Takdim
İHH’nın (İnsanî Yardım Vakfı) dâveti üzerine, yapılan Ramazan yardım çalışmalarını yerinde görmek maksadıyla bir hafta süren Afganistan seyahatine katıldık. Bu süre zarfında hem dağıtılan yardımlara şahit olduk, hem de ülkenin içine sürüklendiği “fakr-u zaruret”e şahitlik ettik. Bu vesile ile, bir dönem Afganistan Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten ve şu anda milletvekili olan Prof. Dr. Burhaneddin Rabbani’yi Kabil’deki ‘parti binası’nda ziyaret ettik. Görüşmeyi, tıp eğitimini Türkiye’de tamamlayan Dr. Hamiduddin Yoldaş tercüme etti.
* Afganistan’ın son 30 yılında etkili olan bir isim olarak tanınıyorsunuz. Size göre, Afganistan bu hale nasıl düştü?
Eskiden beri gelen bazı nedenler vardır. Tabiî ki Afganistan’ın Ruslara karşı galip gelmesi ve bunun ardından da Mücahidin Hükümetinin kurulması yaşandı. Bundan itibaren bu hükümete karşı çeşitli tuzaklar kuruldu. Hükümeti düşürmek için propagandalar yapıldı ve hükümet içine ihtilâflar atıldı. Bu durum devletin kök salmasını engelledi. Çünkü bu devlet bir esasa göre oluşturulmuştu. Bunun temeli uzun süreli bir cihad ve verilen milyonlarca şehit idi. Aynı zamanda Mücahidin Hükümeti, halkın tam desteğiyle iktidara gelmişti. “Şûrâ-i Hallu Akd” (Mücahidlerin hükümeti kurmadan önce yaptığı geniş katılımlı toplantı) oluşturulmuş ve ondan sonra hükümet kurulmuştu.
Bu sırada, hükümete karşı çıkan muhalifler, komşu ülkeler ve bazı Batılı ülkelerce desteklendi. Son olarak bu olaylar gelişti ve Taliban denilen grup ortaya çıkarıldı. Taliban bizimle çetin savaşlara girdi. Biz, daha fazla kan dökülmesin diye Kabil’i terk edip, Kuzey’e (Hoca Bahuddin’e) yerleştik. Talibanı çıkaranların başına, yine Taliban belâ oldu ve 11 Eylül olayları yaşandı.
11 Eylül’den sonra dünya ve Taliban’ı ortaya çıkarıp destekleyenler uyandılar, tekrar bizimle (Kuzey ittifakıyla) gelip masaya oturdular. Ve Mücahidlere, BM çatısı altında Taliban’a karşı işbirliği teklif ettiler Sonuç olarak Taliban devrildi, Mücahidler vasıtasıyla hükümet kuruldu. Sonra bir takım odaklar, Mücahidleri sahneden atmaya karar verdiler ve Mücahidler İçişleri, Emniyet ve Savunma Bakanlıklarından tasfiye edildiler. Yerine, dışarıdan ‘ithal’ edilen ‘toplama’ kadrolar getirildi. Bundan sonra dış güçler kendi başlarına Taliban’a karşı harekete geçtiler. Bu yolda bir çok hatalara düştüler.
Bu nedenle, güç kaybeden ve neredeyse yok olmaya yüz tutan Taliban, “ABD’ye karşı savaşıyor” göründüğü için yeniden halkın desteğini kazanmaya başladı. Biz bugün büyük bir sorunla karşı karşıyayız ve bu durum daha da vahimleşiyor. Sorun, gün geçtikçe büyüyor. Eğer bu probleme, Afganistan’ın iç gerçeklerine göre bir çözüm bulunamazsa olay içinden çıkılmaz bir hale gelir ve sonuç olarak bu iş, topla tüfekle, savaşla, baskıyla çözülmekten çıkar.
* Başta fakirlik olmak üzere pekçok problemle savaşan Afganistan niçin sürekli yeni kaoslara sürüklenmek isteniyor?
Tabiî ki Afganistan’ın karmaşık bir durumda olması, komşu ve uzak ülkelerin politikasının bir gereğidir. Bazen bunların strateji, ekonomik ve ideolojik menfaatleri söz konusudur. Kendi menfaatlerini korumak için Afganistan’ın kaos içinde yaşamasını istiyorlar. Böylece onların istekleri geçekleşmiş oluyor. Bazı ülkeler bunu özellikle istiyorlar.
