Lalalar değil de Atabeyler
Bazen üzerinde yaşadığımız bu güzel vatanı, birçok gariplik ve enteresanlıkların yaşandığı bir memleket olarak görüyorum.
Birçok kişi ülkemizdeki genel ve olumlu havanın bozulmasının başlangıcını Danıştay saldırısı ve ardından düzenlenen provokasyonlar olduğunu ifade ediyor. Bu saldırıdan önceki ülke gündemine bakacak olursak Diyarbakır olayları, Şemdinli Vak'ası, Van Savcısının ihracı, Emniyet’teki görev değişiklikleri gibi konularda, nispeten hükümetin seyirci kalan ve rüzgâr önünde savrulan bir görünümü var.
Bu savrulan görüntü ne zamandan beri var diye baktığımızda ise, hükümetin giderek AB vizyonundan ve misyonundan uzaklaşmasına yani müzakere tarihi almamızdan bir gün sonraya kadar götürmek mümkün. Bu uzaklaşma yalnızca hükümete değil, henüz sağlam temel ve teamülleri oluşmamış demokrasimizi de test ediyor. Bu öyle bir test ki, insanın zihninde her kapının arkasında bir çete veya silâhlı toplum kuruluşu oluşturulduğu izlenimini veriyor. Yine bu kuruluşlardan bazıları emniyet operasyonlarından açığa çıktı ve anlaşıldığı üzere kendilerini Atabeyler olarak adlandırıyorlar. İnsan, kendilerine neden bu adı yakıştırıyorlar diye sormadan edemiyor. İnternet kavramlar sözlüğüne (dallog.com) baktığınızda, Atabey veya Atabeg’lerin özellikle Selçuklularda sultan oğullarını, “dinî, millî, manevî ilimlerin yanında; idarî, malî, askerî ve siyasî işleri öğretmek için, ümeradan birini atabeg (atabey) unvanıyla muallim tayin ederler ve istikbalin hükümdarlarını en iyi şekilde yetiştirmeye çalıştıkları” anlaşılmaktadır.
Yine aynı sitedeki kayıtlara bakıldığında, bu atabeylerin kendilerini atayan sultanlara rağmen nüfuz alanlarını genişlettikleri ve kendi devletlerini kurdukları anlaşılmaktadır. Yani Selçuklu örneğinde, devletin bekası için şehzadenin müşavirliğine atanan bürokratların kontrolden çıkıp, kendi devletlerini kurmaları sebebi ile olacak ki, Osmanlı, benzer görevleri yapan kişilere “lala” demiştir. Bildiğim kadarıyla Osmanlı’da kendi devletini kuran bir lala çıkmadığından, kamuoyunun öğrendiği son çete üyelerinin kendilerine “Lalalar” değil de “Atabeyler” demeyi tercih etmeleri çok manidardır. Ayrıca bu Atabeyler, apartman katında krokiler çizecek, C4 patlayıcı ve çeşitli mühimmat bulunduracak kadar da iyi çocuklar(!)
Danıştay saldırısı ve ardından sahnelenen provokasyonla bulandırılmak istenen zihinlerin güvenlik veya özgürlük ikilemi yaşaması arzulanıyor. Bu psikolojik harekâtın temeli ise, materyalist felsefe gereği insan kendisini ve yakınlarının güvenliğini her şeyin üzerinde tutacağından, özgürlükten fedakârlık edeceği hipotezi yatmaktadır.
Yalnız tüm bunlara karşı yine bu topraklardan “Ekmeksiz yaşarım, fakat hürriyetsiz yaşayamam” diyen yiğitler de çıkmıştır. Yine malûm olduğu üzere özgürlükten vazgeçerek yaşamak, giderek başkalarının emri altına girmeye ve onların güvenliğini ve ekmeğini büyütmeye hizmet etmekten başka işe yaramadığı gibi, güvenlik ve ekmeği de garanti etmemektedir.
