Emekli Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen ve 2004 yılında darbe yapılacağı iddialarıyla dolu günlüğünün Nokta dergisinde yayınlanmasının üzerinden günler geçti, ancak hâlâ tartışmalar bitmiş değil. Dönemin Genelkurmay Başkanı günlükte darbe iddialarını yalanlamazken, bugünkü Genelkurmay Başkanı bu iddialar hakkında bir belge olmadığını söylüyor. Halbuki Örnek, olayının ortaya çıktığı ilk günlerde Star gazetesine verdiği demeçte, günlük tuttuğunu ve bilgisayarından bu notları sildiğini ifade etmişti. Ancak tuttuğu günlükte yazılanların yayınlanan günlüktekiler olmadığını savunmuştu.
Biz de bu konuyu eski bir TSK mensubuyla konuştuk; Emekli Yarbay Erdoğan Günal... Aslına bakarsanız Günal, aynı zamanda öğretim görevlisi. Ankara Üniversitesi’nde hukuk okumuş, doktorasını ise Siyaset Bilimi üzerine yapmış olan Günal’ın, ayrıca “Türkiye’de Siyasal Partiler ve Güncel Siyaset” adlı bir kitabı var. Hem bir emekli asker, hem bir öğretim görevlisi, ayrıca avukat olarak Günal’ın anlattıkları ilginizi çekecektir.
*izce, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in olduğu ileri sürülen günlüğü neyi anlatıyor?
Her ne kadar anılar ve günlük E. Oramiral Özden Örnek tarafından yalanlansa da, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yakın sayılacak geçmişte demokratik sisteme sıklıkla müdahalelerde bulunması nedeniyle, “yine mi aynı şarkı” demekten alıkoyamıyor insan kendisini. Doğru veya yanlış, ancak gerçeğe çok yakın bir senaryo intibaı veriyor. Genelkurmay Eski Başkanlarından Kıvrıkoğlu’nun, “28 Şubat bin yıl geçse de bitmeyecek” sözüne paralel kurgular. Ancak Türkiye, artık bunları aşabilmeli, aşmak zorunda. Türkiye, geçmişi ve gelecek potansiyeli olan bir ülke, böylesi bir ülkeyi sığ sularda yüzmeye mahkûm etmeyelim. Zaten bu türden eleştiriler, Sayın Örnek’in açıklamalarının bir kısmında da var.
*Türkiye’nin sığ suları neler?
Güncel tartışmaları söylüyorum. YÖK’ün açıklamalarını gördük. Anayasa Profesörü Erdoğan Teziç’in “Cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclisin 367 vekille toplanması gerekir” demesinin hiçbir geçerliliği yok. Burada resmen YÖK, Cumhuriyet Halk Partisiyle doğal bir ittifak içerisinde. İşte bu tarz siyasetler Türkiye’yi sığ gündemlere mahkûm eder.
*Bir asker olarak, hakikaten Özden Örnek’in söylediği gibi, askerler sivillere kendi çıkarlarını düşünen insanlar olarak mı bakar?
Askerlerde bu biraz vardır. Sanki sadece askerlerin işini düzgün yaptığı, sivillerin ise olaylar karşısında tutarlı davranmadığı, duruma göre pozisyon aldığı ve işlerini savsakladığı algısı. Bunu bir yerde normal karşılamak gerek. Zira asker bürokrattır. Tüm bürokratlar gibi, atanmış olma refleksi ile hareket ederler. Oysa askerlerin siviller dediği siyasîler, seçilmiş olmanın özgüveni ve tekrar seçilebilme arzusu ile hareket ederler. Kendi çıkarını düşünen insanlar bahsine gelince, dünyada kendi çıkarını düşünmeyen insan var mı ki? Önemli olan kendi çıkarınla toplumsal çıkarı bir dengede tutabilmek. Buna şimdilerde “win-win” diyorlar. Bu nedenle kimsenin kimseyi çıkarcı diye suçlamaya hakkı yoktur. Bu çok kolaycı bir yaklaşım.
*Askerin sivil bilim adamlarına güvenmeyip kendi enstitülerini kurmaları nasıl yorumlanabilir?
Bunun böyle olmadığı kanaatindeyim. Malûmunuz, aslında askerî kesimin en iyi diyalog kurabildiği, doğal müttefik saydığı kesim, sivil bilim adamlarıdır. Zira o ilişkide de baskın karakter askerî taraftır. Dolayısıyla askerlerin sivil bilim adamlarına güvensizliğinden söz edilemez.
*Yani askerî mantığa sahip bilim adamlarıyla birlikte çalışılıyor?
Genelde öyle. Üniversite camiasıyla askerlerin arasındaki ilişki, günlükte görüldüğü gibi çok sıkıntılı değil.
*Neden asker üniversiteyle ilişki kurar?
Seçkinci bir yaklaşım var.
*Seçkinci yaklaşım deyip bırakamayız ki, röportajınızı okuyacak insanlar seçkinci yaklaşımdan kastınızı öğrenmek isteyecektir?
