Nadire Mater’le görüşmek için Bianet’in (Bağımsız İletişim Ağı) Taksim’deki binasına gidiyorum. İçeri girdiğimde Nadire Mater’in evine hırsız girdiği ve Mater’in polise yardımcı olmak için karakolda olduğu söyleniyor. Kısa bir bekleyişten sonra Mater geliyor. Kendisinin anlatımıyla olay hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Evleri orta katta ve iki kapı var. Hırsızlar ses çıkarmışlar, ama kimse duymamış. Asıl üzücü olan Mater’in bilgisayar kasasının hırsızlar tarafından götürülmüş olması ve bilgilerin kopyasının başka bir yerde kayıtlı olmaması. Nadire Mater, “Siz siz olun belgelerinizi, yazılarınızı sadece bilgisayarda saklamayın” diyor...
Bianet hak ihlallerini haber yapan, insan hakları konusunda seminerler düzenleyen, gazeteciliğin etik kurallar çerçevesinde yapılmasını özendirmek için kurulmuş bağımsız bir iletişim ağı. Biz de bu ağın danışmanlığını yapan Nadire Mater’le Türkiye’deki ifade özgürlüğünü, yargının demokrasi yolundaki tutumunu, merkez medyada yaygın hale gelen yalan haberciliğin sebeplerini konuştuk. Yalan habercilik konusunda Mater “Gazeteci utanmayı bilmeli” diyor. Tabiî bu konuların yanında geçen günlerde gündeme gelen bianet’in yurtdışından desteklendiği ve TC devletinin altını oyanlarla işbirliği yaptığı iddiasının cevabını birinci ağızdan aldık.
Nadire Mater Türkiye’de muhalif olduğunu söylüyor... Neden muhalif, gelin beraber dinleyelim....
* Düşünce ve ifade özgürlüğüyle ilgili dâvâlara baktığımızda bazen olumlu sonuçlarla, bazen de mahkûmiyet kararlarıyla karşılaşıyoruz. Sizce düşünce hürriyeti mücadelesi Türkiye’de zor mu?
Her zaman zor. Bir gün üç dâvâ vardır, üçü de beraat eder rahatlarız, ama başka gün, yine aynı konuda dâvâ açıldığını görür, karamsarlığa kapılırız.
Geçen Bağcılar Adliyesi’nde Abdurrahman Dilipak, İpek Çalışlar, Ahmet Altan’ın duruşmaları vardı. Savcı arkadaşlarımız beraatini istemekle kalmadı, tavır belirterek düşünce özgürlüğünün temel insan hakkı olduğunu ifade eden bir mütalâa sundu.
* Ama başka savcılar da dâvâ açıyor...
Evet, haklısınız. Dikkat ederseniz, dâvâ açılan isimler toplumun iyi bildiği isimler, köşe yazarları, romancılar. Böyle olunca da ortaya daha vahim sonuçlar çıkacağını düşünüyorum.
*Yani tehdit mi hissediyorsunuz?
Evet. Genç gazeteciler bundan ders çıkarırlar ve kendi kendine sansür yaparlar. İsmet Berkan’a açılan dâvâ Radikal’deki bir muhabirin otosansürünü güçlendirmesine yol açabilir. Otosansür, sansürden daha tehlikeli bir şey. Sansür olunca, özgürlük alanımızı genişletme mücadelesi veriyoruz. Ancak otosansür özgürlük alanımızı daraltıyor.
Beni rahatsız eden bir konuda savcılığa yapılan suç duyurularında ayrımcılık yapılması, benim başvurularım önemsiz bulunurken, Kerinçsiz’in ve arkadaşlarının başvuruları dikkate alınıyor. Tabiî bazı kurumlar da bunun içinde...
* Bazı kurumlar derken..
Burada orduyu kast ediyorum, Genelkurmay Başkanlığını kast ediyorum. Yedi yıl önce yayınlanan “Mehmed’in kitabı” adlı kitabım yüzünden Genelkurmay Başkanlığı Beyoğlu Adliyesine suç duyurusunda bulunmuştu. Yazının Adliyeye ulaştığı günle, dâvânın açıldığı gün aynı. Türkiye’de kurumlar içinde özgürlüğe karşı direnen insanlar var. Yargı da olumlu örnekler olduğu gibi, olumsuz örnekler de mevcut.
*Yani yargının yorumlarında bir insan hakları standardı yok..
Onun için de düşünce özgürlüğü ile ilgili maddelerde yoruma daha az meydan bırakacak özgürlükçü açılımların yapılması gerekiyor.
