İnsan vardır ne elde ederse etsin onu memnun etmek mümkün olmaz. Ruhu, kalbi o kadar açtır ki dünyayı versen doymaz. Hırs bütün zerrelerine işlemiştir. Zaten hırslıyı doyurmak mümkün değildir. Mevlânâ’nın dediği gibi deniz suyu içenin daha da susaması gibi böyle kimseler de neye kavuşursa kavuşsunlar doymazlar, yine açtırlar, mutlu olmazlar. Gönülleri rahat değildir onların. Huzursuzdurlar.
Kısmetine rıza gösteren insan ise mutludur. Çalışmış, çabalamış, Allah ne nasip etmişse ona kanaat etmektedir. Az da olsa, çok da olsa kanaat etmektedir. Mutluluğuna diyecek yoktur. Mesnevî-i Nûriye’de “Kısmetine razı ol ki rahat edesin” denilmiyor mu?
Bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor: “Allah tarafından kendisine takdir edilene rıza göstermesi kişinin mutluluğundandır. Mutsuzluğu da Allah’tan hayırlısını istememesi, Rabbinin takdir ettiğine kırgın olmasıdır.”
Ne kadar önemli bir ölçü değil mi? Madem Kur’ân’ın belirttiği gibi başımıza gelen her şey vuku bulmadan önce bir kitapta yazılı bulunmaktadır. (Hadid Sûresi: 22.) O halde kısmetimiz de takdir edilmiştir. Rıza göstermekten başka ne yapabiliriz ki?
İşte kadere, kısmete rıza budur. Tabiî bu yan gelip yatıp, “Eh kaderimizde ne varsa o gelir başımıza!” demek değildir. Kişi çalışıp çabalayacak, sonra da kısmetine rıza gösterecektir. Yoksa hiçbir şey yapmadan kadere teslimiyet cehalettir, tembelliktir.
İşte böyle yapan insan mutlu olur. Tam tersi hareket etmek, yani üzerine düşenleri yapmamak, Allah’ın verdiğine rıza göstermemek hem kanaatsizlik, hem de bedbahtlık, yani mutsuzluktur.
Asıl zenginliğin gönül zenginliği olduğunu bildiren Resûl-i Ekrem (asm) kanaatin tükenmez bir hazine olduğunu belirtiyor ve “Kısmetine razı ol ki insanların en zengini olasın” buyuruyor.
Kısmetine rıza göstermeyen insan bu zenginlikten mahrumdur ve mutsuzdur.
26.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|