Hrant Dink’in cenazesini Agos gazetesinin önünden uğurlayan eşi Rakel Dink, “Bir zamanlar bebek olan katili bu hale getiren karanlığı sorgulamamız gerekir” demişti. Biz de bu karanlığı Psikyatrist Doç. Dr. Kemal Sayar’la konuşmaya çalıştık. Elbetteki bu karanlığı dağıtmak için sadece konuşmak yetmiyor, ancak problemin kökenini tesbit etmek gerekliliği de aşikâr. Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi’nde klinik şefliği yapan Sayar, toplumun gençlerin önüne bir hedef sunmadığını, televizyon ve sokakların gençleri idealsiz hale getirdiğini belirtiyor. “Vatan elden gidiyor” söylemleriyle gençlerin beyinlerinin bulandırıldığını vurgulayan Sayar, ucuz kahramanlık heveslisi yeni Ogünlerin çıkmasının muhtemel olduğunu ifade ediyor... İşte size gençliğin ve gençliğin içinde yaşadığı toplumun fotoğrafı...
* Hrant Dink’in katilinin on sekiz yaşından küçük genç bir insan olması size neleri çağrıştırdı?
Ben Türkiye’de gençliğin çok iyi istikamette gitmediğini dilim döndüğünce, kalemim el verdiğince söylemeye çalışıyorum. Gençlik anomi felâketine uğramış durumda. Kendilerinden önce yaşamış nesillerin kültürlerini ve değerlerini tam olarak tebarüz edemiyorlar. Bu toprakların tarihinden bihaberler, Anadolu’nun ihtiva ettiği o merhamet geleneğini tam olarak içselleştirememiş durumdalar. Büyük bir boşluktalar, köksüzler. Bir amaçsızlık, ilkesizlik, ülküsüzlük felâketinden muzdarip durumdalar. Böylesi bir fidelikten Ogünlerin çıkması muhtemeldir.
* Ogün’ün bakışlarında pişmanlıktan ziyade kahramanlık havası vardı, ne dersiniz?
Bence, bu ancak çizgi film ve dizi film kahramanlığı olabilir. Eline silâh alan kendini kahraman olarak kurgulamaya başlıyor. Gençler, kahramanlığın alın teriyle, çabayla, gayretle elde edilecek bir makam olduğunu idrak edemiyorlar. Bir can alarak, bir ocak söndürerek kimileri kahraman olabileceklerini zannediyorlar.
* Kahramanlığın insan öldürmekle olmayacağını öğretememişiz demek ki...
Gençlerin önünde rol modeli olarak bilim adamlarını, şairleri edebiyatçıları, san’atçıları, gönül adamlarını, irfan adamlarını koyamadık. Bu gençler televizyon kuşağı, internetin, televizyonların ve sokakların emzirdiği bir kuşak. Kendilerine rol model aradıklarında da hemen televizyonlarda olumlu yansıtılan mafya kabadayılarının karakterlerine gidebiliyorlar.
* Hrant Dink’in öldürülmesine sebep olan düşüncenin çarpık ulusalcılık, şoven milliyetçilik gibi kavramlar olduğunu ifade ediyorlar. Bu söylem gençlerin psikolojisini nasıl etkiliyor?
Şiddet olayını tek boyutuyla ele alamayız. Bu gençleri biz bu ülkelerin laboratuvarlarında imal ettik. Fakat bu gençlere elektrik veren zehirli bir dil var. İşte o dili de kötü niyetli insanlar kullanıyorlar. Bu gençlere “kalk sen bir mesih ol, dünyayı kurtar, ülkeni kurtar, vatan elden gidiyor” diyorlar. Boşlukta olan gençler de hemen önemli bir insan olmak istiyor. Bu dünya gençleri çok anonimleştiren biriciklik duygusuna cevap vermeyen bir dünya. Gençler kendini kaybolmuş hissediyor. Maddî durumu iyi olan marka bağlılığına koşuyor, kimisi de aşırı ideolojik söylemlere savruluyorlar..
* Bu biriciklik duygusunu gençlere nasıl verebiliriz?
Çocukların önlerine bir hedef koyup, bunları başardıklarında doyum sağlayabileceklerini öğretmeliyiz.
* Cinayeti önüne hedef koyup, doyum sağlayanları da görüyoruz...
Uygarlık dediğimiz şey, insanın insana bağımlılığını, hem de insanın kendi arzularına bağımlılığını ketleyebilmesinden neşet eder. Şiddet insanın yüksek melekeleri çalışmadığında devreye girer. Akıl etme, merhamet etme melekesi çalışmaya girer. Ben şiddetin insana ait bir şey olduğuna inanmıyorum.
