İfade özgürlüğü ve biraz empati
Prof. Dr. Atilla Yayla adı ülkemizde liberal düşünce konu olduğunda ilk akla gelen kişilerden olmakla birlikte, yazı, makale ve fikir dünyasını takip etmeyenler adını “bu adam” tartışmaları ile manşetlerden okudu. Yine görüldü ki “bu adam” değil “aynı adam” dediği ve sözleri çarpıtılarak 5816 sayılı kanuna muhalefet etmekten yargılanan bir akademisyen olarak zihinlerdeki yerini aldı.
Konuyu kısaca hatırlatacak olursak, AKP İzmir Gençlik Kollarının 18 Kasım 2006 tarihinde düzenlediği ‘’Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkilerinin Toplumsal Etkileri’’ konulu konferansta Yeni Asır gazetesinin muhabirinin sorduğu sorunun arkasından, manşetlere Prof. Dr. Yayla “hain” şeklinde yansıması ile başladı. Bunların ardından Atilla Yayla basın ve medya grupları tarafından baskı altına alındı. Üniversitedeki görevinden uzaklaştırıldı, ancak sonra iade edildi. Diğer yandan bu olay ile yine insanları hain ilân etmenin ne kadar kolay olduğu da görülmüş oldu.
Bu olaylardan sonra bir toplantıda kendisini ve olayı dinlemek fırsatı bulduğumda aklımdan ilk geçen düşünce “Burası Türkiye her türlü gariplik olabilir” olmuştu. Yine yapılacak savunmanın yeni bir Sokrat savunmasına benzeyeceği ikinci düşüncem olmuştu. Fakat, Sokrat’ın da mahkûm olduğunu unutmuş olmalıyım ki, mahkûmiyeti beni şaşırttı. Yine aynı toplantıda Atilla Hoca bunun bir fikir özgürlüğü mücadelesi olduğunu, bunun yalnızca şahsının tek başına sorunu olmadığının altını çizmişti.
Örnek olarak “Verdiğiniz her türlü beyanat çarpıtılarak çıkıyor, gazeteler binlerce basıyor, TV’ler başka bir türlü, benim ise elimde internet sitem vardı” dediğini hatırlıyorum. 15 aylık cezanın ardından “Bu benim şahsî meselem değil. İfade özgürlüğünden yana tavır koyan herkesin meselesidir. Konuya duyarlı herkesin ifade özgürlüğü için sesini yükseltmesi gerekiyor” şeklinde bir açıklamanın olması, fikirlerinin berraklığını gösteriyor.
Medya yine sınıfta kaldı, ama konu yalnız medya ile de sınırlı değil. İddialar gündeme geldiğinde manşetlerden Atilla Yayla’ya toptan bir taarruz yapılmışken, mahkeme kararından sonra fikir özgürlüğünü savunmak konusunda sınırlı kalındı.
Özgürlük ve özellikle fikir ve ifade özgürlüğüne bakışımız; yalnız şahsımıza ihtiyaç olduğunda değil, fikir ve görüşlerine katılmadığımız insanların özgürlüklerini korumak sırası geldiğinde önem ve değer kazanıyor. Fikir ve ifade özgürlüğü, cumhuriyet ve demokrasi değerlerini millet ile birlikte besleyip, koruyup, yücelten değerler olarak önümüzde duruyor. Bu şekilde Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri bir medeniyet projesi olarak sunulan Batılılaşmak konusunda, Batının gerekli gereksiz her değerini alıp, özgürlükler konusunda kendini kapatmak mümkün değildir. Hem de bilginin, bu kadar hızlı yayıldığı ve teknolojik olarak eskidiği bir ortamda.
