Babası ve kız kardeşiyle birlikte dağcılıkla uğraşan bir gencin hayatını anlatan iki bin yılı yapımı güzel bir filmdir Dikey Limit. Genç adam yıllar önce bir tırmanma esnasında kopmak üzere olan ipi babasının isteğiyle kesmek zorunda kalır. Kendisi ve kız kardeşi kurtulur; ama babası ölür. Bu yüzden kardeşi onu affetmez. Yıllar sonra kardeşi maceraya atlar ve dünyanın en yüksek ikinci zirvesi olarak bilinen K2’ye tırmanılacaktır. Zirveye çıkılırken hava şartlarının uygun olmayabileceği dile getirilmesine rağmen, organizasyon başkanı diretir ve meydanda, “Bu kadar çok bilgili, becerikli ve teçhizat bakımından donanımlı insan varken bizi ne durdurabilir?” diye bağırır. Ortaya ansızın çıkan biri, şu ibretli soruyu sorar: “What about God? (Peki ya Allah?)”
Söz konusu filmin hiç unutmadığım ve unutamadığım ibretli sahnesi budur. Hele de son yıllarda olur olmaz türeyen ve özellikle yabancı kökenli kişisel gelişim kitaplarının model olarak sunduğu cüretkâr insan profillerini gördükçe, daha bir anlam kazanıyor. Meselâ The Secret (Sır) kitabının gevezeliklerine bakın: “Bu bilgiye sahip olduktan sonra yapamayacağınız hiçbir şey yok. Kim olduğunuzun, nerede bulunduğunuzun hiç önemi yok. Sır sayesinde istediğiniz her şeye sahip olabilirsiniz.” sormak lâzım: İnsanın istediği her şeye sahip olması, gerçek anlamda bir başarı mıdır? Yahut hiçbir sınırlama olmadan, insanın her şeyi isteyip elde etmesi, bireysel ya da toplumsal ölçekte mutluluk getirebilir mi? Evrensel kurallar nerede? Üstelik“Kazanılan paranın yüzde doksan altısının dünya nüfusunun yalnızca yüzde biri tarafından kazanılmasının sebebi nedir sizce? Onlar sırrı biliyorlar” derken, bu sır gerçekten sözü edilen ne olduğu belirsiz “çekim yasası”nı bilmek midir, yoksa manevî değerlerden yoksun ve insafsız baronların kanlı ayaklarıyla büyük çoğunluğun omuzlarına basmaları mıdır? Sahi, yazar bu sırrı mı anlatmaya, işlemeye çalışıyor?
Cüretkâr ifadeler bununla bitmiyor. Meselâ, “Siz evrendeki en güçlü mıknatıssınız. İçinizde barındırdığınız manyetik güç yeryüzündeki her şeyden daha güçlü. Bu akıl sır ermez çekim gücünü yayan ise yine sizin düşünceleriniz” gibi cümlelerin yanında, “Her şeyi değiştirme gücüne sahipsiniz. Çünkü düşüncelerinizi seçen ve duygularınızı hisseden tek kişi sizsiniz. Bu yolculukta insan, kendi evrenini kendisi yaratır” tarzında cümleleri okuyunca insanın, gerçekten “What about God?” diyesi geliyor. Hadi adını koyalım: Allah bunun neresinde? Son derece iğdiş edilerek bir araya getirilmiş fantezi türünden düşünceler, insanı tabiatından koparmaktan başka ne işe yarar?
Kitabı okudukça, “Siz kendinizin yaratıcısısınız. Çekim yasası ise yaşamak istediğiniz şeyi yaratmak için sahip olduğunuz olağanüstü donanımınızdır. Hayatın büyüsüne ve kendi ihtişamınıza hoşgeldiniz!” gibi cümleler insana pes dedirtecek cinsten olduğu gibi, başarının nasıl gerçekleştirileceği hususunda söylenen, “İşin nasılını bilmeniz gerekmez. Evrenin kendisini nasıl yeniden düzenleyeceğini bilmenize ihtiyaç yok. Kendinize çekeceğiniz şey, dileğinize ulaşmak” gibisinden cümleler, “Amaca götüren her yol mübahtır” düşüncesini dikte ettiği gibi, temelde insanı tanrılaştıracak dereceye kadar ileri gidebilen bir anlayış olan ve toplumu bireyselliğe değil, bireyciliğe götüren hümanizmanın zihinlere nakşedilmesi gibi geliyor bana.
The Secret kitabını baştan sona okuduğunuzda, kısmen alıntıladığımız düşüncelerin sürekli şekil değiştirerek arz-ı endam ettiğini görürsünüz. Ve “kendisini olduğu gibi kabullenme” düşüncesine yan çizen, bir yandan da insanı Allahsızlaştıran ve ayrıca, “Sen de zengin olabilirsin. Sen de yüksek yerleri işgâl eden insanlar gibi olabilirsin. Ne olursa olsun başarabilirsin. Toplumu düşünme, kendini düşün. Toplumsal gerçeklikler seni ilgilendirmez, sen büyük güçsün” gibi popülist lâflarla yahut dedikodu kabilinden örnek birkaç hayatın anlatımıyla insanı uyuşturan düşünceler var kitapta.
Doğrusu başta ABD’de satış rekorları kırmakla beraber, hemen çoğu ülkede ve dahi Türkiye’de satış listelerinin başında olup tartışmaları da beraberinde getiren bu tarz kitabın rağbet görmesi; anarşinin boy göstermesi ve düzenin yıkılmasını hatırlatan; hayallerle süslü imajların egemenliğiyle oluşan imaj doygunluğunun ortaya çıkardığı taklidin, gerçek olandan daha güçlü olmasını anlatan; en önemlisi de aslında var olmayan şeylerin sunulup da gerçeklerden daha güçlü göstermekle birlikte, müthiş bir boşluğu içinde barındıran postmodernite sorunuyla da bir nev'î ilişkili bir durumdur. Yoksa, insanın zihinsel kodlamalarına yönelik fantastik düşüncelerle bezeli bir boşluktan ibaret olan bir anlatım, başka nasıl açıklanabilir?
Evet, genelde ticarî kaygıların ön planda tutulduğu bu alanda, tâbiri câizse servet edinmenin anahtarlarını belinde taşıyan olur olmaz hayat koçları modern bilgelik(!) edasıyla çıkış yollarının başını tutarak, bir şekilde insanların yerine düşünebildiklerini dikte edip çoğu zaman yazdıkları cicili bicili kitaplarıyla yediden yetmişe hemen her insana umut tâcirliği yapmakta beis görmüyorlar.
Yanlış anlaşılmasın; elbette toplumun manevî değer yargılarını, sosyal yaşantısını, kültür dokusunu vb. durumlarını göz ardı etmeden, daha doğrusu muhatabın robot değil de başlı başına insan olduğunu unutmayan kişisel gelişim kitaplarının faydası şüphe götürmez. Ama son günlerde etrafında süregelen tartışmalar sonunda okuduğum “The Secret(Sır)” adlı kitap, çoğu zaman ortalıkta yığınla gezen kişisel gelişim kitapları ile ilgili düşüncemi daha da kuvvetlendiriyor.
04.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|