Milletin ve devletin sorumluluğunu taşıyan hükümet, memleketi sokulmak istendiği kaotik durumdan hasarsız çıkarması için, ilk olarak AB vizyonunu yeniden ele almalı bunun için de ilk olarak AB ile ilişkilerden sorumlu bir bakan atamalıdır. Bu şekilde gündemin gerisinde değil, gündemi belirleyen bir irade olarak inisiyatifi ele alabilir.
|
Emin Talha KARAMUSA
05.06.2006
|
|
“AB müzakere sürecinde sivil-toplum diyaloğu”
Dışişleri Bakanlığı ile AB Genel Sekreterliği bürokratları, TBMM AB Uyum Komisyonu üyelerine, “AB Müzakere Sürecinde Sivil-Toplum Diyaloğu” konusunda sunum yaptı.
TBMM’nin Avrupa Birliği (AB) müzakere sürecinde, sivil toplum diyaloğu bağlamında üstleneceği önemli rollere malî kaynak bulabilmek için gerekli projelendirme çalışmalarında bulunarak bu sürece dahil olması gerektiği vurgulandı.
Bilgilendirmenin iki boyutu bulunduğunu anlatan AKP Milletvekili Yaşar Yakış, “Birinci boyutu, milletvekillerinin kendi seçim bölgelerinde halka AB sürecini anlatırken neleri ön plana çıkaracakları, diğeri de yurtdışı resmî gezilerinde o ülkenin kamuoyunun nasıl aydınlatılacağı konularıdır” dedi.
Sunumda TBMM’nin sivil toplum diyaloğu bağlamında üstleneceği önemli rollere malî kaynak bulabilmek için, gerekli projelendirme çalışmalarında bulunarak bu sürece dahil olması gerektiği ifade edilirken, CHP İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu, Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin zayıflatıldığını belirterek, buna örnek olarak DİSK’in üye sayısının 40 binlere düşmüş olmasını gösterdi. Sivil toplumun güçlendirilmesi için en önemli görevlerden birinin medyaya düştüğünü kaydeden Hacaloğlu, “Avrupa’nın en yozlaşmış medyası bizde. Medya, sivil toplumu desteklemeli” diye konuştu.
|
05.06.2006
|
|
“Şu AB Neyin Nesi? IV-Avrupalı Türkiye”
TURKAB (AB-Türkiye İşbirliği Derneği) “Şu AB Neyi Nesi? IV-Avrupalı Türkiye” adıyla yeni bir kitap yayınladı.
TURKAB’ın bilinçlendirme serisinin ilki olan “Şu AB Neyi Nesi?” kitabı genişletilerek, sürekli değişen Avrupa Birliği gelişmeleri güncel olarak yansıtıldı. Serinin son kitabı “Şu AB Neyin Nesi? IV-Avrupalı Türkiye” yakın dönem gelişmeleri de kapsayacak şekilde genişletildi. Basit bir dille hazırlanan kitap, toplumun her kesimine hitap edebilecek, AB konusunda bilgi sahibi olmayan bir kişinin kolaylıkla yararlanabileceği bir kaynak niteliğinde. Kitap, AB konusunda genel bilgiler, tarihi gelişim, genişleme süreci, AB kurumları, yapısı ve yönetimi, üyeleri, AB politikaları (eğitim-kültür, tüketici, sosyal politika ve istihdam, ortak tarım ve balıkçılık, çevre politikaları, KOBİ’ler, enerji, rekabet vb.) ve AB değerleri konuları ile AB-Türkiye ilişkileri, Kopenhag Kriterleri, Türkiye’nin AB entegrasyon süreci, müzakerelerin aşamaları, nasıl olacağı konuları yer alırken son bölümünde ise Avrupa Anayasası ve Avrupa Birliğinin geleceğine değiniliyor. Ülke bilgileri, haritalar, istatistiksel tablolar ve resimlerle görsel olarak da zenginleştirilen kitap Mart 2006’da basıldı ve ücretsiz olarak dağıtılıyor.
|
05.06.2006
|
|
Hukukçulardan “İletişim Özgürlüğü İdmanı”
Medya alanında çalışan avukatlara yönelik ikinci “İfade Özgürlüğü Atölyesi” 27-28 Mayıs’ta gerçekleştirildi. Fikret İlkiz’in, TCK, TMY, RTÜK’e ilişkin sunuşları ardından 30 hukukçu atölyelerde habercileri savunma yaklaşımları üzerine çalıştı.
