Avusturya’nın bir şehrinde, yetişmeleri için çocuklara okutulan hutbelerden birini geçen hafta köşemize almıştık. Belki okuyucularımızın da aklından geçen bir husus, bu uygulama esnasında tartışıldı. Yani çocuğa hutbe okutmanın caiz olup olmadığı meselesi. Sonuçta bu çocuklara sadece hutbe okutulup, imamlık vazifesi asıl sorumluya bırakıldı. Araştırdığım kadarıyla fıkhın tavsiyesi de budur. Çocuğun Cuma hutbesi okuyabilmesi için “mümeyyiz” olması, yani iyiliği kötülükten ayırt edebilir yaşta olması yeterlidir. Mümeyyizlik yaşı 7 ila 9 yaş arası olmakla beraber, bu dahi izafîdir. Bazı çocuklar çok erken yaşta “mümeyyiz” olabiliyorlar. Beş yaşında hafız olan çocuklar gibi..
Dinin, toplum üzerinde te’sis ettiği anlayış ve hoşgörüye bakınız ki, minber gibi değer verilen ve saygı gösterilen bir makamda konuşan çocuk bile olsa, sözlerine kulak veriliyor, duasına amin deniliyor. Yani bu durum, 23 Nisan’larda bazı makamların bir kaç dakikalığına şov kabilinden sembolik olarak çocuklara bırakılmasına benzemiyor. Gayet ciddî ve vakur bir hava içinde cereyan ediyor. Kısacası hatibimiz çocuk bile olsa, hitabı “çocuksu” olmuyor. İşte hutbemiz:
Muhterem Müminler! Bu ahirzamanda çocuklarınızın eğitimi ve onların hayırlı birer evlat olarak yetiştirilmeleri, siz değerli büyüklerimizin en büyük derdi olsa gerektir. Öyleyse çocuklarınızın kalp ve ruhlarını İslamiyet ve iman nurlarıyla ve Peygamber sevgisiyle terbiye ediniz, akıllarını da fizik, kimya, tıp ve diğer fen bilimleriyle aydınlatınız.
Çocuğunun dünya hayatı üzerinde titreyen, onun maddî bünyesini ve bedenini ihmal etmeyen, fakat onun maneviyatını ve ahiretini hiç düşünmeyen bir anne veya baba, farkında olmadan ona en büyük kötülüğü yapıyor demektir. Sonuçta bunun cezasını, hem dünyada hem ahirette çekenler de ne yazık ki yine anne ve babalar oluyor.
Halbuki çocuklar bir taraftan okullarda fen bilimlerini öğrenerek akıllarını ve beyinlerini geliştirirken; onların kalp ve ruhlarının manen gelişmesine de çalışılmalı, bütün imkânlar bu uğurda seferber edilmelidir.
Bunun yolu da aileden geçiyor. Müslüman bir ailenin, her şeyden önce çocuğuna Peygamber sevgisini aşılaması gerekiyor. Bir hadis-i şerifte “Çocuğunuza kitabını öğretin, yüzmeyi öğretin ve Peygamberini sevdirin” buyuruluyor.
Değerli Mü’minler!
Bugün ihtiyar dünyamızda açlık ve savaş en önce çocukları vuruyor. Aslında en büyük problem ahlâk problemidir. Güzel ahlak olmadan açlık problemi de çözülmez. Kalp durmuşsa cesede ne yapabilirsiniz? Halife Ömer Bin Abdülaziz zamanında, İslam dünyasında zekât verilecek kişi kalmamıştı. Koskoca kıtada zekât verilecek insan aranıyordu. Çünkü o zaman ahlak güzeldi. Bugün ahlak bozukluğu ve ruhî çöküntü vardır. Ruh çökmüşse bedeni doyuramazsınız. Eğer maddîyat insan refahı için birinci şart olsaydı, bugün Avrupa ve Amerika huzursuzluk kıskacında debelenmezdi. Bir insan, bir toplum ne kadar zengin olursa olsun, merhamet ve insanlık kalmadıktan sonra neye yarar?
Aziz Mü’minler! “İnsan bir yolcudur. Ruhlar aleminden, anne rahminden, çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırat köprüsünden ta Ebed yurduna kadar yolculuğu devam eder.”
“Çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere karşı dayanabilirler. Çok zayıf ve nazik vücutlarında bir kuvve-i maneviye bulabilirler. Her şeyden çabuk ağlayan mukavemetsiz mizaçlarında o Cennet ile ümit bulup sevinçle yaşayabilirler. Meselâ Cennet fikriyle der:
“Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu, Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.”
02.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|