Bu satırların yazıldığı sırada, başörtüsü konusundaki anayasa düzenlemesi komisyondan geçmiş ve Anıtkabirde CHP’ye paralel örgütlerin ortaya koyduğu bir miting düzenleniyordu. Öncelikle miting şeklen, bir yasa tasarısına karşı sivil ve örgütlü bir tepki gibi sunulsa da, başkalarının fikir ve ifade özgürlük alanına fiilî müdahalenin devamını arzu eden, sosyal ve demokrat olmayan bir sol anlayışı ortaya konulması anlamında ilginçti. Belki de CHP, bütün bu sebeplere bağlı olarak Sosyalist Enternasyonal ile sorunlar yaşıyor olabilir…
Yürümekle yollar aşınmaz misali, bu mitingleri düzenleyenler içerik açısından olmasa da şeklî açıdan demokratik haklarını kullanmışlardır. Ancak bu kesim okula almadıkları kızlar ile cumhuriyeti nasıl koruduklarını sorgulamalı ve empatik bir bakış ortaya koyabilmelidir.
Korkuları bir kenara bırakarak, herkesi bu ülkenin tam ve değerli vatandaşı olarak kabul edip, fikir ve ifade özgürlüğü içerisinde yapılan iyi niyetli eleştirilere ibret-i âlem mantığı içinde yaklaşmadan, vatandaşları daha mutlu ve daha huzurlu ülke inşa etmenin telâşesinde olmamızın zamanı gelmedi mi?
İyi niyetli eleştirilerden ve tesettürlülerden korkmakla, cumhuriyetin bir ilkesini diğerlerinden çok daha üstün, bazılarını daha az vatandaş görmekle sorunlarımızı çözemeyiz. Sorunlarımızı herkesi kucaklamakla, anlamaya çalışmakla çözmeye başlayabiliriz.
Biraz empatiye ne dersiniz?
|
Emin Talha Karamusa
04.02.2008
|
|
Uluslararası Yoksulluk Sempozyumu
Deniz Feneri Yoksulluk Araştırmaları Merkezi (DEYAM), yoksulluk sorununa uluslararası ortamda çözüm üretebilmek için çok katılımlı “Uluslararası Yoksulluk Sempozyumu” Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlendi. Deniz Feneri Derneği Genel Başkanı Engin Yılmaz’ın açış konuşmasından sonra kürsüye gelen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı yoksulluğun küresel bir sorun olduğuna dikkat çekti. Yazıcı, “Devlet olarak yoksullukla mücadelede toplumsal dayanışmayı her şeyden önde tutuyoruz” dedi.
İslâm Konferansı Teşkilâtı Genel Sekreteri Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu yoksullukla mücadelede STK’ların önemine dikkat çekti: “Yoksullukla mücadele ve genel olarak sürdürülebilir kalkınmanın başarılmasında İslâm Konferansı Teşkilâtı Genel Sekreterliği olarak, sivil toplumun, toplum liderlerinin ve yardım kuruluşlarının mobilize edilmeleri ve belirli bir strateji çerçevesinde hükümetlerin ve uluslararası teşkilâtların faaliyetlerine destek vermelerinin sağlanması gerektiğine inanıyoruz.”
Sempozyumda başkanlığını Prof. Ömer Çaha’nın yaptığı ilk oturuma İsrail, İngiltere ve ABD’den bilim adamları katıldı. Tel Aviv Üniversitesi’nden Prof. Amy Singer, “İstanbul, hayırseverlikle inşaa edilmiş bir şehirdir. Arap, Müslüman ve Bizans etkisinde kalan Osmanlı hayırseverlik kurumunu iyi işletmiş. Jöntürkler ile hayır kurumlarındaki anlayış değişmiş ve devlet bazındaki imaret anlayışı ortadan kaybolmuş. Hayırseverlik vatandaşlar düzeyinde kalmıştır” dedi.
İngiltere Loughborough Üniversitesi’nden Prof. Ruth Lister ise yoksulluk kavramının göreceli olduğunu belirterek, “1 dolarla da yoksul olabilirsiniz 5 dolarla da. Yoksulluk sürecinde hepimiz yoksulları ‘öteki’ olarak tanımlıyoruz. Bu en büyük insan hakları ihlâlidir. AB’deki ortak kanı yoksulluğa bu gözle bakanların insan hakları ihlâli işlediğidir” diye konuştu.
