Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Mustafa GÖKMEN

“İşimiz konuşmak olmasaydı susmayı tercih ederdik”

Cengiz Demir kimdir?

1965 Sivas doğumluyum. Radyoculuğumuz 1992 yılında Türkiye’de özel radyoculuğun başlaması ile birlikte başladı. Yerel bir radyoda ardından ulusal bir radyoda 10 yıllık serüvenimiz oldu. Programcı ve yönetici olarak radyolarda görev yaptım. Son olarak da yaklaşık 4 yıldır RadyoOnbeş’in Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürütüyorum. Radyomuz İstanbul’un fethinin 550. yıldönümünde kuruldu. 29 Mayıs 2003 tarihinde mikrofonlardan uzay boşluğuna ilk sesimizi göndermiş olduk. Kutlu bir günde yayın hayatına başladık. İnşallah devamı da gelir.

* RadyoOnbeş olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

İstanbul’dan yayın yaptığımız için kendimizi ulusal bir yayın organı olarak görüyoruz ama yerelliğin desteklenmesini istiyoruz. Yerellik çok önemli. Yerel bir düşünce ile söylüyorum bunu. Bizi hesaba katıp röportaj yaptığınız için teşekkür ederiz. Yeni Asya bizim için saygın bir gazete. Bizim radyo olarak isteğimiz sayımızın artması. Bundan kastımız şu; asla ideolojik bakmıyoruz. Sağ sol ayırd etmeden söylüyorum. Bu büyüyelim, büyüyelim tüm Türkiye’ye yayılalım anlamında değil. Benzer düşünceleri paylaşan yayın organlarının çoğalmasını kastediyorum. Allah sizlerin de sayısını arttırsın.

Bazen insanın yaptığı ile söylediği birbirini tutmaz. Bugün sokaktaki insana sorsanız bu ülkeyi seviyorum. Kalkınmasını istiyorum der. Enflasyonun olmaması lâzım. Trafikte gergin olmamak lâzım. Sokaklara tükürmemek lâzım. Ama kim yapıyor o zaman. Uzaydan gelenler mi yapıyor? Biz yapıyoruz bunları.

Bizim misyonumuz var biz radyo olarak bir müzik kutusu olmadık olmayacağız. Biz her şeye rağmen bu ülkede sonuna kadar halkın unuttuğu veya unutturulan değerleri savunmaya söylemeye çalışacağız. Eğer işimiz konuşmak olmasaydı inanın susmayı tercih ederdik. Susmanın ne büyük bir nimet olduğunu değer olduğunu biliyoruz. Ama mesleğimiz konuşmak. Yoksa konuşmak değil; hal ile örnek olmak lâzımdır. Asıl olan odur. Fakat bizim mesleğimiz hal ile örnek olmayı kaldırmıyor. Bireysel olarak kaldırır o ayrı bir şey ama radyodan mutlaka ses göndermeniz gerekiyor. İnşallah halimizi Cenâb-ı Hak sesimize dönüştürür, yansıtır. Çünkü bir Arap atasözü var. Ben bu sözü çok severim: Şöyle diyor: “Dudaktan çıkan kulağa, yürekten çıkan yüreğe ulaşır.”

Siz nasıl söz sarf ediyorsanız. Hangi haleti ruhiye içinde konuşuyorsanız. Bilin ki sizi dinleyen muhatabınız da sizi öyle anlayacaktır. Yüreğinizle konuşuyorsanız, sizi yüreği ile dinleyecektir, yürek sesini alacaktır. Onun için söyledim ki bu tarz yayın yapan yayın organlarının sayısı artsın. Bu yapı kâğıda dökerseniz gazete olsun, kitaba dönüşsün. Görüntüye dönüştürürseniz televizyon olsun. Sese dökerseniz radyo olsun.

* Hedef kitleniz kimlerdir? Toplumun hangi kesimlerine hitap ediyorsunuz?

