Slav ve Arnavut halkları, Kosova’da 8. yüzyıldan bu yana birlikte yaşadı. Kosova 14. yüzyılın ortalarına kadar, o zaman ki Sırp İmparatorluğu’nun merkeziydi. Sırplar, Kosova’yı devletlerinin doğduğu yer olarak kabul ediyor. Aradan geçen yüzyıllarda etnik denge Arnavutlardan yana değişirken, Sırbistan’ın 1389 Sırpsındığı-Kosova Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu yönetimine geçişi ile bütün ırkları Osmanlı ecdadımız bir araya getirdi. Osmanlı Devleti Balkanlarda takriben 550 yıl hükümranlık sürmüştür. Çok çeşitli ırkların ve grupların bulunduğu bu diyarlarda 5 asrı aşkın Osmanlı hâkimiyetinde orada meskûn milletler fevkalâde hukuk, adalet ve eşitlik prensipleri altında, altın bir devir yaşamışlar. Osmanlı’dan sonra kopan fırtınalar tarihin yüz karası olmuş.
Merhum Mehmed Akif büyük bir üzüntü içinde Balkanlardaki bu korkunç ırkçılık hadisâtını bir satırda ifade etmektedir: “Ben ki Arnavudum, işte perişan yurdum” O tarihlerde oradaki vahameti gören ve tefekkür eden iki Sultan, çareler için 1911 Haziran’ında birlikte yola düşerler. Biri Osmanlının hünkârı Sultan Reşad, diğeri Hz. Bediüzzaman Said Nursî. Hz. Bediüzzaman, Sultan Reşad’ı ikna eder ve Üsküp’te “Medresetü’z-Zehra” adı altında bir üniversitenin kurulmasını ister ve istinad duvarlarını takdim eder. O üniversitenin temelinde “Balkanlardaki ırkçılığın bertaraf edilmesi” gayesi vardır. Üç haftayı içine alan ve trenle yapılan, Selanik, Priştine, Üsküp ve Kosova seyahatlerindeki esas hedef, Üsküp’te üniversite temeli atmaktır. Nihayetinde, temel, Sultan Reşad, Bediüzzaman Hazretleri ve umumun iştiraki ile atılır.
Fakat maalesef, ırkçılık hareketleri, dâhilî ve hâricî “menhus ruh” dediğimiz zındıka komiteleri, böyle bir üniversiteyi ve içindeki “Medresetü’z-Zehrâ” projesini hayata geçirmezler, çünkü Osmanlı’dan koparlar ve 1913’te Yugoslav Federasyonu’na bağlanırlar ve akıbet buralara kadar çok acıklı, vahim ve dehşetli olarak gelir.
Aradan geçen 92 yılın sonunda Eylül 2003’te Bosna Hersek devlet başkanı merhum Aliya İzzet Begoviç’in danışmanlarından, ünlü Boşnak ilim adamı Cemaleddün Latiç, “Osmanlı vizyonu ile Balkanlara bakış” adlı konferanstaki konuşmasında diyor ki: “Keşke 1911 yıllarındaki Said Nursî’nin ‘Medresetü’z-Zehra’ projesi hayata geçseydi, bizler Avrupa’ya karşı bu hallere düşmezdik. Okullarımızda, eğitim sistemimizde bizi ayağa kaldıracak ve dış dünya ile rekabete götürecek model ve çıkış yolu Said Nursî’nin ‘Medresetü’z-Zehra projesi’dir.” (Basın-2003)
2008 Şubat’ında, AB ve ABD’nin desteğinde, NATO’nun güvencesinde ve Rusya’nın aleyhinde bulunduğu Kosova devleti olarak kuruldu. 1 milyon 800 bin nüfuslu, dünyanın en küçük devleti olarak kurulan Kosova’nın başşehri Priştine. Diğer büyük şehir Üsküp’te, tamamen Müslüman kesim hâkimdir. 400 bin nüfuslu bu aziz beldede hâlen ibadete açık 100 cami bulunmaktadır. Kosova’da hâkim olan din, İslâm ve Hıristiyanlıktır. Dilleri Arnavut ve Sırpça’dır. Yer altı kaynakları, kömür, demir, krom, gümüş ve çinkodur. AB, zulme ve katliâmlara uğramış ve binlerce şehid verdiğimiz KKTC’yi resmî ve meşrû kabul etmedi; fakat Kosova’yı kabul etmektedir, bu da ayrıca düşündürücüdür.
Duâmız, hayırlı olsun. Fakat temennîmiz odur ki; ırkların çeşni ve renkli olduğu bu tarihî diyardaki yeni yöneticiler tarihten iyi bir ders-i ibret çıkarırlar. Çünkü Bosna-Hersek katliâmları, yine AB’nin dibinde oluyordu. Bunun için tek çıkış yolları fevkalâde kardeşliğin ve millî birlik ve beraberliğin ihyasıdır. Hâlen hayatta bulunan Boşnak ilim adamı Cemaleddün Latiç’in yukarıdaki tesbit ve feryadına kulak vermeli ve hayata geçirmek için çalışmalıdırlar. Aksi halde doğmadan sönebilir.
Priştine ve Üsküp’te iman ve Kur’ân hizmetinde büyük gayretler gösteren merhum Vamık Azralı’nın talebelerinden Priştine Sinan Paşa Camii eski imamı Nusret Morina bizlere derdi ki: “Bizim diyarlarda ırkçılık kalksın ve ittihad-ı İslâm meydana gelsin diye, hutbelerimizde İhlâs ve Uhuvvet risâlesini okuyoruz”. Bu sözler, gönül kulağımda hâlen tap tazedir…
22.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|