OTANTİK VE GÜZEL: BÜYÜK HAN
Lefkoşe’de bundan başka görülmesi gereken en önemli yerlerden biri de Büyük Han. Büyük Han’ın inşası için emri Kıbrıs’ın ilk Osmanlı yöneticisi Muzaffer Paşa, 1572 yılında vermiş. Han’ın mimarî yapısı o dönemlerde Anadolu’da inşa edilenlerle birebir benzerlik taşıyor. Tamamıyla taştan inşa edilmiş olan Han’ın içinde tam 68 oda ve 10 dükkân bulunuyor. Büyük Han’ın tam ortasında da çok güzel, küçük bir mescid var. Burada hediyelik eşya dükkânları ile otantik restoranlar bulmak mümkün. Salı ve Perşembe akşamları da iç bahçede canlı müzik eşliğinde akşam yemeğinin tadını çıkarmak mümkün.
Lefkoşe’de Selimiye Camii civarındaki bir başka tarihî eser de Derviş Paşa Konağı. 19. yüzyılda inşa edilen konak Türk mimarî yapısını tamamıyla yansıtıyor. Konak Kıbrıs’ta yayınlanan ilk Türkçe gazete olan Zaman’ı çıkaran Derviş Paşa’ya ait ve şu anda da Etnografya Müzesi olarak kullanılıyor.
Selimiye Camii’nin civarında bulunan ve Lefkoşe’nin en önemli meydanı olarak bilinen Sütunlu Meydan’a adını veren Venedik Sütunu Kıbrıs’taki Venedik yönetimine haraç olarak Salamis’teki orijinal yerinden sökülerek buraya getirilmiş. Granitten mamûl sütunun üstünde Venediklilere ait özel işaretler bulunuyor.
DERVİŞLERİN MEKÂNI
Lefkoşe’yi anlatırken, Mevlevî Tekkesi’nden de bahsetmek gerekir. Dünya üzerinde en iyi korunmuş olan Mevlevî Tekkelerinden biri Lefkoşe’de bulunuyor. Tekke Girne Kapısı’nın yüz metre kadar güneyinde yer alıyor. Tekke 17. yüzyılda inşa edildiğinde, şu anda kapladığı alandan daha büyük yer kaplıyormuş, ancak günümüze daha küçük bir kısmı kalmış. Buna rağmen, yapı iyi korunmuş ve çeşitli restorasyonlara tâbi tutulmuş. Yapı şu anda Mevlevî Müzesi olarak kullanılıyor.
YEŞİL (VE UZUN) HAT
Lefkoşe’ye gelip de Yeşil Hat’tı görmeden gitmek olmaz. Yeşil Hat Lefkoşe’yi ikiye bölen uzun çizginin adı. Yani şehrin en sıcak noktası. Bu Hat’tın en sıcak yeri de Yiğitler Burcu diye bilinen parkın ayırdığı bölüm. Bu parktan Rum Kesimi’ndeki günlük yaşayışa şahit olabilirsiniz. Bu birleşme ve ayrışma noktasında aradaki tek engel, bir tel örgü sadece… Onun haricinde elinizi uzatsanız Rum kesiminden herhangi biriyle tokalaşabilirsiniz. İki ülke, işte bu kadar yakın birbirine aslında. Nitekim iki Kıbrıs Türkü genç çaylarını, öğlen yemeklerini yedikten sonra Rum Kesimi’ne bakarak yudumluyorlar. Dünyada bu kadar iç içeyken bölünmüş başka bir şehir kalmadı. En son Berlin, duvarlarla bu şekilde ikiye ayrılmıştı. O da yıllar önce yıkıldı. Gerçi hâlâ Kudüs gibi yerlerde duvarlar inşa ediliyor, ancak Kudüs’teki durum Lefkoşe’deki gibi değil. Orada duvar şehrin etrafına çevrilmiş. Burada ise, hayatın tam ortasına, şehrin kalbine çekilmiş.
LOKMACI BARİKATI
Bu mânâda Lokmacı Barikatı da ilginç bir yer. Orayı da görmeye gidiyoruz tabiî ki. 5-6 metre genişliğinde bir cadde burası aslında. Şehrin kalbinin attığı uzun çarşının bir devamı var Rum Kesimi’nde. Türk tarafı uzun süre buradan geçiş sağlamak için girişimlerde bulunmuş. Lefkoşe’de günlük yaşayışın normale dönmesi için iyi bir fikir olacağını düşünmüşler. Nitekim geçişi sağlamak için bir de Lokmacı Köprüsü inşa edilmiş, ancak karşı taraf aynı iyi niyette olmadığını bu kapıyı açmayarak göstermiş oluyor. Nitekim geçenlerde Lokmacı Köprüsü de yıkıldı. Şimdi yerinde bir kontrplak barikat duruyor. Bu barikatın bir de bir metre eninde bir kapısı var. Şu anda kilitli duruyor. Bakalım ilerleyen zamanlarda bu kapının kilidi kırılıp şehrin iki tarafı birbirine kavuşabilecek mi?
