Sözde Ermeni soykırımının inkârını suç sayan yasa tasarısının önümüzdeki günlerde yeniden gündemde önemli yer tutacağını düşünerek bu konuyla ilgili olarak Prof. Dr. İlter Turan'la konuştuk. Turan, orta öğrenimini Türkiye ve ABD'de tamamlamış, Oberlin Koleji'nde siyasal bilimler lisansını Columbia Üniversitesi'nde siyasal bilimler yüksek lisansını almıştır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden profesörlüğe yükselmiştir.
Turan, Ekim 1998-2001 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin rektörlük görevini üstlenmiştir. Hali hazırda aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Turan'ın mukayeseli siyaset, Türk siyasal hayatı, siyasal davranış, siyasal kültür, uluslar arası ilişkiler ve dış politika konularında yayınlanmış İngilizce ve Türkçe kitap ve makaleleri bulunmaktadır. Akademik mesleğine ek olarak, muhtelif şirket ve vakıf yönetim kurullarında görev yapmaktadır.
Fransa'da, sözde Ermeni soykırımının inkârının suç sayılmasını öngören yasa tasarısının Meclis genel kurulunda kabul edilmesi, sizce seçim kaygısıyla alınmış bir karar mıdır?
Öncelikle bu tasarının Fransız parlamentosunun alt kamarası olan Meclisten geçmesinin koşullarına bakmamız uygun olur. Bu tasarı Fransız milletvekillerinin büyük bir bölümünü ilgilendiren bir tasarı değil. Onun için de tasarı görüşülürken katılım oldukça düşük gerçekleşmiştir. Eminim ki, tasarıya olumlu oy verenlerin çoğu seçim bölgelerindeki Ermeni seçmenlerinden etkilenmişlerdir. Anlaşılan o ki, çok yoğun bir yarış şeklinde cereyan edeceği beklenen Fransız seçimlerinde milletvekilleri ve partiler ne pahasına olursa olsun oy toplama yarışı içerisindeler.
Belki Fransız hükümeti gelişmelere baştan müdahale etmeliydi?
Evet. Dikkat edilecek olursa, Fransız hükümeti bu olayla çok ilgilenmedi. Sonradan ortaya çıkan durum Fransız hükümetinin hatalı hareket ettiğinin kanıtıdır. Olay sadece Türkiye'nin memnuniyetsizliğiyle kalmamıştır. AB örgütü, bazı üye ülkeler, Avrupa basınının büyük bir bölümü böyle bir yasa tasarısının Fransız meclisinden geçmesinin fikir özgürlüğünü kısıtlayıcı ve Avrupa'nın değerlerine aykırı olduğunu ifade etmişlerdir.
Kararın alınmasında milletvekili sayısının azlığını ve Avrupa'nın Fransa'ya karşı takındığı tavrı dikkate alırsak, ortada Türkiye'nin abartacağı kadar vahim bir durum yok diyebilir miyiz?
Şüphesiz. Türkiye'nin herhangi birşey olmamış gibi hareket etmesi sözkonusu değildi. Türkiye ses çıkarmamış olsa Avrupa kamuoyunun bu kadar dikkatini çekmezdi. Ama Türkiye'nin bunu çok önemli ve Türkiye'nin kaderini belirleyen bir olay olarak değerlendirmemesi gerekir. Tepkilerini de bütün kaynaklarını bu alanda tüketecek bir şekilde, itibarını sarsacak bir şekilde ortaya koymaması gerekir.
Zaten Fransa'nın bu tavrı Türkiye'nin itibarını sarsan bir olay değil mi?
Şu anda Türkiye'nin itibarından çok Fransa'nın itibarı sarsılmış durumda. Aslında Türkiye, bundan itibarını güçlendirerek çıkmak istiyorsa, kendisinin fikir özgürlüklerini kısıtlayıcı kanunlarını düzeltme yoluna gitmelidir. O zaman Fransızların bu hareketi daha da eleştirilecek bir konuma gelir. Yani şu anda Fransa müşkül durumdadır. Türkiye tarafından da bu süreç doğru yönetilebilirse, Fransa kendi bencil menfaatleri uğruna Avrupa'nın özgürlükler fikrini dahi satmaya hazır olan bir görünüm vermiştir. Bizim de bunu işlememiz lâzım. Milliyetçiliği esas alıp "Siz onu yaparsanız biz de bunu yaparız" deyip kendimizin de esasında ifade özgürlüğünü benimsemediğimiz mânâsına gelecek düşüncelerden kaçınmamız lâzım.