Biz, kendi üzerine düşünebilen “insan”ız. İnsan dürtülerini kontrol altına alabilen, haz arzusunu geciktirebilen, hayvanlardan farklı olarak kâmil olmak zorunda olan bir varlıktır. Biz, her zaman dürtülerimizin peşi sıra gitmemeliyiz, her zaman hazlarımızın peşine gitmemeliyiz.
* Ogün Samast’ın güvenlik güçlerince Türk bayrağının önünde çekilmiş fotoğrafları yansıdı. Bu fotoğrafları gören boşluktaki gençler nasıl düşünür?
Bu, maalesef devlet görevlileri eliyle psikopatinin onaylanması anlamına geliyor. Bu geçmişte de oldu. Maalesef psikopatisi tescil edilmiş insanlık aleyhine davranışları, herkesin gözler önünde olan bazı kişiler devlet operasyonlarında kullanıldı. Maalesef devlet “benim psikopatım iyidir” tarzında bir anlayışla idare edildi.
* Psikopatların hangi özelliği devlete cazip geliyor?
Psikopatlar risk almayı seven insanlardır. Diğer insanlara verdiği acıdan huzursuz olmazlar. Risk almayı sevdiklerinden savaş sıralarında, çete savaşlarında, sokak muharebelerinde öne atılırlar. Bu psikopatların kahraman oldukları anlamına gelmez. Psikopatlar kâr zarar hesabını iyi yapamazlar, beyinleri kusurludur, ön lobları iyi çalışmaz. İyi psikopat yoktur.
Vatandaşın devlete baktığında kirlenmişlik görememesi lâzımdır. Devletin bazı organlarında çalışan personelin şiddeti öven hareketleri kamuoyunda teşhir edilirse, toplumdaki şiddet olaylarının önünü alamayız. O zaman yeni Ogünler, ucuz kahramanlık heveslisi insanlar ortaya çıkar.
* Bazı devlet yetkilileri bu fotoğrafla, “Ogünlerin arkasındayız” mesajı mı vermiştir?
O haberin televizyonlara servis edilme biçimi şüphe ettiriyor. Ya devlet bazı odaklar tarafından zaafa uğratılmak isteniyor, ya da devlet içindeki bazı odaklar bu cinayeti tasvip ettiklerine dair mesaj yayıyorlar. Fakat bu tarz görüntüler, yeni Ogünleri kışkırtmak açısından, onları meydanlara salmak açısından tahrik edici ve tehlikeli olduğunu biliyoruz.
* Bir de bu cinayetten sonra “milliyetçilik şiddettir” anlamına gelecek söylemler ortaya atıldı. Milliyetçilik insanın ruhunu nasıl etkiler?
Milliyetçiliğin tipleri var. Etnik milliyetçilik çok tahrip edici bir şeydir. Bir etnik kimliğin diğer etnik kimliklerden üstün olduğuna dayalı bir önerme bütün dünya için bir hastalıktır ve felâkettir. Türk, Kürt, Sırp milliyetçiliği bütün bunlar insanları böler, ayırır. Bir başkasına tahakküm etmeyi, insanlıktan çıkarıp şiddet uygulamayı meşrulaştırır, ırkçılığın ve milliyetçiliğin şovenliğe katıştığı nokta burasıdır. Bu ciddi bir hastalıktır, tedavi edilmesi gerekir.
* Bunun üstesinden nasıl gelinir?
Türkiye’de milliyetçilik yükselmiyor, Türkiye’de hamaset, kabileciliğe dayalı etnosantrik kültür yükseliyor. Bu da “Benim etnisitem senin etnisiteni döver” demektir. Türkiye’de “Ben senden daha soylu bir kana sahibim” tarzında ilkel bir kabilecilik kültürü yükseliyor. Halbuki milliyetçiliğin her zaman kötü mânâda ele alınması gerekmez. Kültürel anlamda bir milliyetçilikten söz edilebilir. Milliyetçiliğe, “milliyetini ve milletini oluşturan etnik unsurları ayırım gözetmeden sevme, onlarla aynı ruh, aynı ideal etrafında buluşma” gibi tanımlar da getirilebilir. Bunun ayrımcılıkla şovenlikle alâkası yoktur. Burada ırk esaslı bir millet tarifi yoktur. Aynı vatanı ortak ülküler ve idealler doğrultusunda sevme kabiliyeti diyebiliriz...
* Peki Elazığ-Malatya spor maçlarında çıkan tartışmaları nasıl okumamız gerekiyor? Fatih Altaylı, bir yazısında futbol kulüplerinin daimi ve motor görevi gören çoğu taraftarlarını ruh sağlığı yerinde olmayan, madde bağımlısı insanlar olarak tarif etmişti. Olayları başlatanları böyle mi değerlendirmek gerekiyor?
