Okulda sosyalleşme projeleri nasıl yapılır?
Toplumu bilgilendirmek ve çözümler üretmek amacıyla gerçekleştirilen projeler sosyal yönüyle hepimizi etkilemektedir. Gerek kurumlar gerekse sivil toplum kuruluşları farklı konularda pek çok sosyal proje çalışması gerçekleştirmekte fakat beklenen sonuçlar elde edilememektedir. Bunda eğitim-bilinçlenme eksikliğinin önemi büyüktür. Öğrencilerin sorgulayan, araştıran ve en önemlisi özgün üretim gerçekleştirebilen bireyler olması için kaliteli eğitim muhtevası çok önemlidir. Öğrencilerin ürettiği projeler, çok geniş kapsamlı faaliyetler olmasa da onların iletişim gücünü ve araştırma yeteneğini artırıcı bir etkiye sahiptir.
Okul bir sosyalleşme alanıdır
Okul, hayat alanı olarak sosyal faaliyetleri gerekli kılar. Öğrenciler, kütüphane, sınıflar, kantin, öğretmenler, okul bahçesi, spor salonu, memurlar, güvenlik görevlileri, müstahdemler, san'at sınıfları, sosyal ortamı oluşturan ögelerdir. Öğrenciler okulda, ister istemez herkesle iletişim kurar ve konulan kurallardan etkilenirler. Yaşanılan bu çevrede meydana gelen her değişme bireyin olaylara bakışını da değiştirir. Çocuk, kendi sınıfındaki arkadaşları ve akranlarıyla kurduğu ilişkiyi, daha üst sınıflarda okuyan öğrencilerle kuramaz. Okul idaresi ve çevresel etmenler çocuğu sürekli sosyalleşmeye iten güç durumundadır. Öğrencilerin okulda kendilerini daha rahat ifade edebilmesi, çevresinde meydana gelen olayları yorumlayabilmesi ve onlara çözüm yolları üretebilmesi sosyal projelerle sağlanır.
Sosyal proje nedir?
Sosyal projeler: Fertlerin çevrelerinde fark ettikleri olumlu ve olumsuz durumları, değerlendirerek ve gözlemleyerek, bunlara belirli bir süre içerisinde çözüm ya da katkı sağlamak amaçlı; insan ve maddî kaynakları kullanarak hazırlanan yatırım, faaliyet ve çalışmalardır. Sosyal proje, tek bir öğrenci tarafından hazırlanabileceği gibi, gruplar halinde de hazırlanabilir. Meselâ, altıncı sınıf öğrencilerinin, sosyal proje çalışması kapsamında okul bahçesindeki boş alanları ağaçlandırmak için bir proje hazırladıklarını düşünelim. Öncelikle öğrenciler, ağaç dikmenin niçin gerekli olduğunu araştırmalı ve bunu gerekçe bölümünde projeye yazmalıdır (Oksijen oranının artması, görsel kirliliğin yok edilmesi, çevre bilincinin kazandırılması vb). Bahçedeki mevcut ağaçların cinsleri, dikilmek istenen ağaçların cinsi ve niçin bu ağaç türünün seçildiği, projeye eklenmelidir. Ortak bir zeminde buluşurken her öğrencinin hangi ağaçları tavsiye ettiği, her öğrencinin projeye hangi noktada yardımcı olacağı da açık olarak anlatılmalıdır. Proje için ayrılacak zaman, diğer sınıflardaki öğrencilere konunun duyurulması, maliyetler ve elde edilecek sonuçlar da dikkatle proje metnine yazılmalıdır. Proje belirli bölümlere ayrılmalı, her bir bölüm bir öğrenci tarafından araştırılmalıdır. Sonraki aşamada toplanan bilgiler ortak bir rapor üzerinde düzenlenmelidir.
Sosyal projeler nasıl planlanır?