* Afganistan’ın önündeki en ciddî engel sizce nedir?
Yolsuzluk, Afganistan’ın önündeki en ciddî engeldir. Bunun yanı sıra hükümetin (Karzai) son olarak reform adı altında gerçekleştirilen icraatları da yanlış şeyler. Çok değerli uzmanları sırf Mücahid oldukları için devre dışı bıraktılar. Bunların yerine ithal edilen kadrolar geldi. Bunlar da bilgisiz ve tecrübesiz kişileri iş başına getirdiler. Bu ithal kişiler ne Afganistan’ı tanıyorlar, ne de halkın durumunu biliyorlar. Bundan dolayı düzgün bir idare oluşturulamadı. Ve devletin, hükümetin şanı küçük düşürüldü. Şu anda devletin pek çok resmî dairede hakimiyeti yoktur. Bunun neticesinde resmî dairelerde bir laubalilik ve sorumsuzluk ortaya çıktı. Kanunlar hiçe sayılmakta ve kaos yaşanmaktadır. Rüşvet de en büyük problemlerden biri olarak karşımızda duruyor. Resmî dairelerde kanun hakimiyeti kalmamıştır.
* Türkiye’nin Afganistan’a yardımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizler Türkiye’ye ve halkına teşekkür ediyoruz, minnettarız. Askerî, kültürel ve ekonomik alanlarda çok yardımları oldu. Ancak Afganistan halkının beklentisi bunların da ötesindedir. Türk işadamlarının Afganistan’a yatırım yapmalarını istiyoruz. Ve her alanda bize yardımcı olabilirler, bunu bekliyoruz. Uzman elemanlara da ihtiyacımız var. Türkiye ile tarihî bağlarımız var. Dost ve kardeş ülke olduğumuz için daha fazla destek istiyoruz. Çünkü Türkiye’nin daha fazla uzman kadroları vardır. Bu deneyimlerini Afgan halkıyla paylaşacaklarına inanıyorum.
* Kaos ortamını yaşayan Afganistan’ın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Görüştüğümüz bazı yetkililer, bu konuda çok umutsuz konuşuyorlar...
Ben şu düşüncedeyim: Biz başlangıçta umutsuzluğa teslim olmamalıyız. Hep umutlu ve kararlı olmalıyız. Önümüzde bir çok engeller olduğunu biliyoruz. Bu engeller kendiliğinden kalkmayacaktır. Bunun için insanların karar almaları ve çalışmaları gerekiyor. Bu, bir milletin kendi kendini ihya etmesi hareketidir. Bir millet kendini düzeltemezse, sadece dışarıdan gelenlerin desteğiyle başarıya ulaşılamaz.
Afganistan halkının bütünleşmesi ve çalışması gerekir. Dışarıdan gelenlere de bu bildirilmeli ve Afganistan’ın geleceğiyle oynamamaları onlara (ABD gibi) hatırlatılmalıdır. Afganistan’ın menfaatine olan programları uygulamalarını istemeliyiz. Geçmişten de bizim tecrübelerimiz var. Bazı ülkeler, buraya gelip bazı gruplara sahip çıkarak Afganistan’ın geleceğini tehlikeye atıyorlar. Bazı ülkelerin bize ihraç etmeye çalıştığı düşünceler halkın gerçekleriyle uyuşmuyor. Bize zarar veriyorlar. Bu da çok başarısız ve acı sonuçlar doğuruyor. Bize yardım edecek ülkelerden isteğimiz şudur ki; tüm yapacakları Afgan halkının dinî inanışlarına, kültürüne uygun olmalıdır. Afgan halkının ihtiyaçlarını dikkate almalıdırlar. Bu ülkelerin Afgan halkına uygun olmayan çalışmaları, Afganistan’ı sürekli bir istikrarsızlık ortamına sürüklüyor. Verdiğimiz şehitleri göz önüne alarak dışarıyı beklemeden çalışmalıyız.
