Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

Kemalistler CHP’nin ittihatçı kökenine döndüler

19 Ocak günü Hrant Dink menfur bir saldırıya kurban gitti. Ölümünün ardından cinayetin çete bağlantısı olup olmadığı, yüz bin Türk’ün cenaze töreninde Ermenileri kucakladığı konuşuldu. Bence, asıl tartışılması gereken, olayın arkasında çete bağlantısı olup olmadığı değil, milliyetçilik ve devletin derinlikleridir. Çünkü Dink Türkiye’de “yükselen” demiyorum, “yükseltilen” milliyetçiliğe kurban verildi. Türk Milliyetçiliği üzerine bina edilen devlette bir Ermeni, Ermeni sorunun çözümünde barış elçisi olamazdı. Hrant Dink’in “Benim düşündüğüm kadarıyla, Türkiye’deki derin zihniyet, benim ve gazetemin yapmış olduğu çalışmalardan ve demokratik duruştan rahatsız oldu. Benim sesimi, soluğumu kesmek istiyorlar. Türkiye’nin artık iç ve dış düşmanları kalmıyor. Komşuları düşman olmaktan çıkıyor. Ama derin zihniyete düşman lâzım ki, derinliğini sürdürebilsin” diyordu. İşte konuşulması gereken, bu ülkedeki halkları, inananları veya inanmayanları birbirine düşman eden, aslında bilmeden kendini de köşeye sıkıştıran bu derin zihniyet. Aydınların, düşünürlerin ve gazetecilerin nasıl düşünmesi gerektiğini dayatan, kanla beslenen ve şiddeti araç olarak kullanan derin zihniyet. Hrant Dink bu dayatmaları Anadolu insanın yürekliliğiyle geri çevirmiş ve bunun bedelini hayatıyla ödemiş bir “insan”. Artık bu vatanın evlatları derinlerden gelen seslere kulak asmıyorlar, artık derinlik o kadar aşağılara inmiş ki sesler bile boğuk geliyor. Artık cinayetler toplumsal kamplaşmalara değil, kucaklaşmalara vesile oluyor. Hrant Dink’in canına kasteden menhus ruh, artık görmeli ki, bir Hrant ölüp, bin Hrant oluyor....

Biz de Hrant Dink’in arkadaşı Agos gazetesi yazarı Aydın Engin’le bu cinayetin ardında yatan sebepleri ve geleceği konuştuk. Buyrun...

*Sabiha Gökçen’in Ermeni bir yetim olduğuna dair haber yapan Hrant Dink, “Ondan beri de bana rahat yüzü yok” demişti. Siz yakın bir arkadaşı olarak Dink’in üzerine bu haberden sonra gidildiğini gözlemlediniz mi?

Türkiye’de kendini Ermeni düşmanı olarak tanımlayan, siyasî görüşünü Ermeni düşmanlığı üzerinden yürüten, Ermeni sözcüğünü küfür olarak kullanan kesimler var. Hatta bir dönem bu devletin Bakanlığını yapmış Meral Akşener, PKK’yı karalamak için “Ermeni dölü” diyebilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, sadece Sabiha Gökçen haberiyle olaylar başladı demek doğru olmaz.

*Ermeni sorunu tabiî olarak geçmişe dayanıyor, ancak Hrant Dink’in üzerine gidilmesi noktasından sizce bu haber bir dönüm noktası oldu mu?

Genelkurmay , Türkiye’nin en önemli resmî kurumlarından birinin resmen Hrant’ı bu olaydan dolayı kınaması, Ermeni düşmanlığını benimsemiş insanları cesaretlendirdi. O günden itibaren bazı kesimler harekete geçti. Ben o kesimleri birileri yönlendirdi bile demiyorum, ama siz yeşil ışık yakarsanız, birileri de o yeşil ışıkta geçer diyorum. Kerinçsizler grubunun Hrant’ı mahkemede linç etmeye kalkmaları, Ülkü Ocaklarının Agos gazetesinin önüne gelip “Hrant’ı yaşatmayacağız, Agos’un sesini kısacağız, hepinizi keseceğiz” demeleri, ondan sonra oldu. O yüzden bir dönemeçti.

*Bir yazarın Genelkurmayla muhatap olması bile bence akıl almaz. Ordular dış güvenlikle ilgilenir. Bu tür siyasî veya sosyal konuların muhatapları siviller değil midir?

Bu Türkiye’nin gerçeği. Devletin üst katlarındakiler, neyi, nasıl düşünmemiz gerektiğini kendileri belirlemek istiyorlar. “Böyle düşüneceksin, böyle düşünmezsen suç işlemiş olacaksın, ya da şiddetle kınanacaksın” diyorlar.

