14 Nisan mitinginin düşündürdükleri…
Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça tansiyon bir şekilde yükseltilmeye devam ediyor. Bunun en son örneği ise Ankara’da 14 Nisan’da yapılan ve ADD tarafından düzenlenen “Cumhuriyet Mitingi” oldu.
Bu miting öncesi, aynı gün Meclis Başkanı ve Genelkurmay Başkanı basın toplantısı, Başbakan ise milletvekilleri ile istişare toplantısı yapıyordu. Ama herkesin aklında Genelkurmay Başkanının ne söyleyeceği vardı. Öyle ki, basın toplantısı sırasında Meclis kulisinden geçiyorduk, vekillerimiz bu görüşümüzü teyit edercesine Büyükanıt’ın konuşmasını izlemek için TV önüne toplanmıştı.
Meclis Başkanı ve Genelkurmay Başkanının konuşmalarının içeriğine girmeden, öncelikle bir gözlemimi paylaşmak isterim. Sayın Arınç’ın hitabet konusunda büyük bir kabiliyet olmasına rağmen, gazetecilerin sorularına karşı hoşgörüsüz ve sert üslubu, Sayın Büyükanıt’ta yoktu. Büyükanıt kendisini kızdırabilecek ve polemik-fitne çıkarmak için sorulan bütün sorulara gayet güzel ve görevi çerçevesi içerisinde kalarak cevaplar verdi. Bu hali ile Büyükanıt; Arınç’a hoşgörü, kendisine soru soran ve mesleğini sulandıranlara da “Meclis’e güveniyorum” mealindeki cevabı ile demokrasi dersi verdi.
Diğer yandan Sayın Büyükanıt, gazetecilerin beklediği şekilde bağlı olduğu Başbakan’a ve demokrasinin kalbi olan Meclis’e karşı nezaketsizlik etmemiş, antidemokratik beklentileri karşılamamış oldu. Yok, ama “Cumhuriyete sözde değil, özde bağlı” dedi, diye ayağa kalkarak bunu miting meydanlarında slogan haline getirenler, kendilerini ancak teselli edebiliyorlar. Ziya Paşa’nın darb-ı mesel haline gelen sözlerinden biri bu konuya çok güzel uyuyor. “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
14 Nisan mitingini düzenleyenlerin, herkesi cumhuriyet ve laiklik testinden geçirirken, demokrasiye bağlılık ve millî iradeye saygıyı asla gündemlerine almamaları dikkat çekicidir. Cumhuriyete sahip çıkma görevini sadece kendi tekellerinde ve kendi anladıkları biçimde görme alışkanlıklarıdır. Bu anlamda 14 Nisan mitinginin demokrasi dışı özlemleri olanların, bunu kılıf altında gerçekleştirmek için yaptıkları bir deneme olarak tarihe geçecektir.
Burada özellikle KESK ve DİSK’in, 14 Nisan 2007 mitingini düzenleyenler hakkındaki iddialar sebebiyle sorumlu davranarak çekilme kararını da, müsbet bir tavır olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu mitingi desteklediğini açıklayan kişilerin kendilerini, kurumların ise tabanları tarafından sivil toplum, sivil toplum olma kriterleri, demokrasiye bağlılık ve darbelere karşı duyarlılıkları konusunda kendilerini değerlendirmeleri yerinde olur.
Çünkü her darbe bizi onlarca yıl geriye ve millî iradede onarılmaz yaralara sebep olmuştur. Kimilerine göre “Darbe Light” veya “yumuşak darbe” diye nitelendirilen 28 Şubat sürecinde, ne yazık ki bir “Sarhoş Yeltsin” çıkmamıştır. Bunu yapabilecek olan tecrübe sahipleri ise, şapkalarını önüne koyarak bizce yanlış ve farklı bir yöntem seçmişlerdir. Sarhoş da olsa bir darbe veya teşebbüsü karşısında “durun!” diyecek Yeltsin çıktığı ya da darbeye teşebbüs edenlerin yargılanabildiği gün, darbe lâfları mazide kalmış buruk bir anı olarak hatırlanacaktır.
Yeri gelmiş iken, Nokta dergisi’nin yayınlarının yalan veya sahte olduğu ile ilgili kişisel bir dâvâ hâlâ açılmaz iken, kendisine reva görülen bu uygulama, dolaylı bir sansür etkisi yapabilir. Bu AB’ye giriyoruz, daha özgür, daha mutlu ve fırsat eşitliğine sahip toplum ve birey oluyoruz derken, ‘iki ileri bir geri mi gidiyoruz?’ diye düşünmemize sebep oluyor.
[email protected]
|
Emin Talha KARAMUSA
16.04.2007
|
|
Meclis’in kararı milletin kararıdır
Milletlerin büyüklüğü, sadece onların tarihleriyle ya da kimi alanlardaki başarılarıyla açıklanamaz. Büyük milletler, sorun çözme yöntem ve yetenekleriyle de saygıyı hak eden milletlerdir.