IPS İletişim Vakfı’nın sürdürdüğü “Medya Özgürlüğü ve Bağımsız Gazetecilik İzleme ve Haber Ağı” (BİA²) projesi çerçevesinde avukatlara yönelik olarak tasarlanan “İfade Özgürlüğü Atölyesi”ne Türkiye’nin 15 şehrinden 32 hukukçu katıldı.
İletişim Hukukçusu İlkiz’in ele aldığı konuların başlıklarını, “TCK ışığında düşünceyi ifade özgürlüğü”, “TCK ışığında basın suçları”, “TCK ışığında hakaret”, “TCK ışığında ‘devlete karşı’ işlenen suçlar” konusunda ve “RTÜK uygulamaları” oluşturdu.
BİA², İfade özgürlüğü alanında çalışan avukatlara yönelik ilk Hukukçu Atölyesini Eylül 2004’te gerçekleştirmişti.
|
05.06.2006
|
|
AB sürecinde güçlü ve zayıf tezler
Türkiye’nin AB yolculuğu güç bir dönemden geçiyor. Rahatsız edici pek çok olayla engellenmeye çalışılıyor.
İçte ve dışta AB’ye girmemizi isteyenler olduğu gibi istemeyenler de var. Bir mücadeledir sürüp gidiyor. Bu mücadelede tüm tarafların ortak noktası, tezlerini toplumumuzun millî ve manevî değerleri üzerinden yürütmeleridir.
AB’deki Türkiye taraftarları bu değerlerimizle birlikte bizi kabul edeceklerini ve bunun kendileri için de bir zenginlik olacağını söylerken; Türkiye karşıtları ise yine söz konusu değerlerimiz sebebiyle bizi istememekte ve nüfusumuzdan çekinmektedirler.
Ülkemiz içinde de AB’yi isteyen ve istemeyenlerin tezlerine baktığımızda yine ortak noktayı millî ve manevî duygular genel itibariyle dinî duygular oluşturuyor.
Ülke içinde AB’yi isteyenler, doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu iyice içselleştirip, özünde barındırdığı demokrasiyle Avrupa’ya adım atıldığında, değerlerimizin orada büyük bir hüsnü kabul göreceğini belirtmektedirler.
Ülkemiz içinde AB’yi istemeyenler iki grupta incelenebilir. Kendilerini dinin sözcüsü gibi gören bir kısım dinî gruplar AB’nin dinî değerlerimiz açısından zararlı olacağı tezini savunurken; enteresan olan, söz konusu duygularla alâkası olmayan grubun da aynı gerekçeye sarılarak -yani dinî duyguların zarar göreceği gerekçesi- AB karşıtı olmasıdır.
Tüm bu grupların tezleri içinde inandırıcı olmayanı, en anlaşılmaz ve zayıf olanı, AB karşıtı olan son kesime ait tezdir. Diğer AB karşıtı tezlerin hiç olmazsa izah edebilecekleri bir yönleri varsa da, bu son kesimin tezlerini nasıl savunabileceği gerçekten meraka değer! Hem toplumun değer yargılarına karşı ol, hem de AB’ye girersek bu değer yargılarının aşınabileceği gibi yüksek hassasiyet(!) göster.
Kanaatimce AB karşıtlığının özünde, şimdiye kadar kendileri tarafından yürütülen Avrupa ile ilişkilerde artık toplumun büyük bir kesiminin de ortak olacağı endişesi yatmaktadır.
|
Prof. Dr. Gürbüz AKSOY
05.06.2006
|
|
Türkiye modern bir İslâm ülkesinin en güzel örneği
“Türkiye’nin büyüklüğü, mevcut AB ülkelerinin vatandaşlarını ürkütüyor. Çünkü Türkiye nüfusuyla bütçeden alacağı büyüklükle endişe oluşturuyor. Türkiye’nin bütçeden alacağı pay çok olacak. Bu açıdan Türkiye’nin AB’ye katılımı küçük bir ülkeninki gibi olmayacak, tabiî olarak bu mantıklı görünen bir eleştiri.