GİRNE
Girne, başşehir Lefkoşe’ye yaklaşık yarım saat mesafede, çok güzel bir sahil şehri. Egzotik limanı, yemyeşil dağları ve sahil şeridi ile tam bir tatil beldesi. Girne’nin M.Ö. 10. yüzyılda Peleponez’den göçen Akalar tarafından kurulduğu söylenir. İddiaya göre Akalar, kurdukları bu şehre anayurtlarındaki Kyrenia Dağlarının adını vermişlerdir. Bir başka görüş ise, Girne’ye ilk yerleşenlerin M.Ö. 9. yüzyılda Adanın kıyılarında ticaret kolonileri kuran Fenikeliler olduğudur.
Roma kaynaklarında ise, Girne’nin adı Corineum olarak geçmektedir. Bizans döneminde birkaç kez Araplar ve korsanlar tarafından ele geçirilen şehrin tarihi, Adanın genel tarihi ile benzerlik gösterir.
TARİHî LİMAN
Girne’de ilk görülmesi gereken yer eski limandır. At nalı şeklinde inşa edilmiş olan liman, şehrin odak noktasındadır. Tarihî Girne Limanı, rengârenk balıkçı tekneleri, limana demir atmış yatları, her daim canlı olan kafe ve restoranları ile turistler için olduğu gibi, yerli halk için hayata kaynaklık etmektedir. Liman’ı çevreleyen restoranlarda, zengin yemek mönüleri ile tarihî limanı seyrederek yemek keyfi yaşamak mümkündür.
Girne Limanı’nın doğu ucunda bulunan Girne Kalesi, 7. yüzyılda Bizanslılar tarafından Arap istilâsına karşı şehri korumak amacıyla inşa edilmiş. Kaleye Lüzinyan ve Venedikliler döneminde eklemeler yapılmış. Aradan geçen onca yıla rağmen, hâlâ sapasağlam duran Kale, Girne’nin en etkileyici eserlerinden biri.
TARİHİN DERİNLİKLERİNDEKİ BATIK GEMİ
Girne Kalesi’ni gezerken hemen kalenin içinde yer alan Batık Gemi Müzesi’ni es geçmek olmaz. Bu müzede sergilenen gemi enkazı, bugüne dek dünya üzerinde bulunmuş en eski batık gemi enkazı olma özelliğini taşıyor. Batıktan elde edilen buluntular geminin milattan önce 300 yıllarında bir fırtına sonucu batan bir Suriye ticaret gemisi olduğunu gösteriyor. Bu batık gemiyi seyrederken, insanın ister istemez tüyleri ürperiyor, çünkü tarihin derinliklerinden gelen böylesi bir gemiyle karşılaşmak, insanın aklında mistik düşünceler çağrıştırıyor. En çok da Nuh’un gemisi geliyor insanın aklına. Bu bakımdan bu batık gemiyi görmek gerekiyor.
BELLAPAIS MANASTIRI
Girne’de bulunan bir başka önemli eser de Bellapais Manastırı. Manastır 1158 ve 1205 yılları arasında inşa edilmiş. Kuzey sahillerinin tümüne hükmedebilen görüşü ve güzel dağ manzarası ile Kıbrıs’ta gotik mimarî tarzının görülmesi gereken en önemli eserlerinden biridir. Manastır’da bugün konser salonu olarak kullanılan bir de salon mevcuttur, ki bu salon savaş yıllarında kurşun yağmuruna tutulmuş, bugün halen kurşun izleri bulunmaktadır.
Girne’den anlatacağımız son tarihî eser Saint Hillarion Kalesi olacak. Kale Girne’ninen yüksek dağının zirve noktalarından birinde bulunuyor. Kalenin adını Arap istilâsı sırasında Kudüs’ten kaçan ve ölene dek kalenin tepesindeki bir mağarada münzevî olarak yaşan bir azizden aldığı sanılıyor. 10. yüzyılda bu bölgede bir manastır ve kilise inşa edilmiş, Lüzinyanlar da bu manastırı sonraları kaleye çevirmişlerdir. Saint Hillarion Kalesinden müthiş bir Girne manzarası bulmak mümkündür. Çok yüksek olan dağın tepesindeki bu kaleyi karşıdan gören diğer kalelere, Girne’ye her hangi bir saldırı yahut akın olacağı zaman mesajlar iletilirmiş. Yani bir bakıma Saint Hillarion Kalesi liman şehri Girne’nin gözetleme kulesi görevini de görmekteymiş.
- Son -
|