Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

İbrahim DOĞRU

Senai Demirci: TRT milletin televizyonu olmalı

TRT’de yaptığı “Ramazan sevinci” programı ile bir anda dikkatleri üzerine çeken Senai Demirci, TRT’nin alışılmış, resmî, soğuk dinî programlar klişesinin kırılmasına sebep olmuştu. Özel kanallarda da bir çok dinî program yapılmasına rağmen, TRT’deki “Ramazan sevinci” izlenme oranlarıyla hepsine belirgin bir üstünlük sağlamıştı. Senai Demirci’nin bu başarısı bir çok defa polemik konusu yapıldı. İlgisiz alanlarla bağı kurulmaya çalışıldı. Hatta haftalık “Yolcu” programı Danıştay saldırısı ile eşzamanlı olarak yayından kaldırıldı. Son olarak TBMM Genel Kurulu’nda benzer tartışmalar yine yaşandı. Dr. Senai Demirci ile kendisi üzerinden yapılan tartışmaları konuştuk.

CHP ve Anavatan’ın TRT ile ilgili verdiği önergede, özellikle CHP’li sözcüler, TRT’de “dinci yayınlar”ın arttığını ve sizin üzerinizden “Nurcuların bu programları ele geçirdikleri”ni ileri sürdüler. İddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir kere TRT’de dinî yayınlar artmadı, hatta süreleri azaldı. Ama CHP’yi (önergede katkıları olduğuna göre, galiba ANAP’ı da) rahatsız eden şey dinî yayınların kaliteli, estetik ve etkin yapılması. Bunu dillendirmekten de utandıkları için, benim birikimimi, okuduklarımı, yakınlıklarımı, dostluklarımı suçmuş gibi ilan edip komploya mahkûm etmeye çalışıyorlar. Düşünsenize, şöyle bir CHP önergesi ne kadar şık olurdu: “Dinî yayınları niye bu kadar etkili yapıyorsunuz? Aşk olsun size?”

Ben birikimimi inkâr eden bir adam değilim. Bu ülkede her türlü kitap okunduğu gibi, Risâle-i Nur Külliyatı da okunur. Ben de okuyorum, hatta gençliğimde, öncelikle ve yoğunlukla Risale okudum. Komplo teorileri kurmalarına gerek yok, Risâle-i Nur’ları yorumlayan iki-üç kitabım bile var. (Bakınız, Birinci Söz, Kalbimizi Yeniden Yazmak, 99 Esma 99 Dua) Bir insanı okudukları üzerinden suçlu göstermek ne kadar utandırıcı bir şey! Kitap okuyan bir adam, kitap okuduğu için hem de, milletin televizyonunda program yapmakla suç işliyor öyle mi? Bu ne bıktırıcı bir yobazlıktır. Aklımızı nerede kullanmayı düşünüyoruz Allah aşkına?

Bu ülkede insanları kitaplar yetiştiriyor. Beni de yetiştiren kitaplardan biri de, belki birincisi de Risâle-i Nur. Beni Risâle-i Nur okuduğum için utandırmaya çalışmak, benden bunu inkâr etmemi beklemek ne kadar utandırıcı bir hal! Alın size malzeme, istediğiniz manşete taşıyın, dilediğiniz suça ortak edin: “Benim adım Senai Demirci ve ben Risâle-i Nur okuyorum.” Acaba sorun, bu kitabı okuyanların karanlık işler yapmaları mı? Acaba sorun bu kitapların yazarının karanlık bir adam olması mı? Kimdir Bediüzzaman Said Nursî? Bediüzzaman Said Nursî bu çağda dini, özünde zaten varolan estetiği ve güzelliği ile en etkili bir biçimde anlatan, bu topraklardan yetişmiş bir düşünürdür. Onun eserini okumak suçsa, o kadar çok ve derin okumayı, sırf bu yüzden müebbet hücre hapsini hak edebilmeyi dilerim. (Yazık ki, bugünlerde, ancak bir gecelik nezaret hapsini hak ediyor okumalarım!)

Yaptığınız programlar herhangi bir soruşturmaya uğramış mıydı?

Programlar bugüne kadar defalarca soru önergesine muhatap oldu. Hatta teftiş de geçirdi, savcılık soruşturması da açıldı. Bugüne kadar yaptığım yüze yakın program içinde Ramazan ve haftalık programlar da dahil somut hiç bir suç unsuru bulunamadı.

