8 Mart’ın, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından “Kadın Hakları ve Dünya Barışı Günü” olarak kabul edilişinin 31. yıldönümünü idrak etmiş bulunmaktayız.
Başka bir deyimle; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun, 8 Mart’ı Kadın Hakları ve Dünya Barışı Günü olarak kabul etmesinin geçmişi sadece 31 yıl öncesine dayanıyor (8 Mart 1977). Kadınların bu alanda New York ve Kopenhag’ta verdiği uğraş ve mücadelelerin 1857 yıllarına dayandığı düşünülse de 150 yıllık bir süre dünya tarihi açısından çok uzun bir süre değildir.
Oysa bilgisizlik ve cehalet ortamına doğan İslâm Güneşi, çeşitli zulüm, hakaret, işkence ve horlanmalara maruz kalan kadını en değerli varlık olarak benimsemiş; onu baş tâcı yapmış ve cenneti onun ayağının altına sermiştir.
Özellikle “anne” olma özelliğine dikkat çekilen kadına çok büyük bir kıymet verilmiş ve yüce Allah’ın hoşnutluğu onun hoşnutluğuna endekslenmiştir.
Evet, kadın her şeyden önce annedir. Bütün varlığımızı uğruna feda edecek kadar değerli olan anne!
Kadın abladır; ailenin en seçkin ve en saygın varlığı konumunda bulunan bir değer olarak abla!
Kadın kardeştir; her bakımdan şefkat timsâli olan kardeş!
Kadın teyzedir; anneyi hatırlatan ve onun sayesinde kıymet kazanan bir varlık olarak teyze!
Kadın haladır; gerektiğinde babanın yerini tutan ve onun kokusunu taşıyan nazlı bir değerdir hala!
Kadın bir eştir; iki cihanın mutluluğunu sağlayan, evin ve ailenin ana direği konumundaki bir sırdaş olarak eş!
Kadın bir kız çocuğudur; ciğerparedir, nazlı çiçektir ve en değerli varlıktır sevgili kız!
Kadın bir ninedir; anneannedir, babaannedir ve tecrübenin kaynağıdır.
Görüldüğü gibi; her türlü sıkıntılarımıza katlanan kadındır, aile mutluluğumuzu sağlayan kadındır. Bizleri büyüten, besleyen, ıztırap ve acı çeken kadındır. Bizi hayata bağlayan kadındır. Dünya ve ahirette bizlere sırdaş ve arkadaş olan kadındır. Babamızın yadigârı, annemizin hatırası kadındır. Annemizin olmadığı zamanlarda bizlere şefkat kanatlarını geren kadındır. Bizler için “gerçek anlamda ağlayan” kadındır. Canımız, ciğerimiz, dostumuz, arkadaşımız, kardeşimiz, yoldaşımız, sırdaşımız ve her şeyimiz kadındır.
Resûlullah’ın Veda Hutbesi’nde en saygın yeri işgal eden ve onun takdir ve ilgisini kazanma bakımından kadınların apayrı bir yeri vardır. Bilindiği gibi Veda Hutbesi’nde Hz. Peygamber (asm), kadın haklarını koruma konusunda ashabını ve dolayısıyla bütün insanları uyarmış; kadınları İlâhî bir emanet olarak nitelemiş ve aile bireylerinin karşılıklı görev ve sorumluklarına dikkat çekmiştir.
Şu halde, İslâm’ın kadına verdiği değerin geçmişi 30 ya da 150 yıl gibi kısa bir zamana değil, 15 asır öncesine dayanmaktır. Hem de kadının eşya gibi görüldüğü, horlandığı, küçümsendiği ve işkencelere maruz bırakıldığı bir ortamda...
Kur’ân-ı Kerim’de kadınların adına bir sûre isminin tahsis edilmiş olması, İslâm’ın kadınlara verdiği değerin güzel bir göstergesidir. Bilindiği gibi, Kur’ân’ın dördüncü sûresinin adı “kadınlar” anlamına gelen Nisa sûresidir.
Bu açıdan bakıldığında, bunca kıymet ve değerleri temel kaynaklarca da vurgulanan kadınlarımıza yılda sadece bir günün tahsis edilmesi yetersizdir. Ancak, “tamamı elde edilemeyen, büsbütün de bırakılmaz” kuralı gereğince, bu da “hiç yok”tan iyidir.
Bütün hanım efendilerin Dünya Kadınlar Günü’nü tebrik eder; bugünün, insanlığın mutluluk ve saadetine vesile olmasını dilerim.
08.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|