*Hrant Dink’te bu şiddet karşısında Türkiye’den ayrılmayı düşünmüş, ancak vatanında kalmayı tercih etmiş bir gazeteci. Sizce Dink öleceğini bile bile mi Türkiye’de kaldı?

Çok tehdit altında olduğunu, yürüdüğü yolda ölümün de bulunduğunu bilen bir arkadaşımızdı. Ona rağmen, bu ülkede kalmayı ve düşündüklerini savunmayı yeğledi. Ancak Türklüğe hakaret ettiği gerekçesiyle aldığı ceza sonrası, “Eğer ben komşularımı aşağılamışsam, komşularımın yüzüne bakamam” diyerek Türkiye’den ayrılmayı düşünmüştü, ancak bu duyguyu çabuk aştı. Bu ayrılma isteği, öldürüleceğinden korktuğu için değildi. Zaten bu yüzden de kendine atılan çamuru temizlemek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmeyi düşünmüştü.

*Bu cinayet sonrası Ermeni asıllı genç arkadaşlarımız “Annelerimizin babalarımızın söylediği gibi Türkiye’de bir şey değişmediğini gördük” düşüncelerine kapıldıklarını söylediler. Sizce Türkiye’de bir şeyler değişmedi mi?

Hrant’ın ölümünden önce, yazılarımı gazeteye dışardan gönderen biriydim. Şimdi işin mutfağındayım ve etrafımda çok az Türk görüyorum. Biz Türkler olaylara Ermeniler gibi bakamayız. Bir Ermeni arkadaşımıza “senin acını paylaşıyorum” demek başka bir şey, o acıyı yaşamak başka bir şeydir. Çocukluğundan beri Türkiye’deki konjonktürel değişimlerde Ermeni olmanın gerçeğini biz yaşamadık. ASALA cinayetlerinin öne çıktığı, Ermeni düşmanlığının fışkırdığı günlerde, anneler okullardan çocuklarını almaya gittiklerinde, onları Kevork diye değil, Ahmet diye çağırdılar. Biz Türkler bunu yaşamadığımız, yüreğimizde o acıları hissetmediğimiz ve ruhumuz yaralanmadığı için olaylara Ermeniler gibi bakamıyoruz.

*Bu konuda haklısınız, ancak Ermenilerle kucaklaşmayan insanlar da var...

Bu cenaze töreninden sonra olumsuz düşünen Ermeni arkadaşlarımızda, o gençlerde bir yürek kabarması oldu. Hıristiyan ve Ermeni olma gerçekliğini çocukluğundan beri yaşayan gençlerin gözünde o cenaze bir dönemeçti. Diyorlardı ki “İlk defa, ilk defa yüz bin Türk Ermenileri kucakladı. İlk defa hilesiz, hurdasız, siyasetsiz bizi kucakladılar. Bu ülkede bir şey olacaktır, biz bu ülkede kalmalıyız, Türk, Kürt, ve Müslüman arkadaşlarımızla omuzdaşlaşabileceğimizi gördük” dediler. Hrant ölümüyle de bir şeye yardım etti.

*Demek ki Hrant Dink’in barışcıl ve insancıl çizgisi bu sorunun çözümünde mihenk taşı olmalı...

Ermeniler açısından bu böyle. Biz Türklerin de sorumluluğu var. “İyi bir cenaze oldu, arkadaşımızı iyi uğurladık, Ermenilerle kucaklaştık, aman ne güzel her şey çözüldü” diyemeyiz. Tam tersine sadece bir kapı açıldığını görmeliyiz. Bu yolun barış taşlarıyla döşenmesinde, Türkiye’nin büyük sorumluluğu var. Cenazenin meydana getirdiği coşkuyu kötü milliyetçi kabarmayı kurutacak bir ülkeye dönüştürmemiz için, bir an önce bir şeyler yapmamız lâzım. Bunu bir cenazeyle sınırlandıramayız.

*Sizce bu cinayetin arkasında bir örgüt var mı?

Örgüt var, ya da yok. Tutun ki yok. Sabiha Gökçen olayından beri Hrant’ın ölümüne giden yolu adım adım hazırladılar.

*Adım adım hazırlayanlar kimler?

Bu açıklamayı yapanlar hazırladılar. Hrant’ı linç etmek için mahkeme salonunu basanlar, Agos’un önüne gelip asacağız keseceğiz diyenler, internet sitelerinde aşağılık hakaretler yağdıranlar, tehdit mektupları yollayanlar hazırladılar. Kendini milliyetçi diye tanımlayan, ruhsal sorunları olduğu anlaşılan bir tetikçiye sadece tetiği çekmek kaldı ve bunu becerdi. Bu yüzden hiç gizli örgüt aramayalım.