İpsiz sapsız, boşta gezer takımı bu tür karşılaşmalarda daha öncü rol üslenebilir, daha fanatik olabilir... Nefretin psikolojisine baktığınızda, özgüven duygusu zedelenmiş insanların çok daha kolay nefrete savrulabildiklerini görüyoruz. “Boynunu ipten az önce kurtarmış insandan daha zalimini bulamazsın” diye bir söz vardır. Yani insanlar zulme uğradıklarını, aldatıldıklarını, gadre uğradıklarını, bir şeylerden mahrum bırakıldıklarını düşünüyorlarsa, uç ideolojilere ve şiddete savrulmaları çok kolaydır. Hayatta dikiş tutturamamış, kaybedenler kulübüne yazılmış ve ancak futbol takımına aidiyetle var olabileceklerini düşünen insanlar, karşı takımı çok kuvvetli bir düşman olarak algılayabilirler... Ben kendi grubumu bütün kusurlarına rağmen üstün görürüm, karşı grubu da bütün faziletlerine rağmen küçültürüm, onları homojenleştiririm. Kendimi militan bir ideolojiye yaslamışsam da, karşı tarafı düşman hanesine de yazabilirim. Ben onları yok etmezsem, onlar beni yok edecek, o halde onların üzerinde şiddet uygulamam lâzım derim. Nefretin süreçleri böyle işliyor terör de, şiddet de buradan çıkıyor.
* Nefretin aldatılmak gibi psikolojik sebebi olduğunu söylediniz. “Vatan elden gidiyor” söylemleri insanları kışkırttı mı?
Siz ortalığa “Vatan elden gidiyor, ülke satılıyor, ülkeye irtica geliyor, Sevr hortluyor, Ermeniler ülkeyi ele geçiriyor” diye bir propagandaya yaydığınızda, o bomboş olan çocuklar tehdit algılamaya başlıyor ve gerçekçi olmasa da o tehdidi ortadan kaldırmaya yöneliyor. Boş hayatlara elektrik veriyorsunuz, psikopatlardaki kahramanlık dürtüsünü harekete geçiriyorsunuz. Cadı avları milletlerin kendilerine güvenlerinin düştüğü dönemlerde ortaya çıkmıştır. Milletler kendilerine güvenmediklerinde, dışarıda suçlu ararlar. Yabancı, barbar, hain dediğimiz kişiler çoğunlukla kendi benliğimizde kabul etmediğimiz, kendi karanlık taraflarımızı yansıttığımız kişi ya da gruplardır. Türkiye zaman zaman komünistler, sağcılar, İslâmcılar, Kürtler avlandı. Kendi bünyemdeki hastalığı teşhis etmektense, iç düşman meydana getirerek kendi kötülüğümü ve karanlığımı ona yansıtırım, insanlara ‘ben kötü değilim, asıl kötü olan o’ derim...
* Millet değil, devlet kendine güvenmediğinde galiba bu oluyor?
Ya da devlet millete güvenmediğinde... Bütün bu yaşananların Türkiye’yi korku siyasetiyle yönetmek isteyenlerin oyunu olabileceğini de düşünüyorum. Çünkü iki Türkiye var. Dışarı açılmak isteyen, kendi eksiklikleriyle yüzleşmeye hazır, artık atılım yapmak isteyen Türkiye. Diğeri de korku siyasetiyle yönetmek isteyen, içine kapanık belli çıkar odaklarının gemilerini istedikleri gibi yürüttükleri bir Türkiye... Türkiye, artık kabuk değiştirmek, devletle milletin kaynaştığı, dünyaya söyleyecek sözü olan cesur bir ülke olmak istiyor. Bu kabuk değişiminde üzücü olaylar ortaya çıkabiliyor.
* Türkiye’yi insana benzetecek olursak, bir psikiyatrist olarak sizce, Türkiye hayatının hangi döneminde?
Türkiye ergenlik dönemini yaşıyor. Ergenlik dönemi kimlik krizlerinin çok ayyuka çıktığı, kişinin hangi yönü tutacağını bilemediği, kendini tam anlamda konumlandıramadığı, ciddi kimlik fırtınalarının koptuğu dönemdir. Türkiye yeni bir cumhuriyet... Yüzyıllarca yaşamış bir medeniyetin devamcısı, fakat cumhuriyet bir kimlik krizi yaşıyor, Doğuya mı Batıya mı, modernliğe mi, geleneğe mi ait? Hepsinden unsurlar taşıyor. Hem oralı, hem buralı, dolayısıyla insanın dönemine benzetirsek, ergenliğe benzetmek lâzım.
* Hasta adam olmaktan ziyade, Türkiye’yi ergen bir insana benzettiniz, ümitsiz olmamak lâzım galiba?