* Peki, İslâm dünyasının yardımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef şunu söyleyebilirim ki, en duyarsız ülkeler bazı İslâm ülkeleri oluyor. Yardım konusunda çok duyarsız ve isteksiz davrandılar. Cihad döneminde bizim bazı projelerimiz vardı. Bu dönemde başlanan işleri, yatırımları bile yarım bırakıp gittiler. Aniden geri çekilmeleri Afganistan’ı kaosa sürükledi. Destek devam etseydi, belki de bu duruma düşülmezdi. Yaşananlar bir ‘iç karışıklık’ değil, dışarıdan oluşturulan senaryoların neticesidir.
Şu an İslâm ülkelerinin ilgisi var, ama çok yetersiz. Buna karşılık binlerce gayr-ı müslim kuruluş Afganistan’a gelip faaliyet gösteriyor.
* Son zamanlarda artan ‘canlı bomba’ hadiseleri için ne diyorsunuz?
Bu olayları tasvip etmiyorum. Suçsuz insanlar ölüyorlar. Maalesef, bu da dışarıdan Afganistan’a uzanan ellerin oyunudur. Afganistan daha fazla güvensiz bir ortama sürüklenmek isteniyor.
* Afganistan’ın kuruluşunun temelinin atıldığı Bonn Anlaşması başarılı olabildi mi? ABD bu anlaşmaya sadık kaldı mı?
Bonn Anlaşmasının bir olumlu tarafı vardı. O da şuydu: Dünya Afganistan ile ilgilendi. Ama anlaşmanın muhtevası, benim düşünceme göre çok hatalarla dolu. Ve biz onun sonuçlarını bugünlerde görüyoruz. Hükümetin Bonn’da kurulması büyük bir hata olmuştur. Hükümet orada değil, Afganistan’da kurulmalıydı. Bu ilk adımdı ve Afganistan halkının iradesi dışında gelişti. Afganistan’ı temsilen Bonn’a gidenlere her hangi bir yetki verilmemişti, onları dikkate almadılar.
Hatta biz BM ile görüştüğümüzde sadece birkaç ana konunun Bonn’da görüşüleceği, geri kalan asıl konuların—hükümetin kurulması gibi—Afganistan’da yapılacağı söylenmişti, buna uyulmadı.
* Afganistan demokrasiye hazır mı?
Biz şunu istiyoruz: Herkesin hakkı, hukuku verilsin. Ama bunun demokrasi adı altında inançlara, geleneklere bir saldırı şeklinde sunulmasına karşıyız.
* 11 Eylül olayları ile, Ahmed Şah Mesud’un öldürülmesi arasında bir bağ var mıdır? Şah Mesud yaşasaydı, Bonn Anlaşmasını kabul eder miydi?
Bu iki olay, (11 Eylül ve Mesud’un şehid edilmesi) birbiriyle bağlantılıdır. Eğer Şah Mesud yaşasaydı Bonn anlaşmasını kabul etmez, reddederdi.
* Türkiye’ye bir mesajınız var mı?
Kardeş ve dost Türkiye halkının Ramazanını tebrik ediyorum. Ramazan ayı, tüm İslâm âlemine barış getirsin, barışa vesile olsun. Duâ edelim ki, bu birlik ve baraberlik daha da güçlensin. Kinler, savaşlar bitsin.
Türk halkının İslâm âleminde büyük bir yeri vardır. İslâm medeniyetine de önemli katkıları olmuştur. İslâm tarihinde her zaman yapıcı bir rol oynamışlardır. Osmanlı, her yerde mazlûmun elini tutmuştur. Umuyorum ki Türkiye de aynı fonksiyonları icra eder. Türkiye devletinin yükselmesini, kendi halkımızın, devletimizin yükselmesi olarak görüyorum. Türkiye’nin güçlü olmasını dünyadaki barışın menfaatine görüyorum.
Bediüzzaman'ı tanıyorum,
eserlerini ve Yeni Asya’yı okudum
* Son olarak, Üstad Bediüzzaman Said Nursî hakkındaki kanaatinizi öğrenebilir miyiz?
Evet, onu tanıyorum. Ben onun eserlerini de okudum. Zamanında Yeni Asya’yı da okudum. Üstad Said Nursî, benim çok ilgi duyduğum bir zattır. Sadece Türkiye’de değil, tüm İslâm âleminde çok büyük ve saygı gören bir şahsiyettir.
|