*Peki bu adımlar atılırken hükümetin gerekli tedbirleri aldığını düşünüyor musunuz?

Devletle hükümeti ayırarak söylemek istiyorum. Önce devlet Hrant istemese dahi, kendisini korumasının yasal bir zorunluluk olduğunu bilmeliydi. Cinayetten beş gün sonra gazetenin girişine iki tane polis koydular. Devletin görev kusuru var.

Hükümet Ermeni sorunu konusunda temel prensipler üzerinde yürümede başarısız olan, günü birlik politika izleyen, o yüzden de bazen doğru söyleyen, bazen yanlış yapabilen bir hükümet. Seçim yaklaştığı için Ak Parti saflarında milliyetçiliğe prim veren açıklamalar görülmeye başlandı. Ak Parti de yamalı bohça, onun içinde de geçmişinde ırkçı, milliyetçi, militanlıktan gelen insanlar var. Hükümet, Ermeni sorunu Hrant’ın istediği gibi barışçı yoldan çözülmesi konusunda da zikzaglarla yürüdü. Hükümetin devletten gelecek engelleri çok önemsediğini, bunun için de cesur olamadığını gözlemliyoruz. Bu arada Ermenistan’dan gelen dışişleri bakan yardımcısı turist olarak değil, hükümetin dâvetlisi olarak geldi. Burada hükümete alkış tutmak zorundayız. Umalım ve dileyelim ki, arkası gelecek adımlar olsun.

*Hükümet bahsine girmişken, Dink son yazısında 301. madde konusunda Abdullah Gül ve Cemil Çiçek’e eleştirilerde bulunuyordu. Bakanların “301. maddeden kim içeri girmiş ki?” yorumlarını eleştiriyordu. Galiba en büyük bedeli Dink’in kendisi ödedi?

Bir yazarın veya düşünürün içeri atılması şart mıdır? Hükümetin görevi 301 korkusuyla kalemi titreyerek yazan bir yazar varsa, o insanların kaleminin titrememesini sağlamak değil midir? “301 kalkmamalıdır” diyen bu ülkenin Adalet Bakanıydı, Ermeni Konferansı toplandığında “Bizi arkamızdan hançerlediler” diyen Adalet Bakanıydı. Bu Adalet Bakanını hâlâ AKP saflarında tutmak, AKP’ye onur mu kazandırıyor, yoksa hükümete gölge mi düşürüyor? 301 bu kadar önemliydi, kaldırılamazdı da Hrant öldükten sonra Babacan ve Gül, “301’i kaldırmak veya düzenlemek zorundayız” dediler. Bu değişiklik için Hrant’ın öldürülmesi mi gerekiyor.

*Hükümetin dâvetlisi olarak gelen Ermenistan dışişlerinde danışman olan Özararat, “Ermeni sorununun çözümü için Türkeş olsaydı, iyi olurdu” gibi bir açıklama yapmış. Ben bu açıklamayı anlayamadım. Siz anladınız mı?

Ben adamcağızın ne dediğini, bu telâş içinde duymadım. Pek akla uygun bir laf gibi gelmiyor. Türkeş Türkiye’nin halklar mozaği olduğunu söyleyen bir işadamına “Ne mozayiği lan, mermer, mermer” diyen bir adamdır. Dolayısıyla bir çeviri hatası yoksa, saçmalamış deme ihtiyacını duyuyorum.

*Hrant Dink’in cinayete kurban gitmesi sonrasında medyada bir duyarlılık hasıl oldu. Sizce medya Dink’e daha öncede duyarlı mıydı?

Hrant olsaydı Türkiye medyasının cenazeden sonraki tavrına bakar, “Kızmayalım onlara, zamanında sahip çıkmadı diye buraya geldiyse, bu çok iyidir. Geç oldu, ama iyi oldu” derdi.

Bugünlerde meslektaşlarımı kınamak ve eleştirmek istemiyorum. Ama sorunuzun cevabı hayır yalnız bıraktı. Türkiye medyası Hrant Dink’in olaylı mahkemelerini haber yaptılar, ancak “Agos ne diyor? Eğer bunlar doğru fikirlerse, bunu yaygınlaştırmalıyız” demediler. Bugün Hrant’a sahip çıkan yaygın medya, Hrant'ın görüşlerini daha da yaygınlaştırmak konusunda bir şeyler yapabilirdi.