Özellikle Ramazan programı yaparken halktan nasıl tepkiler alıyordunuz?

İtiraf edeyim, ben de çok şaşırdım, hatta utandım, dönüştüm. Bize birbirinden ayrı imiş gibi, hatta düşmanlık edermiş gibi, kin beslermiş gibi gösterilmek istenen farklı sosyokültürel kesimlerin hepsinden takdir aldım. Bu ülkenin insanlarını başörtülü/başörtüsüz diye, hatta karısı başörtülü/başörtüsüz diye ikiye ayıranların sandığının aksine, bu toplum aynı kumaş! En dekolte giyinen hanım kardeşim de, çarşaflı hanım kardeşim de beni ve yaptığımız programları seviyor, takdir ediyor. Keşke bu beraberliği, bu birlikteliği sadece bir TV programı üzerinden değil de, bir siyasal parti üzerinden, meselâ ne kadar yakışırdı CHP üzerinden, tadabilse insanlar. Hem bir şeyi daha başardık farkında olmadan: Ramazan programları vesilesiyle ilk defa halk devletin televizyonuyla barıştı ve TRT ilk defa soğuk ve resmî “devlet televizyonu” yüzünü sıcak ve sevecen “millet televizyonu” olarak dönüştürdü. O zamanki TRT genel müdürümüz Şenol Demiröz’ün program öncesi bize motivasyon için gösterdiği hedef de buydu; “Bu televizyonu milletin televizyonu yapmak.” Gerçekten de TRT bunu en çok hak ediyor. Çünkü TRT’de hepimizin başka bir kanalda olmadığı kadar hakkı var. Elektrik faturalarımızla TRT’nin hissedarıyız. Milletin her birisinin TRT’de hakkı vardır. TRT’de milletin dediği olur, olmalı. Eğer bizim yaptığımız milletin istediğinden farklıysa, herhalde tepkilerini CHP’ye değil, bize gösterirlerdi.

Programlarınızın izlenme oranı nasıldı?

TRT, ilk defa bir dinî programa bu kadar yatırım yaptı. Çünkü o zamana kadar din programları yasak savma kabilinden yapılageliyordu. Mecburen, severek değil. TRT dinî programa gösterdiği özenin karşılığını yüksek reytinglerle ve reklamla da aldı. Hiçbir şekilde zarar edilmedi, aksine kâr edildi. Bütçe gayet hesaplı kullanıldı. Programın bütçesi, bir yılbaşı programında sadece bir yıldız sanatçıya verilen ücretin de altındaydı. Hatta, sırf din programı yapıyoruz diye özel kurumlarımızdan, vatandaşlarımızdan özel destek gördük.

Ne gibi destekler?

Meselâ vapurda üşüyoruz diye, oraya ücretsiz ısıtıcı döşemeyi teklif edenler oldu. Ben üşüyorum diye, bana kazak v.s. örenler bile oldu. Sehpamızda örtü yok diye, Denizli’den tekstilci bir kardeşim örtü gönderdi. Rahlemiz yeterince estetik değil diye, bize rahle yapmaya kalktı insanlar. Sanatçıların arkası boş görünüyor diye, her gün kendisi masraf ve zahmet edip arkasına bir ebru yahut hat levhası taşıyan kardeşlerimiz oldu.

Gördüğünüz gibi, hem reytingle, hem de özel destekle halk bizden memnun. Ancak sanki bazıları halkın sevdiği her şeyde bir bit yeniği arıyor. Bunu şu anda çok daha net anlıyoruz. Halkımız programdan memnun, ama “Halk Partimiz” memnun değil. Halk Partililerin bir kısmına göre halk partililik demek, sanki halkın sevdiğini sevmemek gibi algılanıyor. Biz hiçbir şekilde insanları ne Alevî-Sünnî bölücülüğüne, ne devlet-millet bölücülüğüne, ne de bölgesel bölücülüğe sevk etmedik. Ayrıca benim yazdığım eserler ortada. Oradan birisi çıksın bana bir satır bulsun, o satırı çizsin “sen burada bölücülük, gericilik yapmışsın” desin. Biz Rahmet Peygamberi (asm) adına yaşadığımıza inanıyoruz. Rahmet de herkese aittir. Onun için herkesi severiz. Herkesin varlığına saygı gösteririz. Rahmet bunu gerektirir. Bunu yaparken de, dinimizden prim verme adına değil, dinimizi içimize sindirme adına yaptığımızı biliriz.