Toplam demokrasi kültürümüzün, dolayısıyla da büyük millet olma vasfımızın, dost, düşman ve tarih önünde sınandığı bir süreçten geçiyoruz. Biz inanıyoruz ki, büyük ve köklü milletlere has bir vakar, ciddiyet ve gerçekçilikle bu sınavın üstesinden gelinecektir.
Çünkü: Demokrasi ve hukuka bağlılık milletimiz için artık bir hayat tarzıdır ve bundan dönüş yoktur.
Demokrasi, Türkiye Cumhuriyeti’nin stratejik önceliğidir. Bir başka ifadeyle, Türkiye için demokrasi aynı zamanda bir ulusal güvenlik sorunudur. Hiçbir bedbahtın, herhangi bir gerekçeyle Türkiye’nin “demokratik hukuk devleti” niteliğine gölge düşürmesine izin verilemez.
Kurallar apaçık ortadayken ve defalarca tatbik edilmişken; yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimini, kuralları belirsiz, kaotik bir sürece dönüştürmek isteyenler, sadece milletin TBMM’ye verdiği anayasal yetkiyi yok saymakla kalmamakta; devletin devlet olma vasfına da ağır darbeler indirmektedirler.
Milletimiz, bu lânetli gericiliğe, demokratik kurallar ve usuller dairesinde gereken cezayı verecektir.
Şimdi: Asıl büyük görev, milletçe kendilerine yetki ve sorumluluk verdiklerimizin omuzlarındadır.
Bu antidemokratik ve sorumsuz saldırganlığa prim vermeksizin, dimdik bir demokratik kararlılıkla anayasal kuralları işletmeleri onların sadece hakkı değil, aynı zamanda millet ve tarih karşısında sorumluluklarıdır.
Türk milleti adına kendilerine yetki ve sorumluluk tevdii ettiklerimize sesleniyoruz:
Görevinizi yapınız! Sistemi çalıştırınız! Kuralları işletiniz!
Kuralsızlığın, keyfiliğin ve illegalitenin devlet hayatımıza bulaşmasına izin vermeyiniz!
İrade muhtariyetinizi koruyunuz; gayrimeşrû tehditlerin iradenize ve devletimizin işleyişine egemen olmasına fırsat tanımayınız!
BİZ BURADAYIZ!
(Türkiye Sivil Toplum Platformu)
|
16.04.2007
|
|
Irak’ta 5 milyon çocuk yetim kaldı
UNICEF’in Irak Temsilcisi Roger Wright, Irak’ta 2003 yılında başlayan işgalin asıl kurbanlarının ailelerini kaybeden Iraklı çocuklar olduğunu söyledi. Wright, savaşın başlangıcından bu yana 4 ila 5 milyon arasında çocuğun yetim kaldığını açıkladı. Irak hükümetini ülkenin dört bir yanında kriz haline gelen yetim çocuklar konusunda uyaran UNICEF temsilcisi, çaresiz kalan bu çocuklar için programların yoğunlaştırılmasını istedi. Roger Wright, hükümetin yetim ve evsiz kalan çocuklar için özel sığınma evleri açmasını isteyerek “Aksi takdirde bu çocukların akıbeti bilinemeyecek” dedi.
Irak’ta 90’lı yıllarda resmî rakamlara göre 1 milyon 100 bin yetim çocuk vardı. Ancak bu rakam son şiddet olaylarında dört katına çıktı. Irak devletinin bugünkü şartları da bu çocukların çok azının sığınma evlerinde tutulmalarına imkân sağlıyor. Londra’da yayınlanan Şarkul Avsat gazetesinin haberine göre, çocukların savaş yüzünden yaşadıkları psikolojik sorunlara dikkat çeken UNICEF Irak Temsilcisi Roger Wright, uluslararası doktorları ve hastaneleri, yetim çocukların hayata kazandırılması ve tedavileri için harekete geçmeye çağırdı.
UNICEF, Iraklı yetimlerin büyük bölümünün akrabalarının yanında hayatta kalmaya çalıştıklarını açıkladı. Irak Çalışma Bakanlığı da, yetim kalan çocuklarla yakından ilgilenmeye çalıştığını belirterek yetimhanelerden ayrıldıktan sonra da onlarla ilgilenildiğini kaydetti. Bakanlığa bağlı yetimhane idaresi, bazı çocuklara da aile bulmada yardımcı olduklarını ifade etti. Irak Çalışma Bakanlığı ülke genelindeki yetim çocukların durumları ile ilgili bir çalışma başlattığını ve uluslararası örgütlerle koordineli çalışılacağını açıkladı.
Iraklı Mustafa Mecid, 2005 yılında kaybolan ve kendisinden bir daha haber alınamayan kardeşinin 5 çocuğuna baktığını söylüyor. Mecid, örf ve adetlerin sahipsiz kalmış çocukların yetimhanelere bırakılmasını müsaade etmediğine dikkat çekiyor ve onların geçimlerini nasıl sağladığını şöyle anlatıyor “Onların asıl sahibi Allah’tır. Ben sadece bir vesileyim. Allah’a şükrediyorum ki onları yedirme, giydirme ve eğitimlerini sağlama gücüm var. Bazı çocuklar tüm bunlardan mahrum. Sokaklara düşüp perişan oluyorlar.”
|
16.04.2007
|