Cumhuriyetin kuruluşundan beri bu var zaten. Cumhuriyet Halk Partisinin kuruluşundan itibaren bunu görürüz. Asker sivil bürokratların karşılıklı konuşmaları hep olmuştur. O ittifak hali bugün de sürüyor diyebiliriz.
*Bir de, zaten askerle sivilin ilişkisini kesen bir hayat tarzı varmış. Sivil arkadaşı olan subaylara şüpheyle bakılıyormuş. Ne dersiniz?
Doğrudur. Sivillerle çok fazla ilişkisi olan subaylara biraz kuşku ile bakılır. Kışla, lojman ve orduevi v.s. sosyal etkinliklerin buna ihtiyaç bırakmadığı yönünde genel bir kabul vardır.
*İnanır mısınız, Özden Örnek’in günlüğünü okuduğumda karşımda kendi hayat tarzları, alanları, inanışlarıyla farklı bir zümre görüyorum ve kendini ülkenin efendisi sanıyorlar, öyle değil mi?
Tam öyle değil. Şöyle ki, herkes bulunduğu yer itibariyle kendisini dünyanın merkezinde görüyor ve diğer tarafı biraz yok sayıyor. Bu askerlerde de var, sivillerde de var. Zaten siviller deyince, sivil kesim de yekpare değil. Orada da kendini toplumdan farklı konumda gören, toplumsal değerler konusunda üst perdeden konuşan ve eleştirel yaklaşan bir kesim maalesef var. Bu insanların aldıkları eğitim, bulundukları sosyal çevre ve genetik kodları ile doğrudan ilişkili bir şey. Önemli olan bu farklılıkları demokratik terbiye çerçevesinde bir arada yaşatabilmek. Tahammül ve hoşgörü potasında eritebilmek.
*Meclis eski Başkanı Ömer İzgi gibi bir ismin günlükte adının geçmesine ne demeli?
Her ne kadar Sayın İzgi olayları yalanladı ise de, nedense ben hiç yadırgamadım. Biliyorsunuz, 28 Şubat sürecinde dönemin TBMM Başkanı Mustafa Kalemli’nin de benzer atraksiyonları olmuştu. Hatta, salt bu nedenle Mesut Yılmaz’la arasının açıldığı da medyaya yansımıştı. Üzücü, fakat Türk siyasetçisinden beklenebilecek bir tavır. Yakın siyasal tarihimiz benzeri pek çok örnekle doludur. Meraklısı Sayın Evren’in anılarını okuyabilir.
*Peki, Kocaeli Üniversitesi Rektörünün YÖK’e adaylık için askerden icazet istemesine ne demeli?
Doğru ise, çok acı bir tablo. Ancak sürpriz değil. Tipik bir asker-üniversite paslaşması. Maalesef bizim üniversite hocalarımızın bu türden yaklaşımları hep olmuştur. 27 Mayıs sonrası bir binbaşı başkanlığında yapılan toplantıda, iki saatlik tartışmanın sonrasında, üniversite hocalarının binbaşıya: “Sayın komutan, biz bilim adamları olaylara değişik veçhelerden yaklaştığımız için, bir noktada buluşmamız zor olur. İyisi mi siz bize ne istediğinizi söyleyin, biz ona göre bir gerekçe oluşturalım” dedikleri, yakın siyasî tarih kitaplarında vardır. Dediğim gibi, şayet doğru ise, bu da o türden bir sözdür. Ancak bu, toplum gözünde bilim adamlarımıza olan saygıyı sorgulatır düzeye getirir. Böyle ortamlardan özgün fikirler de zor çıkar. Bilim adamının ayırıcı özelliği; özgür düşünceli olması ve idarî görevlerden uzak olmasıdır. Bizde nedense herkesin idarî görevlere ayrı bir zafiyeti vardır.
*İrtica raporları hazırlamak askerin görevi mi? Zaten Özden Örnek, “siyaset konuşmaktan kendi işimizi yapamıyorduk” diyor…
Bir çalışma grubu oluşturarak, tüm kamu görevlilerini fişlemek, irtica raporları hazırlamak, brifingler vermek tabiî ki askerin görevi değil. Ancak unutmayalım ki, iktidar boşluk kaldırmaz. Siyasetçimizin buna izin vermemesi gerekir. Buna izin vermeme kararlılığına da halkımızın sahip çıkması lâzım. 28 Şubat sonrası Mesut Yılmaz’ın Başbakan iken Batı Çalışma Grubu ile ilgili “Ben onlara böyle bir görev vermedim” sözü sonrası, sert bir Genelkurmay açıklamasına muhatap olduğunu unutmayalım. Öte yandan Sayın Özkasnak’ın işini emsallerine göre iyi yapamadığı da zaten ortaya çıktı, zira terfî edemeden mevcut rütbesinden emekliye ayrılmak zorunda kaldı.
*Genelkurmay ne demişti?
Genelkurmay Yılmaz’a “Sizin bize görev vermeniz gerekmiyor, biz yetkimizi kanunlardan alıyoruz” demişti. Dolayısıyla Başbakan Yılmaz, karşı açıklama yapamadı.
*Askerin İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi gereğince anayasayı koruma görevi doğru bir tavır mıdır?
