Üniversitesi, Alman Üniversitesi, Helvan Üniversitesi, Ayn Şems Üniversitesi, Kahire Üniversitesi bunlardan sadece bazıları. Ben de bunlardan birinde öğrenciyim.
Her yabancı gibi gurbette, her Türk gibi gurbetçi, her gurbetteki gibi geride bıraktıklarını özleyen, her öğrenci gibi biraz yorgun, her uzağa gitmesi gereken kişi gibi biraz kırgın, biraz dargınım. Kaderin garip cilvesi sürükledi beni buralara; ama diyorum, her şeyde bir hayır vardır..
Yoksa kim Mısır’dan mektuplar yazacaktı şimdi?
20.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|