“Türkiye, saklanması gereken bir ülke değil, başarı hikâyeleri var. Avrupa’ya topyekûn çıkın, başarı hikâyelerinizi herkese anlatın. Bunu yaparsanız önyargılar biter, itirazlar ortadan kalkar. AB yolculuğunda Türkiye’yi hep destekledim. Ben Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasına çok sıcak bakıyorum.
“Sonbaharda müzakereler sıkıntılı bir döneme girebilir. Hatta geriye doğru gidiş de olabilir, zorlu bir dönem olacak. Ama siz fevri olmayın, gemileri yakmayın, O dönemi iyi atlatın. Türkiye’ye karşı tepkileri de anlıyorum. Siz de tepkilere sinirlenmeyin, duygusal davranmayın. AB yolunda raydan çıkmadan ilerleyin. Sadece hükümetleri ikna etmek yetmez. AB ülkelerinin vatandaşlarını da önemseyin. Onlara kendinizi iyi tanıtın, anlatın. Gidin Fransa’ya anlatın kendinizi. Ekonominizin dışında, müziğinizi, sinemanızı... Yani sanatçı ve aydınlarınızla da ön plana çıkın. Çünkü Fransa kamuoyu ikna edilmeyi bekliyor, genişlemeden korkuyor. Fransızlar Türkiye’den çok genişlemeye hayır diyor.
“Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği yeni gelişen tehditlere karşı en güzel cevap olacak. Çünkü Türkiye modern bir İslâm ülkesinin en güzel örneği. Dinden taviz vermiyor ama laikliği elden bırakmıyor, demokrasiye sahip çıkıyor. Türkiye, tehditlerle dolu bölgesinde önemli ve örnek bir güç olarak öne çıkıyor.”
(Joschka Fischer, Almanya eski
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı)
|
05.06.2006
|
|
Savunmaya da soruşturma!
Ankara Basın Savcılığı, Anayasa’ya “Türk” yerine “Türkiyelilik” kavramının konulması gerektiğinin belirtildiği Azınlık Hakları Raporu sebebiyle hakkında dâvâ açılan Prof. Dr. Baskın Oran’ın savunmasına da soruşturma açtı.
Oran, hakkında açılan dâvânın ilk duruşması öncesi “karşı iddianame” adını verdiği kapsamlı bir savunma hazırladı. Oran’ın mahkemede okuduğu savunmanın bazı satırbaşları, duruşma öncesi çeşitli gazetelere haber olarak yansıdı.
Ankara Basın Savcılığı, duruşma öncesi yayımlanan haberlerdeki ifadeleri, Oran’ın bir gün sonra duruşmada açık açık okumasına rağmen “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” sayarak soruşturma başlattı ve Oran’ı ifade vermeye çağırdı.
Oran, söz konusu savunmayı yaptığı dâvâda beraat etmişti. Mahkeme, Oran ile Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun “halkı din, dil, mezhep farkı gözeterek düşmanlığa tahrik” suçundan beraatını kararlaştırmıştı. Oran ile Kaboğlu hakkındaki “Türklüğe hakaret” suçu iddiası ise düşürülmüştü.
|
05.06.2006
|
|
Dernekler Kanununda “çok acil” değişiklik
TBMM İçişleri Komisyonu, İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılan dernek organlarının yerine mahkemelerce kayyım atanmasını öngören Dernekler Kanunda değişiklik yapılmasına ilişkin teklifi kabul etti. Söz konusu teklif, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanun maddesinin yeniden düzenlenmesini içeriyor.
CHP Kırklareli Milletvekili Mehmet Kesimoğlu, komisyonun ele aldığı tasarıların bir gece önce kendilerine dağıtıldığını bildirerek, tasarıların yeterince incelenmeden görüşüldüğünü söyledi.
Komisyon Başkanı Ziyaeddin Akbulut, “çok acil olduğunu belirterek” Dernekler Kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifini görüşeceklerini söyledi ve teklif milletvekillerine dağıtıldı. CHP’li Kesimoğlu, teklifin Komisyon gündeminde yer almadığını ifade ederek, “komisyonda acele ile dağıtılan ve inceleme fırsatı bulamadıkları teklife bir katkı yapmalarının mümkün olmadığını” söyledi. Kesimoğlu’nun konuşmasının ardından CHP milletvekilleri salondan ayrıldı.
|
05.06.2006
|