Darbe ya da müdahalelere gerekçe yapılan İç Hizmet Kanununun 35. maddesinin bu şekilde yorumlanması anayasaya aykırıdır. Zira müdahaleler, anayasal sistemi korumadığı gibi, bizatihi anayasayı ortadan kaldırmaktadır. Oysa 35. madde anayasa ile tayin edilmiş Türk yurdunu ve Anayasayı korumaya matuftur. Bu nedenle 35. maddeye dayalı her türlü koruma kollama açıklaması, anayasaya açıkça aykırıdır. Hukuken bir geçerliliği yoktur.
*İbrahim Fırtına’nın “Eğer elimizde NATO tatbikatlarında olduğu gibi, ikaz indikatörlerini gösteren bir ışık levhamız olsaydı, şimdi hepsi kırmızı olacaktı. Askerin söylediği yapılır, ama bunun nedeni vardır. Askerin elinde silâhı vardır ve bu askere manevra yetenekleri verir. Silâhımız bizim caydırıcılığımızdır. Bu nedenle ‘Ben silâhımı kullanmayacağım diye açıklama yapamamalıyız. AKP’nin attığı adıma aynı şiddetle, ama çok kararlı olarak cevap vermeliyiz” sözleri içindeki “kırmızı” ve “askerin elinde silâhı vardır ve askere manevra yetenekleri verir” kelimesi ve cümlesi neyi ifade eder?
Tatbikatlarda, kırmızının düşman kuvvetlerini belirttiği hepimizin malûmu. Ancak sosyal olaylara dost-düşman tanımlamaları ile yaklaşmamız mümkün değildir. Daha doğrusu böyle yaklaşabiliriz. Fakat bu yanlış bir hareket tarzı olur. Zaten bu yanlışlıklar kısa sürede açığa çıkar. Bu türden toplum mühendisliği projelerinin ne tür sonuçlar verdiği ortadadır. Akıllı insan, üst üste aynı yanlışı yapmaz. Bu nedenle yapılan açıklamayı, kolayın tuzağına düşmek olarak görüyorum. Bu millet, tüm imkânsızlığına rağmen, askerine silâhı, olası dış düşmanlarını bertaraf etsin diye vermektedir. Böyle bir söz sarf edilmişse, çok talihsiz bir sözdür.
*Sembolik olarak söylüyorum, tabiî ki asker millete silâh çevirmedi, ancak asker silâhını icat ettikleri iç düşmana yöneltti. Neden?
Darbelerin, demokrasiye aykırı bir şey olduğunu biliyoruz. 1960 yılının 25 Mayıs’ında, Konak Meydanı’nda Menderes’i 250 bin kişi karşılıyor. İki gün sonra darbe oluyor, meydanlarda kimse yok. Halkın biraz daha tutarlı olması lâzım. Tabiî ki halk geçinmeye yatkın, halk neticede gene söyleyeceğini söylüyor, ama düşüncelerini net olarak ortaya koymalı.
*Hilmi Özkök’e dinci gözüyle bakılmasını nasıl buluyorsunuz?
Şimdi “dinci” kavramını yadırgarım. Zira bir insan dindar olabilir, fakat bu dincilik değildir. O nedenle bunu düzeltmek isterim. Ben şahsen Genelkurmay eski Başkanı Org. Özkök’ü, Türkiye’nin demokratik standartlarına katkıda bulunan, TSK’nın 28 Şubat sürecinde azalma trendi gösteren saygınlığını yeniden yükseltme başarısı gösterebilen, Türkiye için önemli bir şans olarak görmekteyim. Zaten 2006 Kasım’ında çıkan “Türkiye’de Siyasal Partiler ve Güncel Siyaset” kitabımda da bunu değişik vesilelerle vurguladım. Bazıları Sayın Özkök’ün görevde iken tavırlarını cumhurbaşkanlığı seçimleri ile irtibatlandırmak istedi. Fakat tanıyabildiğim kadarı ile, o “Bir görevi iyi yapmış olmanın mükâfatı bizatihi o işin iyi yapılmış olmasıdır” diyecek kadar bunları çoktan aşmış bir insan.
*Bu günlükten yola çıkarak cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yapılan açıklamaları ve eylem harekâtını nasıl değerlendirmeliyiz?
Doğrusu cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi yaşananlar, beklentilerin altında. Zira Eylül-Ekim 2006’da gereksiz bir şekilde hızla tansiyon yükselmişti. Şu anda demokratik süreç işliyor. Belki adaylık ve seçim sürecinde bazı gösteriler, mitingler olabilir. Bu da normaldir. Unutmayalım ki, bunlar şiddete başvurmamak kaydıyla demokrasinin araçlarıdır. Ben AK Parti liderliğinin şimdiye kadar iyi idare ettiği süreci, bundan böyle de iyi idare edeceğine inanıyorum. Türk kamuoyunun beklentilerine uygun olarak, TBMM içinden sivil ve demokrat bir cumhurbaşkanın seçileceği beklentisindeyim. Türk demokrasisinin artık bu olgunluk düzeyine ulaştığı kanaatindeyim. Dolayısıyla günlükten yola çıkarak moralleri bozmaya gerek yoktur.
|