Sempozyumda yoksulluğun maddî yoksunluklardan oluşmadığına dikkat çekildi. Uzmanlar insanlığı tehdit eden başlıca yoksulluk çeşitlerini şöyle sıraladı: Ekonomik ve politik yoksulluk, siyasi yoksulluk, kırsal ve kentsel yoksulluk, kültürel yoksulluk, eğitim yoksulluğu, tabiî kaynak yoksulluğu, insan hakları yoksulluğu, edebi yoksulluk.
Toplam 23 oturumun gerçekleştirildiği sempozyumda ele alınan belli başlı konular şunlar:
•Kamu Politikaları ve Yoksulluk
•Sivil Toplum Kuruluşları ve Yoksullukla Mücadele
•Kırsal Ve Kentsel Yoksulluk
•Yoksullukla Mücadele Stratejileri
•Küreselleşme, Eşitsizlik ve Yoksulluk
•Yoksulluk Araştırmaları
•Dinler ve Yoksulluk
•Siyaset ve Yoksulluk
•Hayırseverlik ve Yoksulluk
•Doğal Kaynaklar, Sürdürülebilirlik ve Yoksulluk
•Etik Değerler Bağlamında Yoksulluk
•İnsan Hakları Bağlamında Yoksulluk
•Aile ve Yoksulluk
•Ekonomik Politikalar ve Yoksulluk
•Yoksulluk Kültürü
•Sosyal Tutumlar ve Yoksulluk
•Eğitim ve Yoksulluk
•Göç ve İnsan Ticareti Kapsamında Yoksulluk
•Edebiyatta Yoksulluk
|
04.02.2008
|
|
2007 yılında, 121 ABD askeri intihar etti
Amerikan ordusunda 2007 yılı içerisinde 121 askerin intihar ettiği ortaya çıktı. Yetkililer asker intihar oranının 2007 yılında yüzde 20 arttığını söyledi.
ABD ordusu psikolojik tedavi danışmasının ortaya çıkan bir raporuna göre 2007 yılında 89’ü kesinleşmiş, 34’ü şüpheli ve soruşturması devam eden toplam 121 intihar olayı gerçekleşti. Bu geçen yıla oranla yüzde 20, 2001 yılına oranla ise yüzde 52 artışa tekabül ediyor.
Irak’ta intihar eden askerlerin sayısında da artış olduğu gözlendi. Buna göre 2006 yılında 27 asker, 2007 yılında ise 34 asker görevi başında intihar etti.
Raporda, ABD askerleri arasındaki intihar teşebbüslerinde de artış olduğu kaydedildi. Buna göre 2006 yılında 1500 intihar teşebbüsü kayda geçerken, 2007 yılında bu sayı 2100’e çıktı. 2002 yılında bu oran 500 dolayındaydı.
|
04.02.2008
|
|
Türkiye’ye neden karşısınız?
Merkezi ABD’de bulunan Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Başbakanı Angela Merkel’i insan hakları karnesi giderek iyileşen Türkiye’nin AB’ye üye olmasına karşı çıktıkları için eleştirdi.
Örgüt, açıklanan son raporunda, Avrupa’nın gelişmiş demokrasileri ile ABD’nin dünyanın pek çok yerindeki otokrat yönetimleri yalnızca seçim yaptıkları için demokrat saymasını kınadı. ABD ve Avrupa’dan aldıkları bu onayla söz konusu otoriter yönetimlerin insan hakları ihlallerine devam ettiklerini kaydeden örgüt, sahte demokrasilerin yaygınlaşması riskine dikkat çekerek böyle bir gelişmeden ABD ve Avrupa’nın sorumlu olacağını belirtti.
Örgütün yayımladığı “Dünya Raporu 2008”de, Türkiye’de insan haklarının korunması konusunda son zamanlarda gerileme yaşandığı ifade edildi.
|
04.02.2008
|
|
Türk öğrencilerin hukuk zaferi
İngiltere’de eğitim alan Türk Au Pair ve Öğrencilerinin 2004’ten beri sürdürdüğü hukuk savaşında son sözü Avrupa Adalet Divanı söyledi.