Asla. Bu topraklar köklü bir geleneği içerdiğine, bu toprakların merhametin toprağı olduğuna, bu topraklarda her zaman bir silkiniş ve diriliş hamlesi gerçekleşebileceğine kuvvetle inanıyorum. Biz, Yunus’un, Mevlânâ’nın dolaştığı toprakların çocuklarıyız. Toprağın altında büyük veliler, gönül insanlarımız var. Bu toprak korunmuş ve korunan bir topraktır. İnsanlarımız yalpalasalar da, kafaları karışsa da merhametin şıkkını işaretleyecek insanlardır. Bu toprağın insanlarının, medyanın kirletici yayınlarıyla kafası karıştırılmış olmasına rağmen, özü itibariyle iyi olduğuna, merhametli olduğuna inanıyorum.
Burada biraz devlete görev düşüyor galiba...
Bölme, ayırma; ırk ekseninde, milliyet ekseninde, ideoloji ve din ekseninde de olabilir. Burada önemli olan, nasıl bir hukuk sistemi benimsediğinizdir. Hukukunuzun diğer azınlıkları, dinleri ve ideolojileri güvence altına alıp almadığı önemlidir. Biz okuduklarımızdan Osmanlı hukuk sisteminin böyle bir güvenceyi sağladığını görüyoruz. Türkiye’nin birleştirici, değişik ideoloji mensubiyetlerinin birbiri üstüne baskı kurmalarını engelleyici hukuk sistemine ihtiyacı var. Bizim hukuk sistemimiz, belki bunları büyük ölçüde güvence altına alıyor, ancak ayrımcı ideolojiler revaç bulabiliyor, ırkçı sloganlar benimsenebiliyor. Özgürlük her şeyin ilâcıdır. Devletin adil olması, bütün ideolojik gruplar arasında mesafesi aynı olması lâzım. Devletin, mümkünse ideolojisinin olmaması lâzım. Devlet “Şuna inanırsanız siz iyi vatandaşsınız” dememeli. Bu toplumu birleştiren ortak değerler tarif edilmelidir.
ÇOCUKLAR VE ERGENLER İZLEMESİN
* Yayın hayatına başlayan Kurtlar Vadisi eleştirileri üstüne çekiyor. Sizce de hukukun dışına çıkan Polat karakteriyle Ogün Samast arasında bir paralellik var mı?
Kurgusal dünyayı gerçek dünyaya bu kadar kolay aktarmayı naif buluyorum. Türkiye’de Kurtlar Vadisi belli odaklar tarafından günah keçisi haline getirildi. Türkiye’deki şiddet olgusundan bir diziyi sorumlu tutmanın çocukça bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu topraklarda göç vardır, geldiği topraklarda tutunamama kaygısı vardır, gençlerin okumaktan ve politikadan uzaklaşmaları vardır. Toplumsal adaletsizlikler vardır. Televizyonlardaki sosyete hayatların insanların gözüne sokulması vardır. Dizilerde cinselliğin beş yaşındaki çocuklara kadar indirilmesi vardır. Medyada ahlâk dışı, batılı tasvir eden haberlerin manşetlere taşınması vardır. Kurtlar Vadisi’nde dönem dönem şiddet çok yüceltmiş olabilir, bunların eleştirilmesi gerekir.
* Yani şiddetin sadece Kurtlar Vadisi’yle sınırlı olmadığını, eleştirilecek bir şey varsa bütünü eleştirmemiz gerektiğini söylüyorsunuz.
Yapılan araştırmalarda çocukluk ve ergenlikte çok fazla şiddete maruz kalmak insanları şiddete daha teşne hale getiriyor, şiddete karşı duyarsızlaştırıyor.
Mesele daha az televizyon seyreden, daha çok kitap okuyan nesiller yetiştirmektir. İnsanların televizyonda izlediklerini gerçek sanmayacak bir zekâya, kabiliyete getirebilmektir. İnsanlar televizyonla gerçek arasında ayırım yapamıyorsa, bizim oturup çok ciddi şekilde düşünmemiz gerekiyor. O zaman bu toplum çok çocuksu bir toplum demektir. Sekiz yaşından küçük çocuklar, gerçekle fanteziyi ayırt edemez. Şiddet içeren programların asla küçük çocuklar ve ergenler tarafından seyredilmemesi lâzım. Ergen çok kolaylıkla idealize edebiliyor...
* Kurtlar Vadisi’ni izleyen ergenler “Vatan elden gidiyorsa, biz de Polat gibi olalım” diyebilir mi?
Kurtlar Vadisi insanların siyasî çağrışımlarla düşünmeye başladığı bir dizidir. O bakımdan da ilginçtir. Pek çok kesimden insanı ekranın başına getirmiştir. İlk başlarda mafya dizisi olarak başlamıştır. Bu mafya dizisi olduğunda ölçüsüz şiddet sahneleri vardı, ben bunları eleştirdim, yazdım, yapımcılarıyla da görüştüm... Daha sonra ölçüsüz şiddet sahnelerin olmadığını tahmin ediyorum.
|