CHP’nin dinî programlara gösterdiği hassasiyeti magazin, dedikodu gibi zararlı yayınlara göstermemesinin sebebi ne olabilir?

Bu konuda ciddi teşebbüste bulunan CHP’liler de oldu. Ama sorun CHP’de veya herhangi bir partideki bir takım militan söylemlerde. Bunların sesi çıkıyor. Sağduyunun sesi yoktur, sessizdir, sakin durur köşesinde. TRT ile ilgili 2-3 yıldır program çabası içindeyiz. Sürekli bu anlamda rahatsız edildik.

TRT’de program yapmanız nasıl gerçekleşti?

Profesyonel televizyoncu değilim. Mesleğim de televizyonculuk değil. Tıp doktoruyum. Tıp eğitimi aldım. Bana teklif edildi. TRT’de program yapmayı dâvâ edinmedim. TRT bana program yaptırmaya da borçlu değil. Ama TRT, milletin televizyonu sıfatıyla, millete eli ayağı düzgün, bilgilendirici, çağdaş, net din programı yapmaya mecbur; halka böyle bir borcu var. TRT’nin millete düzgün program yapmasını vatandaş olarak dâvâ ediniyorum. O dâvânın da peşindeyim. Onun için sunucu olmamam gerekiyorsa, olmayıveririm.

Size yöneltilen eleştirilerden biri de “din adamı” olmadığınız halde, dinî programlar sunmanız. Kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Din, din adamlarının işi değildir. Dini yaşamaktan söz ediyorsak, herkes dinin adamıdır. Din adamı teknik bir tabirdir. Ben kendimi “din adamı” görmüyorum, ama “dinin adamı” olmaya çalışıyorum. Bundan dolayı dini yaşadığım gibi, sunmaya, aktarmaya çalışıyorum.

İçimizden birilerinin dinin teknik detayları konusunda uzmanlaşması, onu “din adamı” yapar. Dini onlardan öğreniriz, onların arkasında namaz kılarız, onların uyarmasıyla uyanırız. Onları “din adamı” yapan, bilgileridir. Oysa, din “bilinen” bir şey olmaktan çok, “yaşanan” bir şeydir. Yaşamak ise, sevmeyle ilişkilidir. Bir şeyi çok biliyor olmak, onu çok seviyor olmayı gerektirmez. Bilmek, yaşamanın önüne geçemez. Az şey bildiğiniz halde, çok seviyor olabilirsiniz. Meselâ bir bardak sudan tat alabilmek için susamış olmanız gerekir, suyun kimyasal formülü üzerinde master yapmış olmak değil. Suyu bilmek başkadır, sevmek, içmek, tatmak başkadır. Şu halde, dini yaşamak, sevmek, tatmak, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, din adamları dolayımından gerçekleşmek zorunda değildir bizde. Hıristiyanlıkta, din adamları günah çıkarır; başkası değil; yani Rabbinizle ilişkinizi onlar üzerinden yürütmek zorundasınız. Araya din adamları girer. Bizde ise, din adamları Rabbimizle aramızda değildir; bizim yanımızdadırlar sadece. Rabbimizle ilişkimizi derinleştirdiğimiz ölçüde din adamı değil, dinin adamı oluruz, Rabbe kul oluruz. Dinin adamı olmak ise, bir Yaradanı olduğunu bilen herkesin işidir; sadece din adamlarının değil. Benim yazdıklarım, ya da sunduklarım dinî içerikli ise, bu uzmanlık gerektiren konularda değil; yaşama, hissetme eksenindedir.

Nurcu olmak, bir cemaate mensup olmak suç mu?