Yazılı medya için bir hedef kitle tanımı yapılabilir ama radyo için böyle bir tanım yapılamaz. Çünkü radyodan uzay boşluğuna sesinizi bırakırsınız. ‘Bazı insanlar sesimizi alsın bazıları almasın’ diyemezsiniz. Böyle bir şey de zaten mümkün değil. Dolayısıyla hedef kitle toplumun tamamıdır.

Ama bu topraklara kara sevdalı kendini tanımlarken sosyal faydayı esas alan bu topraklara sevdalı insanları genel hedef kitlemiz olarak görüyoruz. Yayın ilkelerimiz var. Bunlara bağlı kalıyoruz. Bizim yayın hedeflerimizi yayın hayatına başlama günümüz bile ele verir. 29 Mayıs 2003 İstanbul’un fethinin 550. yıldönümü. Yani hedefimiz kalplerin fethi. Biz bu toplumda bazı şeylerin uyuduğunu ya da uyutulduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla bunu yeniden uyandırmak gerekiyor.

Radyonun genel olarak toplumda algılanışı müzik kutusu şeklinde. ‘Niye radyo dinliyorsunuz’ sorusunun cevabı toplumda yüzde 80 oranında müzik dinlemek içindir. Radyonun icadı da bu maksada yöneliktir. İkinci sırada haber gelir. Sırasıyla magazindir vb. sonra diğerleri gelir. Diğerleri dediğimiz şeyde aslında yüzde 3’lere tekabül eder. Biz aslında bu zor olan kısma talibiz. Yüzde 3’lük bir dilim var görünen ve biz bu alandan toplumun yüzde 80-90’larına hitap etmeye çalışıyoruz. Çok zor kulağı ters göstermek gibi bir şey. Ama yolumuzun doğru olduğuna inanıyoruz.

* Radyoculuğun Türkiye’de geldiği nokta nedir? Başlangıçtan günümüze doğru nasıl bir gelişme oldu? Günümüzde durum nedir?

Radyoculuk Türkiye’de başlangıçta amatör bir ruhla başladı. Stüdyosu, vericisi ve ses mikseri olan herkes radyo kurabiliyordu. Ama sevecen bir durum söz konusuydu. Sabah erken kalkan mikrofonun başına geçerdi. Başlangıçta tabi ki radyo kurmak çok kolaydı ama yayıncılık da bir o kadar zordu. Ses kasetleri dizilip onlar montajlanarak yayına verilirdi. Çok zordu. Ama günümüzde teknoloji o kadar gelişti ki artık yüzlerce binlerce kasetlerle uğraşmaya gerek yok. Bir bilgisayarınız varsa bu bilgisayarda yayınlayacağınız şeyleri radyo programı aracılığıyla kategorize ederek kolayca yayınlama imkânı var. 50 bin tane müzik parçasını sıralı bir şekilde düzene koyup yayınlama imkânımız var. Hatta DJ olmaksızın sabahtan akşama kadar radyo yayını yapma imkânı var. Eskiden gerçekten zordu.

Fakat mesele insan unsuru. İnsan ne kadar bu noktada yetişti derseniz bence hiç yeterli değil. Hâlâ kullanılan Türkçe’ye bakın. Bu ülkenin Türkçesi böyle mi olmalı? Hâlâ verilen şeylere bir bakın. Radyoyu 24 saat bir dinleyin. Geleceğiniz nokta şurasıdır: “Bunlar magazinden başka bir şey vermiyorlar ki”. Ve 1 hafta televizyon seyredin. Yine aynı şeyleri görürsünüz. Magazin programları vardır. Kadın programları vardır. Bu programlara ayrılan süreyi bir görün. Tam anlamıyla söylemek istiyorum korkunç bir şey. Korkutucu ve endişe verici bir duruma dönüşmüş durumda radyo ve televizyon yayınları. Böyle mi olmalıydı?

* Medya sizce nedir? nasıl olmalı? Topluma nasıl bir yön vermeli? Ya da vermeli mi?