* Sizce otosansür özgürlük mücadelesini yeterince içimize sindiremediğimizden mi, yoksa güç karşısında güçsüzlüğümüzden mi kaynaklanıyor? Gençler olarak ‘Hep böyle mi devam edeceğiz?’ diye sormadan edemiyorum...
Dileğimiz, daha az üzüldüğümüz, hak ihlâllerinin giderek azaldığı, ifade özgürlüğü üzerine, gazetecilik üzerine ‘daha iyisini nasıl yaparız’ı tartışacağımız günlere gelmemiz. Bu olmadıkça, biz ihlâlleri konuşmaya devam edeceğiz. Umutsuzluğa kapılmıyoruz, eğer umutsuz olsak ‘ne yapalım’ der, yerimize otururduk. İkimiz bu konuyu konuştuğumuza göre, bir derdimiz var ve bu mücadeleye devam edeceğiz. (gülüyoruz)
*Bir de yargı, sivil yöneticilerin eleştirilmesini olağan karşılarken askerlerin eleştirilmesini suç sayıyor. Burada bir adaletsizlik yok mu?
Ama askerler siyasî değil, o yüzden uymuyor zaten... Şimdi tabiî ki ifade özgürlüğünün ve eleştirinin bütün alanlar için geçerli olması gerekiyor. Otosansürü biz öncelikli olarak orduyla ilgili yazılarımızda yapıyoruz. Dikkatli yazman gerekiyor...
* ‘Dikkatli yazmak gerekir’ derken “Ordu yıpranır, eleştiri yapmamamız gerekiyor” mu demek istiyorsunuz?
Tabiî ki öyle söylemek istemiyorum. Haber yaparken de, yazı yazarken de sadece yazının o kelimesi, bu kelimesi değil, konular meselesinde de “o konuya girmeyeyim” deyip kendimizi kollamak durumundayız. Bu konuda en çok hassasiyet gösterdiğimiz konu ordu. Bu hassasiyeti göstermeyebilirsin, varolan yasaların sana tanıdığı özgürlükleri kullanabilirsin de, ancak sonunda başına ne gelir bilemeyiz. Bu hiçbir şey yazılmıyor, çizilmiyor demek değil, tabiî ki yazılıp çiziliyor. Ama ne zaman, nerede başına ne geleceğini bilmek zor...
*Tabiî bunlardan bir tanesi dâvâlarla uğraşmak. Dâvâlar yazarları yoruyordur değil mi?
Biz işimizi yapacakken avukatla uğraş, mahkemeye git, savunma hazırla, bu kamuoyu için önemli hale gelirse, medya için demeç hazırla... Romancıysan romanını yazacağına bunlarla uğraşıyorsun. Mahkemede yüzde beş yüz beraat edeceksin diye bir şey yok. Yargılanıp hüküm de giyebilirsin. Bunlar hep stres kaynağı.
*Bu röportajı okuyan ve ifade özgürlüğünün genişlemesini istemeyen insanlar, “Oh be biz istediğimiz yapabiliyoruz, onları otosansüre sürükleyebiliyoruz” diyebilirler mi?
Bence demesinler, diyenler olursa düşünsünler, çünkü Türkiye’de özgürlükten yana olan insanlar gün geçtikçe çoğalıyor. Biz özgürlük mücadelesini vermeye devam ediyoruz. İfadenin açıklanmasının ve dillendirilmesinin son derece kıymetli bir şey olduğunu insanların bilmesi gerekiyor. Özgürlüklerin ve hakların hiyerarşik bir sıralaması yoktur, ancak ifade özgürlüğü onların üstünde bir yerde duruyor. Çünkü ifade özgürlüğü olmasa, diğer hak ihlâlleri hakkında da konuşamayız.
*Okur veya izleyiciler sizce habere sahip çıkıyorlar mı? Haberlere eleştiri getirebiliyorlar mı?
Türkiye’de bu ayak çok güçlü değil. Haber alma hakkımızın kıymetini ifade etmiyoruz. Bu konu üzerine konuşanlar da yine gazeteciler. Gazetenin köşeleri kimsenin malı değil. O köşeler hepimizin. Biz o köşelere müdahale etmek, itirazlarımızı söylemek, tartışmak ve haber alma hakkımızı sonuna kadar savunmak durumundayız...