Aslına bakarsanız tam bir kafa karışıklığı yaşanıyor. "Hem bu karar çoğu Fransız milletvekilini ilgilendirmiyor" diyorsunuz. Hem de bazı yorumcular "Fransa Türkiye'nin önünü kesmek için bunu yapıyor" yorumunda bulunuyor. Sizce bu Fransız devletinin bir politikası mı?
Fransa devleti dediğimiz şey, tamamen homojen, bütün kurumları birbiriyle bütünleşmiş, emir komuta zinciri içerisinde çalışan bir örgüt değil. Bunlar demokratik toplumlar. Şu anda Fransa'da parlamentonun alt birimi bu tasarıyı kabul etmiş, Fransız hariciyesi de bu tasarının kabul edilmesinin nasıl yanlış olduğunun açıklamalarını yapmaktadır. Fransa Cumhurbaşkanı kendisinin bunu durduracağını, yasalaşmaması için çalışacağını bildirmiştir. Bunda ne kadar samîmî, bunu zaman içinde göreceğiz. Fransız devletinin şu anda parlamento dışında bütün kurumlarıyla "Ermenilerle ilgili bir kanun çıkaralım, soykırım yoktur diyeni mahkûm edelim" diye bir politikasının olduğunu göremiyorum. Yani Fransa'nın bütün siyasî kurumlarının aynı hedefe doğru yöneldiğini göremiyorum. Ama şöyle bir gözlemde bulunmadan da edemeyeceğim; Fransa, bildiğimiz gibi, Türkiye'nin AB'ye üye olması konusunda son ana kadar sergilemiş olduğu davranışlarıyla isteksiz ülkelerin başını çekmektedir.
Bu isteksizliğini biraz açıklar mısınız?
Türkiye'nin AB’ye girmesi, Fransa'nın AB içerisindeki ağırlığı açısından sorunlar oluşturmaktadır. Zaten AB içerisinde Fransa'nın, sahip olmaması gerektiği kadar güce ve nüfuza sahip olduğu tartışılmaktadır. İspanya ve İtalya'nın AB politikasını belirlemede gerekli ağırlığını kullanamadığı ve Almanya, Fransa'nın işbirliği yaparak AB'yi yönlendirmek istedikleri düşüncesi hakimdir. Bu şimdilik idare ediliyor, ancak Türkiye gibi bir ülkenin AB'ye girmesi halinde Fransızların aslında sahip olmadıkları kaynaklarla üstün konumlarını sürdürme isteği sorunu, artık gündemden uzak tutulamayacaktır. Böyle bir durumda Avrupa içindeki yeni güç dağılımında kaybedecek ülkelerin başında Fransa gelmektedir. Dolayısıyla Fransa Türkiye'nin üyeliğini arzulamamaktadır. Bu duruma düşen ülkelerin de iyi düşünülmemiş duygusal, kısa vaadeli tepkiler vermesi doğaldır.
Ermeni Soykırımı Tasarısı böyle duygusal bir tepki midir?
Fransız kurumlarından bir tanesinin, ufak ve kısa vadeli kazançlar uğruna isabetli bir davranış sergilemediği ortadadır.
Ermeni Soykırımı Tasarısı kısa vadeli bir yaptırımı içeren bir durum arz etmiyor. Türkiye'nin üyeliği önüne bir engel çıkarılmak isteniyor. Bu da uzun vadeli olsa gerek değil mi?
Türkiye'nin üyeliği önüne çıkarılmak istenen çok sayıda engel var zaten. AB içerisinde alınmış Türkiye ile müzakerelerin başlaması kararı var. Hiçbir Avrupa ülkesi en son tahlilde Türkiye'yi dışlayacak bir çözümü göze alamaz. Fakat ümit ettikleri bir yandan Kıbrıs, bir yandan Ermeni meselelerini kullanarak Türkiye'nin kendi iradesiyle ilişkileri başka bir kalıba dökmeyi tercih etmesidir. Bu Türkiye için bazı Avrupa ülkelerinin uygulamaya çalıştıkları tuzaktır. O bakımdan Türkiye'nin bunu bilerek hareket etmesi gerekir.
Türkiye bu tuzağa ara sıra da olsa düşüyor mu?