Hrant’a ölümünden önce yapılan saldırıları tarafsız gazetecilik açısından değerlendirmek doğru değil. Demokrasi ve barışın tarafında olmalıyız. Yangın ve itfaiyeci arasında taraf olunmaz. Yangından yana olamayız. Cinayeti işleyen gençleri, bu cinayete iten bataklığın kendisinden bahsedilmiyor, sivrisineklerden bahsediliyor.

*Ertuğrul Özkök, geçenlerde bir yazı kaleme alarak, bu cinayetten sonra milliyetçiliğin aşağılandığını, ancak milliyetçiliğin o kadar da kötü bir şey olmadığını yazdı. Siz ne söylemek istersiniz?

Lâfı gevelemeden söylemek istiyorum, milliyetçilik kötü bir şeydir. 2007 yılında milliyetçiliğin ve ulusal çıkar dediğimiz kavramların geride kaldığı, çağdışı bir ifade olduğunu, birilerini yaralasa da cesurca ifade etmeliyiz. Henüz o bilinç duruluğuna kavuşamamış kişileri veya kurumları yaralasa bile... Milliyetçilikle yurtseverlik arasında hiç de ince olmayan bir çizgi vardır. Milliyetçiliğin benimsemiş olduğu, “Benim milletim iyidir, geri kalanlar kötüdür” anlayışı geri kalmış bir düşüncedir. İster Ermeni, ister Türk, ister Kürt milliyetçisi olsun, milliyetçilik dönemini kapatmıştır.

*Milliyetçiliğin eleştirilmesinden rahatsız olan, bilinç duruluğuna sahip olmayan kişiler veya kurumlar kimler?

Eskiden MHP şemsiyesi altında toplanmış, ülkü ocaklarında gençlik örgütünü bulan, kökeni 1930’larda Hitler ırkçılığından esinlenen Türkçülük hareketidir. Daha eskiye giderseniz, İttihat Terakki Türkçülüğünün bu topraklardan Türk olmayanları kazıma politikasını da buna dahil edebilirsiniz. 1915 olayları bunun yansımasıdır.

Bu akım 1960’larda siyasal örgütlenme imkânı bulan dar, marjinali şiddete tapan bir çizgiydi. Genel kamuoyunda kabul görmüyordu. Acıdır ki, kendini bir zamanlar solcu, ilerici çağdaş olarak ifade eden Kemalistler de kendilerinin bile fark etmediği bir hızla yurtsever değil, milliyetçi konumlara kaydılar. Adeta CHP’nin İttihatçı kökenine döndüler. Burada askerî kanattan da, sivil kanattan da destek gördüler.

*Peki milliyetçilik Türkiye’yi nereye götürür?

Şiddete tapan bir topluma götürmesi çok tehlikeli. Milliyetçilik ve şiddete taparlık, galiba doğası gereği akraba. Ancak şu anda milliyetçi düşüncenin devlet katında bile himaye gördüğünün ip uçları var.

*Mahkeme safahatında Dink’e saldıranların, Agos gazetesi önüne gelip “Sesinizi keseceğiz” diyenlere soruşturma açılmaması da bir koruma galiba?

Bir yargılama sırasında tekme, tokat, tükürük atmak, hakimin üstüne gitmek ve mahkeme salonunu linç salonuna çevirmek suçtur. Agos’un önünde “Ermenileri asacağız, keseceğiz” demek suçtur. Bunları bilmek için alim olmaya gerek yok.

*Burada derin bir koruma mı var ?

Yeşil ışık yakmak yeterlidir. “Biz de böyle düşünüyoruz” demek sırtını sıvazlamaktır, özendirmektir. İlla organik bir bağ aramak zorunlu değil, belki de vardır, bilemem.

Hasan Hüseyin KEMAL

29.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (22.01.2007) - Reklâmlar farklı bir hayat dayatıyor

  (21.01.2007) - Bu toprakları gömülmek için istiyoruz

  (16.01.2007) - Risâle-i Nurda entelektüel emek var

  (15.01.2007) - Alper Görmüş: Tankları görünce coşan gazeteciler var!

  (08.01.2007) - Nadire Mater: Özgürlük mücadelesine devam ediyoruz

  (07.01.2007) - Döviz büroları zorda

  (05.01.2007) - “Yeni Asya’nın çok emeği var bende”

  (04.01.2007) - Frekans kaosu bitsin

  (03.01.2007) - “İşimiz konuşmak olmasaydı susmayı tercih ederdik”

  (02.01.2007) - Kur’ân’ı öğrenmek yasaktı

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004