*(Nadire Hanım’ın önündeki not defterinde ‘susmak öğretiliyor’ cümlesini okuyorum) Sizin de not aldığınız gibi Türkiye’de susmak mı öğretiliyor?
Biz bir çığlıkla doğuyoruz, ancak bizim daha çok susmamız yönünde telkinler yapılıyor. ‘Söz büyüğün, sus küçüğün’ atasözü bunu açıklıyor. Evde önce baba, sonra anne, sonra çocukların söz hakkı var. ‘Sükût altın söz gümüş’... “Sus çocuğum” lâfı bize çok söylenen bir cümle. Bu da okulda öğretmen öğrenci, işyerinde amir memur, toplumsal hayatta yoksul zengin sıralamasını getiriyor.
* Tabiî genelde düşündüğümüz de önce devlet, sonra birey konuşabilir yargısı ortaya çıkıyor değil mi?
Aslında bunu uzatabiliriz. Hiç, ‘konuş çocuğum’ denmiyor... Üniversitelerde soruyorum, ‘Bir habere öfkelendiğinizde haber kanalına tepkisini veren var mı?’ diye. Aldığım evet cevabı yüzde bir... Bunu yapmıyoruz. Yaptığımız zaman da, aldığımız tepkiler vazgeçirmek zorunda bırakıyor.
*Siz böyle bir tepkiyle karşılaştınız mı?
Bir kanalda, ne kadar yetkili olduğunu bilmediğim bir kişiye eleştirimi iletmek için ulaşmam, yarım saatimi aldı. Haberde sürekli silâhla ateş eden bir el gösteriliyordu. Ben de bu görüntünün neden bu kadar sık kullanıldığı konusunda itirazımı belirttim. Konuştuğum yetkili “Neyi göstermeliydik?” diye bana bağırdı. “Ben beş satırlık bir haberi defalarca görmek istemiyorum” dedim. Hiç önemli değil, böyle bir haberle karşılaştığımda gene arayacağım.
*Böyle gereksiz abartıların dışında bir de son zamanlarda merkez medyada yalan habercilik yaygınlaştı. Yalan haber karşısında gazetelerin hiç tepkisi yok. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yalan haber meselesini düşünmemiz gerekiyor. Bu bazen hükümetleri eleştirmek için, bazen de bilmediğimiz bir köyde tanımadığımız insanlar üzerine yalan kurgularla ortaya çıkıyor. Muhabirler bunu çok yapıyor.
*Nasıl yani, muhabirin yalan haberlerinin ortaya çıkması işten atılma tehlikesini gündeme getirmez mi?
Muhabir allıyor pulluyor haberi, yalan da olsa ilginç hale getiriyor ve gazeteye girmesini sağlıyor. Gazetelerin yalan habere karşı bir etik biriminin olması gerekiyor. Bunu da yapamıyoruz, çünkü Türkiye’de biz gazeteciler örgütlü değiliz. Birbirimizi kontrol etmiyoruz. Gazeteciliğe başladığım Yeni Asır’da şunu gözlemledim; eğer sen üç beş gazeteci otururken birini eleştirirsen, birkaç gün sonra da senin haberin eleştirilecek demektir. Haberlerimizin eleştirilmesini istemediğimiz için, birbirimizi eleştirmiyoruz, o da yalan haberciliğe kapı açıyor.
Medyanın sorunlarından bir tanesi de cehalet. Biz yazmaktan okumaya zaman bulamıyoruz. Bilgimizi gündelik şeylerle oluşturuyoruz. Onun üstüne bir şey katmak için ya zamanımız olmuyor, ya halimiz olmuyor, ya da derdimiz değil.
*Yalan haberleri cezalandıran bir kurumsal yapı yoksunluğundan mı kaynaklanıyor bunlar?
Ben cezalardan yana değilim, ama dediğiniz gibi utanma... Yalan haber yapan gazetecilerin utanmayı bilmesi gerekiyor.
*Dış dünya ile bağları olan gazetecilerin ve yazarların daha rahat konuştuklarını görüyoruz. Bu yazarların dâvâlarının daha yakından takip edildiğini görüyoruz. Bu haksızlık değil mi?
Biz izliyoruz, ama yüzde yüz başaramıyor olabiliriz. Dâvâların takip edilmesi kişinin bunu çevreye duyurmasıyla da ilişkili. Elif Şafak’la ilgili bir dâvâ açıldığında bunu dünyaya duyurmak daha hızlı oluyor.