24 Ocak 2008’de açıklanan karara göre, Avrupa Birliğine üye herhangi bir ülkede, 1 yıl sürekli olarak aynı aile yanında çalışan Türk aupairler (çocuk bakıcıları) veya aynı işyerinde ister yarı zamanlı ister tam zamanlı olarak çalışan Türk öğrenciler, işçi statüsüne geçip, aynı yerde çalışmaya devam edebilecekler.
Söz konusu hukuk savaşı, 2002’de İngiltere’ye Aupair vizesi ile giren bir Türk bakıcısı tarafından başlatıldı. Türk bakıcı, aynı aile yanında bir yıl süreyle kaldığını belirterek, vizesinin bir yıl daha uzatılması isteğiyle İngiltere İçişleri Bakanlığına başvurmuş ancak başvurusu red edilince, yerel mahkemeye itiraz başvurusunda bulunmuştu. Dâvâyı inceleyen yerel mahkeme, Türk Aupair’i haklı bulunca, İçişleri Bakanlığı Lordlar Kamarasında dâvâyı temyiz etmiş, daha sonra dâvâ Avrupa Adalet Divanına aktarılmıştı.
|
04.02.2008
|
|
Herkes millet iradesine saygı göstermek zorundadır
Üniversiteyi çalışarak, hak ederek, alınlarının teriyle kazanan kızlardan başörtülü olanlara uygulanan yasağı sona erdirme girişimleri bazı STK’ları öfkelendirdi.
Cumhuriyet Kadınları Derneği ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin öncülüğünde bir araya gelen CHP, İşçi Partililer ile ulusalcı grupların çoğunluğunu oluşturduğu STK temsilcileri ile üyeleri “222A-Laik Cumhuriyet İçin Anıtkabir’deyiz” sloganıyla Anıtkabir’e çıktı.
Bir olaya sivil tepki göstermek söz konusu örgütlerin en tabiî hakkı. Tepkilerini demokratik sınırlar çerçevesinde yapmaları gerekir. Tıpkı yıllarca başörtülü kızların haklarını yasal sınırlar içerisinde kalarak aramaları gibi.
Ancak Anıtkabir'de bir araya gelen STK üyelerinin attıkları bazı sloganlar hazımsızlığın son derece tehlikeli bir boyuta sürüldüğünü de gözler önüne serdi.
“Ölmek var dönmek yok” sloganları arasında öfke ve nefret dolu gözler ile yapılan bu tür gösteriler her türlü provokasyona açık niteliktedir.
Adının önünde sivil yazmakla ya da kendilerini sivil toplum örgütü olarak tanıtmakla sivil olunmamaktadır. Yaptıkları eylem ve sarf ettikleri açıklamalarda en katı devletçi ve despot bir tavır sergileyen söz konusu örgütler, toplumun huzur ve refahını sağlamak amacına aykırı hareket etmektedirler.
Kimse kimseyi korkutarak hele hele bir avuç azınlığın çoğunluk üzerine baskı kurarak keyfî istek ve uygulamalarda bulunması asla kabul edilemez. STK’ların en büyük özelliği düşünce ve fikirlerini özgür bir ortamda hedef kitlelerini ikna etmeye dayalı olmalarıdır. Askerî bir anlayışla emir komuta zincirine benzer davranışlarda bulunmak ve herkesin de buna uymasını istemek sivil toplumun ruhuna ve anlayışına ters bir harekettir.
Olması gereken; demokratik tepkiyi ortaya koymaktır. Kanunî çerçevede hele hele TBMM gibi millet iradesinin en büyük tecelli mekânında yapılan özgürlük ve hürriyetleri genişletme çalışmaları korkutmayla, öfkeyle, nefretle, bağnazlıkla, tehditle, şantajla engellenmemelidir.
Görevi, yetkisi, makamı ne olursa olsun herkes TBMM’nin kararlarına saygı göstermeyi bilmelidir. Meclis saygı göstermeyen millete saygı göstermeyenlerdir. Millete saygı göstermeyenler de sivil toplum anlayışından nasibini almamış demektir.
(Bir grup STK temsilcisi)
|
04.02.2008
|