Tuzağa düşmeyen ülke yoktur. Türkiye'nin büyük tuzaklara düştüğünü söylemek pek mümkün görünmüyor, çünkü Türkiye AB yolunda kararlı adımlarla ilerlemeye devam ediyor.
Türkiye cephesine dönecek olursak, sizce Türkiye'nin AB üyeliği önündeki en büyük engeller neler?
İki tür engelden bahsetmek gerekiyor. Somut siyasal sorunlar ve bunlara yön veren fikrî ortam. Somut siyasal sorun olarak ortaya çıkan birinci mesele Kıbrıs'tır. AB burada hatalı hareket etmiş, sorunu halledilmemiş bir ülkeyi üye yapmıştır. Ondan sonra da o ülkenin savunuculuğunu üstlenerek Türkiye'den bir takım taleplerde bulunmaktadır. Türkiye'nin bu konularda Avrupa'nın beklediği anlayışı göstermesi pek mümkün görünmüyor. Bu Avrupa ile ilişkilerimizi gerilimli şekilde seyrettirecek bir gelişmedir. Fakat ilişkileri kopartacağını sanmıyorum. Çünkü iki tarafın da bundan sağlayacağı bir kazanç bulunmamaktadır. Daha kapsamlı fikir ortamı sorununa gelince, AB için bir kesim Avrupalılık fikrini dinle de ilişkilendirmektedir. Bu kesim, dinî bakımdan ayrılan Türkiye'nin, AB içinde yerinin olmayacağını düşünmektedir. En son tahlilde ekonomik çıkarlar bu tür kültürel argümanlara galebe çalacaktır. Sonuçta bir çok nedenle AB'nin maddî çıkarları Türkiye'nin üyeliğiyle örtüşmektedir.
Burada kültürel bir çatışma görüyoruz değil mi? Bunun medeniyetler çatışmasının ayak sesleri olduğunu söyleyenler var. Ne dersiniz?
Medeniyetler çatışmasıyla karşı karşıya olduğumuzu zannetmiyorum. Dünyanın bir çok yerinde çatışmalar olmakta, hepsini bir medeniyetler çatışması temeline oturtmak pek mümkün gözükmüyor. Ama şurasını söylemek mümkün, geçmişle karşılaştırdığımızda bugün kültürel argümanlara uluslar arası ilişkilerin tahlili ve yönlendirilişi açısından çok daha geniş bir yer veriliyor. Ama bir takım çatışmaların dinî bir boyutu olması bizim medeniyet çatışması içerisinde olduğumuzu göstermez.
Türkiye'nin AB serüveninde kültürel argümanlar epey tartışılacağa benziyor. Peki Türkiye'nin AB sürecinde gücünü nasıl buluyorsunuz?
Her kurumuyla Türkiye AB'ye yönelmiştir, ama her kurumunun içinde de farklı görüşler vardır. Bazı kurumlar Avrupa Birliğini istiyor, bazıları istemiyordan ziyade kurumun kendi içinde ihtilâf vardır denilebilir. Bizim bürokrasimiz kendi başına iş yapmaya, gücünü sınır tanımadan kullanmaya alışmıştır. AB ile olan ilişkimizin gelişmesi bürokrasinin gücünün ve toplum-devlet dengesinin yeniden tanımlanmasını gerektiriyor. Bizim devlet olarak formasyonumuz dışa kapalı, savunmacı bir anlayışla şekillenmiştir. Bu zihniyetin, bu zihniyete bağlı olarak kurumsal çıkarların yeniden tanımlanması gerekiyor. Tabiî ki bunlar kolay değil.
Bu süreç ne kadar sürer?
Müzakere süreci ile üyelik süreci, farklı değerlendirilecek farklı iki şey. Biliyorsunuz, müzakereler tarama süreci açısından tamamlanmak üzeredir. Fakat bazı üyelerin bazı fasılları, bazı sorunlar halledilmeden kapatmak niyetinde olmadığı anlaşılmaktadır. Sanayi politikaları faslının kapatılmaması için Yunanistan not göndermiş, “8 Kasım'ı bekleyin” demiştir. Bu da komisyonun raporunun yayınlanacağı tarihtir. Türkiye, Kıbrıs Rum Yönetimi'ne limanlarını açıp açmama konusunda nasıl tavır belirleyecek diye bekliyorlar. Türkiye üzerinde baskı kurmak istiyorlar. Buna benzer başka olaylarla da karşılaşacağımız muhakkaktır.