Basın Konseyi gazetecilere yapılan haksızlıklar konusunda her kesime eşit durarak raporlar hazırlamaya başladı. Hiçbir şey bundan on yıl önceki gibi değil. Toplumun her kesimi birinin ifade özgürlüğünün ihlâli benim ifade özgürlüğümün ihlâlidir anlayışıyla yaklaşmalı. Türkiye bu konuda iyi gidiyor.
* F tipi cezaevine karşı açlık grevi yapan Behiç Aşçı için Meclis Başkanıyla görüşen sivil toplum örgütlerine baktığımızda farklı kesimlerin bir araya geldiğini görüyoruz. Acaba önceden diyalog kanalları kapalı mıydı?
Yıllar önce Mazlum-Der’in Sivas olaylarında yazdığı rapor neredeyse “iyi oldu” demeye getiriyordu. Böyle bir rapor yazan kurumla insan hakları alanında çalışan başka bir kurum ortak hareket edemez. Bana sorarsanız, şu anda Mazlum-Der’in raporları uluslar arası standartlara yaklaşan bir düzeyde. Bence sadece Mazlum-Der değil, bütün sivil toplum örgütleri insan hakları mücadelesinin nasıl yapılacağı konusunda kendilerini geliştiriyorlar.
*Bu demokratikleşme bazı kesimleri ürkütüyor galiba?
Ben herkes eğitiliyor diye düşünüyorum.
TÜRKİYE’DE MUHALİF BİRİYİM
*Bağımsız İletişim Ağı’nın (Bianet) danışmanı olarak kaynaklarınızın yurtdışından desteklendiği ve Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertmek isteyenlerle işbirliği yaptığınız konusundaki iddialara ne söylemek istersiniz?
Sivil toplum kuruluşlarının fonlardan yararlanması son yıllarda ortaya çıkan bir durum. Biz de iki dönemdir AB fonlarından yararlanıyoruz. Bu fonlardan yararlananlar arasında Millî Eğitim, Sağlık ve Aileden Sorumlu Bakanlıklar var. Üstelik bizim aldığımız destek TC devletinin aldığından daha az. Bunlar neden yazılmıyor da bazı vakıflar ön plana çıkarılıyor anlamıyorum. Burada bir kasıt var...
*Size yöneltilen kasıt nedir?
Dâvâ açmak meselesinde olduğu gibi, bizi meşgul ediyorlar. Biz Türkiye’de yapılmamış bir iş yapıyoruz. İfade özgürlüğü, kadın, çocuk ve insan hakları konusunu izliyoruz. Haberlerimizi bu ihlâller üzerine inşa ediyor, yerel medyayı bir araya getirmeye çalışıyoruz. Bu konuda bizi sevmeyenler var.
*Daha açık konuşmak gerekirse Soros’un sizi desteklediği konusunda dedikodular var...
Soros bizi desteklemedi ve para almadık. Ayrıca ben Soros’tan fon alınmasına karşı değilim.
*Belki de Soros’un bazı rejimleri STK ayağıyla devirmeye yardım ettiği yönündeki izlenimler bazı insanları rahatsız ediyor olabilir mi?
Böyle iddialar var. Soros Türkiye’ye gelip ne yapacak? Soros bana para vererek Türkiye’de devrim mi yaptıracak? Muhalif gruplar, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ben de Türkiye’de muhalif biriyim. Biz muhalif gazetecilik yapıyoruz demiyorum. Biz, yaygın medya dışında örnek oluşturmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken uluslar arası gazetecilik ilkelerine göre hareket ediyoruz. Bunun adı Türkiye’de muhalefet oluyor. Demokratik bir mücadele verdiğimiz için muhalefet oluyoruz. Ben demokratik mücadelemi vermek istiyorum. Benim param yok, devletin kamu fonlarından yararlanmam gerekiyor. O zaman devlet bana fon versin. Biz fon aldığımız için bütün harcamalarımızı kayıt altına alıyoruz ve devlete vergi veriyoruz. Meselâ Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı bana fon versin. Ben işimin haricinde bir de tekstil fabrikası kuramayacağıma göre, enerji işine atılamayacağıma göre fon alacağım. Ayrıca fon alırken, projenize neyi ne zaman yapacağınızı madde madde yazıyorsunuz. Kabul edildiğinde, siz yazdıklarınızı yapıyorsunuz, yoksa bunun dışında AB bize müdahale etmiş değildir. Ben yayında gayet bağımsızım. AB bana “parayı veren düdüğü çalar” demiyor. Biz, bize karışandan para almayız, bu kadar basit.
|