Gideceği menzile varmak için gelecek otobüsü bekliyordu durakta… Yolun akışında onun istikametine gidecek olanı gözlerken, özel bir arabanın kendisine işaret ettiğini gördü… Doğruluğunu anlamak için sağına soluna baktı; evet, çağrılan oydu… İlk bakışta tanıyamamıştı, belki hatırlarım diye düşündü, bindi arabaya… Önde küçük çocuk oturduğundan arkaya bindi, yandan bakıyor hâlâ hatırlayamıyordu; acaba çok mu unutkan olmuştu?
Selâmlı nasılsınlı girişten sonra sükûn başladı; sabahın sessizliği dinleniyordu, hoş pek de sevmiyordu konuşmayı… Sessizliğin sesinde kendini, eşyayı ulvî hislerle dinlemek daha huzur verici geliyordu… Malayaniyât ne mânâsızdı; idrak ufuklarını kapatıyordu… Hayalini, kalbini, zihnini, duygularını temizlemek istiyordu lüzumsuz fazlalıklardan… Çokluk sıkıyordu çoktan beri; kesretten vahdete giden kısa yolu arıyordu yıllardan beri yollarda…
Yürümüyordu, tanımadığı birinin arabasındaydı şimdi, hiç de konuşmamazlık edemezdi; maşaallah kar ne güzel yağdı… Kelimeler yağmaya başladı karşılıklı: Kar, Allah’ın rahmeti… Küresel dengesizlik olmazdı, beşerin bulaşık eli karışmasaydı… Dünyevîleşen dindarları kabirde haps-i münferid bekliyor… Maddî ve mânevî kıyamet kopmazsa bu kıştan sonra baharın gelmesi kat’iyetinde cennet âsâ bir bahar kaplayacak yeryüzünü, Nur Risâleleri böyle müjdeliyordu… Rahmeti unutturan bireysel ve küresel zenginlik mânevî bir kıyametti, en az maddî kıyamet kadar korkunçtu… Korkulacak olan her hâl ü kârda Mün’im-i Hakîkî’yi unutmaktı…
Meseleler sıra sıra dökülmeye başladı… Evet, evet tanışıyorlarmış, hem de iyi derecede… Aydınlık bir güneş eşliğinde ağaçlar arasından geçerken akan hikmet kelimelerle lâtifeler uyandı, zihin zindeleşti, düşünceler derinleşti… Trafikten, işlerden, şehirden şikâyet edilmedi; şükür dendi, hayır dendi, hikmet dendi… İnmek için bindiğimiz dünya arabasından biraz sonra inecektik; onunla fazla meşgul olmanın ne lüzumu var, direksiyonu çevir yeter… Ağaçları, kuşları, bulutları, yağmurları seyret, içine sonsuzluk sevinci dolsun, coşku kanatlarını aç, için hikmete doysun… Neylesin denî dünyayı, ona esmâya bakan yönü yeter…
Ne güzel demiş zamanın bediisi: “Beni dünyaya çağırma, ben onda fena buldum” Ne tatlı Yunus söz; “Biz bu dünyadan gider olduk, kalanlara selâm olsun”
Ne güzeldi binekleri, ne hoştu “en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş”le sohbetleri… “Birimiz şarkta birimiz garpta, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak da beraberiz” böyle bir şey olsa gerek; aynı yolda olanlar bir gün bir şekilde bir yerlerde buluşuyorlar… Ayrılık zamanı gelmişti, müsaade ve teşekkürle inerken tanıştılar; tekstilciymiş… “Selâmün Aleyküm, işin gücün, Nur yolun rast gitsin”
Kuşluk vakti cereyan eden tevafukla ümit ışıkları belirdi içinde, şehrin kalabalıklarında yürürken bu ışığı herkese, her yere götürmeli diye düşündü… Düşülen dünya düşünden nasıl uyanılacaktı başka türlü…
“Uyan ey gözlerim gafletten uyan”
26.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|