Tam tersi bir durum beklenirken yani radyo ve televizyon kısacası medya dediğimiz unsur, yani gazetesi, dergisi, radyosu, televizyonu vb. bu topluma yön veren unsurlardır. Yani dördüncü kuvvet deniyor. Ama bir açıdan medyanın kendisi dördüncü kuvvet olmayı kabul etmiyor birinci kuvvete oynuyor. Ki zamanında örnekleri görüldü. Belki bundan sonra buna yine oynayacaklardır. Hükümetleri değiştirmişlerdir. İstifaya zorlamışlardır. Başbakanları değiştirmişlerdir. Bakanları değiştirmişlerdir. Onun için kendilerini birinci sırada da görürler. Ve her anlamda toplumun önünde örnek insan olmalılar.

* RTÜK’ün yapısı değiştirildi. Üyeleri iktidar ve muhalefet arasında bölündü. Bu konuda neler söylemek istersiniz? RTÜK’ün yapısı nasıl olmalı?

Almanya’da bir ilçede bir radyonun canlı yayın aracını gördüm ve şaşırdım. Düşünün ki bir ilçede radyonun canlı yayın aracı var. Nasıl oluyor? “Bunların kazancı nedir?” diye merak edip sordum. Dediler ki ‘burada devlet radyoları destekliyor.’ Yani Almanya’da devlet radyoları canlı yayın aracına kadar destekliyor. Her yönüyle destekliyor. Biz de ise bunun tam tersi. Yani sizin kazancınızın önemli bir kısmını devlet ister. Özelde de Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) radyocuların ve televizyoncuların gözünde denetçi, demoklesin kılıcı gibi sürekli üstünde duran ve sürekli kapatmak için ceza vermek için bir baskı unsuru gibi durur. Hata yapınca tepemize binecek bir baskı unsuru gibi. Bunun dışında bugüne kadar RTÜK hiç olumlu bir proje ile gündeme gelmemiştir. Meselâ bu yıl radyolar ve televizyonlara Türkçe’nin güzel kullanımı ile ilgili ödüllü bir genelge gönderdiler. Bizler bu tür uygulamaların çoğaltılmasını isterdik. RTÜK’ün büyük işler yapması lâzım.

* Sizce RTÜK’ün görevi ne olmalı?

RTÜK iktidar ve muhalefet arasına sıkışıp kalmamalı. Şimdi öyle programlar yapılıyor ki bunlara birilerinin dur demesi lâzım. RTÜK bu tür programları yapanları toplum adına uyarıyor. Aslında RTÜK toplum yararına bu tür programlarla ilgili gerektiğinde yumruğunu masaya vurabilmeli. Öyle bir düzeye gelmiş ki bunları tarif etmek bile istemiyorum. “Bu düşünce ve ifade özgürlüğü filan değil.” Meselâ bir dizide kullanılan bir replik yüzünden bir ilkokul öğrencisinin başka bir öğrenciye sarfettiği sözleri bizler kaç gün tartıştık. Sadece o öğrencinin sözlerinden dolayı değil. Sonradan öğrendik ki medyaya yansıdığı kadarıyla iş yerlerinde evlerde bilmem başka yerlerde bu sözler ‘başınıza gelse ne yaparsınız’ diye tartışılıyormuş. Bu toprakların insanının kadının da erkeğin de ne yapacağı zaten bellidir. Belliydi. Şimdi tartışılıyorsa ortada ciddî bir sorun var demektir. Medya zaten bu noktaya getirmek için uğraş vermişti.

—Devam edecek—

Mustafa GÖKMEN

03.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (02.01.2007) - Kur’ân’ı öğrenmek yasaktı

  (29.12.2006) - ‘Hangi dili konuşuyoruz?’

  (27.12.2006) - Yüz ülkede kardeşe kurban

  (26.12.2006) - Başörtüsünü tartışıyor olmak utanç verici

  (25.12.2006) - En büyük ceza okur tepkisi

  (22.12.2006) - 'Duvarların Arkasında'n kadın fotoğrafları

  (19.12.2006) - Başörtüsünü Belçikalılardan çok Türkler tartıştı

  (18.12.2006) - Acarİstanbul belediye mi olacak?

  (14.12.2006) - Senai Demirci: TRT milletin televizyonu olmalı

  (11.12.2006) - Kemalizm değil, demokrasi

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004