Özellikle son çeyrek asırda yoğunluklu olmak üzere “başörtüsü” bu ülkenin gündeminden hiç düşmedi. Eğer akıl ve mantık dışı bu tür zorlamalar ve yorumlar böyle devam ederse düşmeyecek gibi de görünüyor.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da maalesef dünyayı şaşırtmaya ve kendimize güldürmeye devam ediyoruz. Zira bu mantıksız ve haksız baskı ne Avrupa ülkelerinde var, ne de İslâm ülkelerinde! Sadece bize özel!
Bu yazının asıl müsebbibi ve vesilesi ise mânevî yönden annem hükmünde olan, öksüz günlerimin can yoldaşı ve sırdaşı, benden sadece bir yaş büyük, ilkokul mezunu olan teyzemin heyecan ve his dolu hâli oldu. Onu da sizlerle paylaşmak istedim.
Şair ruhlu, hissî yönü kuvvetli teyzem Sevim Akıncı, boş zamanlarında mânevî yön başta olmak üzere devamlı şiir yazar. Yürür, tarlada çalışır, sohbetlere katılır. Kur’ân başta olmak üzere dinî ve ilmî kitaplar okur.
Modernlik ve çağdaşlık eğer farklı değilse, ABD’de doktora yapan bir oğlu, Rusya’da uzun yıllar İslâmî hizmet için kalan bir babayiğidi, Rusya uyruklu bir de gelini olan, hülâsa renkli bir Anadolu kadınıdır. Yani örümcek kafalı filan değil, ateşpâre zekâlı ve kuvvetli imanlıdır. Bunu gösteren en büyük ve değerli nişanesi ise, bir çok Anadolu kadınında olduğu gibi “başörtüsü ve pardesüsüdür.”
Dün, çeşitli evsaftaki kâğıtlara yazdığı şiirlerle elinde bir tomar kâğıt, bir klasöre yakın dosya, kendi mahalli lisanımızda “bürgü” yani bir çeşit “Anadolu patentli başörtüsü,” bir gazetenin spor sayfası ve de bir başarı plâketiyle ziyaretime geldi.
Teyzem çok hisli ve heyecanlıydı. 4.10.1998 tarihinde Antalya’da Cumhuriyetin 75. yıldönümü münasebetiyle yapılan “Halk Koşusuna” katılmış ve “Birinci” olmuştu. O günkü gazetelerin ifadeleriyle, hem de “türbanı ve pardüsesiyle” birinci gelmişti. Ertesi gün tarihli Ulusal Gazetelerin Antalya eklerinin tümünün spor sayfalarını teyzemin bu “garip hâli” ve başarı hikâyesi haberi süslemişti.
Bu başarısından dolayı, Atletizm Federasyonu Başkanı Fikret Çetinkaya imzasıyla kendisine bir de plâket verilmişti.
Plaketin birinin içindeki en anlamlı hatıra ise, yıllardan beri sandığında en kıymetli ata yadigârı hatıra olarak sakladığı büyükannemizden kalan belki de yüz yirmi senelik, el örmesi olan, mahalli lisanda “bürgü” denilen Anadolu kadınının “başörtüsü” vardı.
Son günlerde “başörtüsü” ve başörtülülere hınçla adeta bir savaş açmış olan başta hemşehrimiz CHP genel başkanı Baykal’ın başını çektiği malum ekibe kinaye olarak, teyzem bu belgeleri sakladığı yerden çıkarmış, alıp: “Ya bu belge ve hatıraları mahkûm edin ya da buna karşı çıkanlar hakkında gerekeni yapın!” diyerek, Antalya Savcılığına “suç duyurusunda” bulunmayı gözüne almış. Devletin bir kurumunun şeref madalyasıyla ödüllendirdiği başörtüsüne bazı kurumlarının karşı çıkmasını haysiyet ve şerefine yakıştıramamıştı. “Biz başörtülüler bunu hak etmedik!” diye haykırıyordu.
Başörtüsü konusunda çok sayıda şiir yazmıştı. Bunları kitaplaştırmak istiyor ve yıllardan beri benden bu konuda yardım bekliyordu.
Onun bu heyecan ve gayreti karşısında mahcup olamadığımı söylemem hilâf-ı hakikat olur.
Onun hislerine tercüman olmak, acı ve ızdırabını paylaşmak ve bir derecede ona ve onun gibilere tesellî verebilmek gayesiyle bu yazıyı yazıyorum.
Şöyle düşünmeden de edemiyorum. Bu başörtüsü kendi kendisini ne kadar bayraklaştırmış; Hz. Havva validemizden başlayıp, Hz. Hatice validemizde, Hz. Ayşe validemizde, Hz. Fatma validemizde mukaddesâtın simgesi, namusun damgası olarak şiâr bulmuş.
Selçuklu’da, Osmanlı’da aynı gaye ile devam etmiş gelmiş. Çanakkale’de, Kahramanmaraş’ta, Gaziantep’te düşmana karşı mânevî gücün ve şefkatin sancaktarlığını yapmış.
Halkın ve Hakkın nazarında Anadolu’nun bağrında “şeref madalyası” olagelmiş. Ama her ne hikmetse birileri tarafından, anlaşılmaz ve saplantı bir ideolojinin kurbanı edilmeye çalışılıyor.
Başörtülülere Allah sabır ve metanet, karşı çıkanlara da hidayet, basiret, insaf ve feraset versin diyorum.
Ve sizleri, başörtüsüyle (türbanıyla), pardesüsü ve tesettürü ile sporda birincilik kazanmış halk kadını, muhtereme teyzem Sevim Akıncı’nın şiiriyle baş başa bırakıyorum. Bu şiir ve hatıralar ile belgeyi, başta “Halkçı” geçinenlere ithaf ediyoruz!
Başörtümüzün, her şeye rağmen, bu memlekette, kadınların “başlarının tâcı” olarak devam edeceğini de bir kere daha ilân ediyoruz. Bu da böyle biline!
SEVDİM SENİ BAŞÖRTÜM
Bin kere bin daha sevdim
Rütbelilere korku verdin
Korkanlara sen ne dedin?
Öcü olup da kimleri yedin?
Örtü cani misin hani?
Korkanlar bir bilse seni!
İftiralar ganî ganî
Bin kere bin sevdim seni.
Makamlara takılansın
Hangi gözle bakılansın
Baş göz üstündedir yerin
Bir kere bin çok severim
Herkese lâyık değilsin.
Kıymetini bilen bilsin.
Korkanlar bir seni sevsin
Sen onların hiç değilsin.
Boşuna korkmayın canım
Aklınıza takmayın canım
Onun yeri baş üstünde
Sevip gider sal üstünde.
(Sevim Akıncı / Antalya)
20.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|