Diyelim ki bunlar aşıldı, müzakereler tamamlandı, sonra süreç tamam mı?
Hayır, üyeliğin kesinleşmesine kadar giden başka bir süreçle karşı karşıyayız. Bu süreç Avrupa Komisyonu'yla yapılacak müzakerelerle ilgili değil, AB üyelerinin ve kurumlarının Türkiye'yi AB'ye kabul etmesi süreci. Şu anda Fransa'nın karar alma yapısı Türkiye'nin birliğe üyeliğini referanduma sunmayı bile kapsamaktadır. Bu süreç ayrıca uzayabilir, 2014 de olabilir.
Kıbrıs konusunda büyük kriz yaşanır mı?
Geçici kriz yaşanabilir, çünkü bir üyenin veto etmesi yeterli olabilir.
Ne olur peki?
Görüşmeler geçici olarak durabilir. Çalışmalar yapılarak, çözüm için formül bulunabilir. Şu anda sunulan Fin formülü şu şekliyle Türkiye tarafından, daha önemlisi bağımsız bir devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti açısından kabul edilebilir bulunmuyor. Onun üzerindeki çeşitli değişikliklerle kabul edilebilir bir formül bulunabilir. Şu andaki teklif havaalanlarının açılmaması, ancak Kuzey Kıbrıs'ın asıl çıkarı limanlarından AB'ye narenciye ihraç etmek değil, turizm hizmeti ihraç etmek. Bu da havaalanlarının uluslar arası uçuşa açılmasıyla mümkün. Ayrıca limanlar kim tarafından denetlenecektir? Türk mallarının ihracı sözkonusu olduğunda ilgili belgeleri hangi devletin yetkilileri hazırlayacak? Bu sorunlar üzerinde çalışılması lâzım.
Bu kriz Türkiye'nin AB tavrını tersine çevirebilir mi?
Bu işe tarihî perspektiften bakmak gerekiyor. İngiltere'nin üyeliği iki defa veto edilmiştir. Biz birliğe girmenin Türkiye'nin hayrına olduğuna inanıyorsak, bu tür güçlükleri sistematik, istikrarlı, kolay yılmayan bir yaklaşımla aşmamız gerekiyor. Hemen moralimizi bozup, hemen kızgınlığa kapılıp, havlu atıp bu işten vazgeçmememiz lâzım. Kendimizin ne istediğine iyi karar vermeliyiz.
Bu noktada AB'yi hakikaten istiyor muyuz?
Türkiye, tarihî olarak baktığımızda Avrupa'daki gelişmelerin dışında kalmak istememiştir. Bunun dışında yer alacağı dünyaların hiçbiri bu kadar çekici değildir.
KAMU DİPLOMASİSİNE İHTİYACIMIZ VAR
Fransa'daki Türklerle Ermenileri değerlendirirken, sadece sayısal mukayese yeterli olmuyor. Ermeniler uzun yıllardır Fransa'da yaşamış, Fransız toplumunun bir parçası olmuş, Fransız kamu hayatında önemli mevki edinmiş insanlar. Türklerin Fransa'da yerleşmeye başlaması çok daha yeni bir olay. Türk toplumunun oraya gidişi daha çok iş gücü şeklinde olmuştur. Bu insanların çocuklarının, torunlarının Fransız toplumuyla birleşip önemli yerlere gelmeleri için bir zamana ihtiyaç var. Kaldı ki Ermenilerin Fransız toplumuna uyumunu kolaylaştıran bir din olgusu var. Bu bakımdan Fransız kamuoyunu etkileme amacıyla girişeceğimiz faaliyetlerde Türk mevcudiyeti bir kaynak olarak değerlendirilse bile, bunun çok güçlü bir kaynak olmayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Türkiye uzun yıllar devletten devlete bir politika izlemiştir. Türk hükümetleri Türk hariciyeleri aracılığıyla başka ülkenin hariciyesiyle irtibat kurmuşlar, siyasî ilişkileri o çerçevede götürmüşlerdir. Günümüzde bu ilişki tipini götürmek pek mümkün görünmüyor. Kamu diplomasisi yürütmek, kamuoyunu etkilemek, sivil toplumu harekete geçirmek ve medyayı harekete geçirmek gerekiyor. Bu profesyonel bir iştir, gayret gerekiyor.
|