“Senai Demirci Nurcudur” ihbarına karşı, “Hayır, ben Nurcu değilim!” savunmasını yersiz ve gereksiz görüyorum. Suç sayılacak bir şey değildir ki Nurcu olmak, ya da Nurcu sanılmak. Bu ülkede, CHP ne kadar cemaat ise, Lionnes Kulübü ne kadar cemaat ise, aydınlanmalarını Said Nursî’nin Risale-i Nur Külliyatını okuyarak yürüten insanlar da o kadar cemaattir. İnsanlar cemaatler içinde yetişir, büyür. Şu halde, birisi beni “Halk Partiliymişsin!” diye suçlasa bile, savunmamı “Ben Halk Partili değilim!” söylemi üzerinden yapacak değilim. Eğer böyle yaparsam, Halk Partili olmanın, ontolojik düzlemde suç olduğunu varsaymış olurum. Siz bana “Nakşîymişsiniz!” “Süleymancıymışsınız!” “Fethullahçıymışsınız!”, “Mevlevîymişsiniz!” de diyebilirsiniz! Bu etiketleri zül saymam. Cemaatlerin hepsi bu topraklarda yıllardır vardır ve bu topraklarda çok sayıda vatansever insan yetişmiştir. “Hayır, ben şucu değilim!” diye savunursam kendimi, hasbel kader o cemaat içinde var olmayı yakadan silinesi bir leke olarak tanımlamış olurum.

Suç başka bir şeydir, cemaat mensubu olmak, sanılmak başka bir şeydir. Şu halde, beni Nurcu olmakla suçlamak için, Nurculuğun suç olduğunu ortaya koymaları, bu da olmazsa, benim Nurcu olmam sebebiyle suç işlediğimi göstermeleri gerekir.

Said Nursî’nin hayatınızdaki yeri nedir?

Said Nursî’yi hayatımda hiç görmedim. Ben doğmadan vefat etmişti. Ancak, yazdığı eserleri büyük bir dikkatle okudum, okuyorum. Okuduğumu söylemekten çekinmediğim gibi, saklamıyorum. Her halde, “aydınlanma”nın öncülüğünü yaptığını söyleyen CHP milletvekili, bir insanı sırf okuduğu için, sırf okudukları yüzünden karanlığa mahkûm etmeye kalkmaz. Benim için Mevlânâ’nın Mesnevî’sini okumak da, Yunus Emre’nin Divanını okumak da, Elmalı’nın Kur’ân Dili’ni okumak da, Said Nursî’nin Sözler’ini okumak da aynı ölçüde yasaldır, gereklidir. Ben Said Nursî’yi de, Nazım Hikmet’i de, Necip Fazıl’ı da, Orhan Pamuk’u da okurum. Benim neyi okuyacağıma CHP milletvekilleri karar veremez.

Bu tür polemiklerle din üzerinden siyaset mi yapılıyor?

Siyaseti din üzerinde yapanlardan çok zarar gördük. Aynı şekilde muhalefet de böyle yaparsa zarar görürüz. Din hepimizin ortak paydası. Hiçbir şeye alet edilmemeli. CHP’nin de dine ihtiyacı var, başka partinin de.

Hem sonra, CHP’nin de bilmesi gerek ki, en çok şikâyetçi oldukları “dini siyasete alet etme”nin önünde en başta Said Nursî durmuştur. Onun sayesinde bir çok insan, dinin herkesin malı olduğunu, birilerinin tekelinde tutulamayacağını öğrenmiştir. Onun yazdıklarıyla bir çok dindar insan Alevî-Sünnî ayırımını, Türk-Kürt ayırımını aşabilmiş, hatta bir çoklarının sandığının aksine başörtülü-başörtüsüz bölücülüğünün şu ya da bu yanında bulunmaktan kaçınmıştır. Ayrıca bilinmelidir ki, Said Nursî, “dini siyasete alet etme”ye ne kadar karşıysa, “siyaseti dinsizliğe alet etme”ye de o kadar karşıdır. Dine ve dindara saygılı olduğunu umduğumuz insanların, duyarlılıklarını her iki yönde geliştirmesi gerekiyor.

İbrahim DOĞRU

14.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (11.12.2006) - Kemalizm değil, demokrasi

  (06.12.2006) - Çocukların sevgilisi “Minik Duâlar”

  (04.12.2006) - Ediz Hun’dan “kenetlenelim” çağrısı

  (02.12.2006) - Moskova’dan bir hidayet hikâyesi

  (27.11.2006) - Thomas Michel: Papa, bütün inançlara saygı mesajı vermeli

  (24.11.2006) - Atilla Yayla: Tartışmadan korkanlar fikri olmayanlardır

  (20.11.2006) - Atatürkçü düşünce sistemi diye birşey yok

  (15.11.2006) - En büyük idealimiz bağımsız Filistin

  (13.11.2006) - Demokratlar Bush’a nefes aldırmaz

  (06.11.2006) - Türkiye’ye tuzak kurulmak isteniyor

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004