Eğitimciler, öğrencilere kendileri araştırma konuları verebilecekleri gibi; çocuklar kendi gözlemleri ve farkına vardıkları aksaklıkları proje konusu yapabilirler. Bu tür çalışmalarda hemen sonuca ulaşmaktan ziyade tüm faktörleri görerek bunu dile getirmek ve muhtemel çözüm yollarını sunmak önemlidir. Ahmet’in özürlü vatandaşlara yaklaşımımız ile ilgili bir proje konusu belirlediğini düşünelim. Öncelikle çevresindeki özürlü vatandaşlarla görüşür ve onların ne tür sıkıntılar yaşadıklarını ve insanlardan nasıl beklentileri olduğunu öğrenir. Kaldırımlarda, hastahanelerde, sokakta, merdiven olan yerlerde, yazılı uyarıların bulunduğu alanlarda kendini özürlülerin yerine koyarak sıkıntıları bizzat tesbit eder. Toplumun özürlülere bakışını inceler. Bunları projesine yazarak, sınıfta arkadaşlarıyla paylaşır, varsa çözüm önerilerini dile getirir. Projeler, uygulama nitelikli olabileceği gibi, bilgilendirme amaçlı da olabilir. Bu çalışmaları günlük hayattan ve sıradanlıktan ayrı tutmak ve belirli bir süreyle sınırlı tutmak gerekir. Bu süre içerisinde gereken bilgilerin toplanmış ve gerekli kesimlere aktarılmış olması çok önemlidir.
Eğitimci, proje sürecinde
yönlendirici durumundadır
Öğretmen, öncelikle öğrencilere bir projenin nasıl hazırlanması ve hangi aşamalardan (amaç, planlama, uygulama) oluşması gerektiğini anlatmalıdır. Öğrenciler, hazırlayacakları projeleri öğretmene önceden bildirmeli, öğretmen de bunları yapılabilirlik (uygulanabilirlik) açısından incelemelidir. Tekliflerini, yapılması gerekenleri ve grup çalışması yapılacaksa, hangi öğrenciye hangi konunu verileceğini belirlemelidir. Bunun yanında projenin yazımı, diğer öğrencilere sunumu, tanıtımı çalışmalarında da yönlendirici rol oynamalıdır. Eğitimci, öğrencilere tek seçenek sunmaktan olabildiğince kaçınmalı, onları düşünmeye ve çıkış noktaları bulmaya zorlayacak farklı ve ilginç seçenekler sunabilmelidir.
Bireysel ya da grup olarak proje uygulamaları
Bireysel proje uygulamalarında öğrencinin proje aşamalarını kendisinin planlaması gerekir. Grup çalışmalarında öğrencilere düşen araştırma bölümü azaldığından bazı öğrenciler, konuları çok çabuk tamamlarken diğerleri yetiştiremeyebilir. Böyle durumlarda erken bitiren öğrencinin araştırma sürecine diğer konularla devam etmesi faydalıdır. Proje metni sunumdan önce o gruptaki tüm öğrencilerin elinde olmalıdır. Öğrenciler projenin genelini okuyarak, kendi bölümlerini daha rahat anlatırlar, gerekirse diğer bölümlerin bilgilerinden de yararlanırlar. Projenin sonuna ek bilgiler bölümü de eklenmelidir. Bu bölüme sonradan edinilen bilgiler, sınıftaki diğer öğrencilerin yaklaşımları, öğretmenin kişisel katkıları ve daha önce gerçekleştirilen projeler ile ilgili bilgilere de yer verilmelidir. Yeni bir proje hazırlarken daha önce uygulanan projeler, yayınlanma biçimi, anlatım özellikleri, bilimsel muhtevası, uygulanabilirliği, elde edilen sonuçlar da incelenmelidir. Hazırlanmış projeler yeni çalışmaların biçimlenmesinde yol gösterici özelliğe sahiptir.
Proje değerlendirme süreci
Projeyi hazırlayan öğrenciler, araştırma muhtevalarını bir araya getirerek, proje metnini oluştururlar. Proje metni; proje konusu, amacı, araştırmalar, proje bütünü, uygulamalar ve beklentiler bölümlerinden oluşur. Öğrenciler, metni okuyarak hangi noktaların eksik olduğunu ya da düzeltilmesi gerektiğini tartışarak ortak bir zeminde buluşurlar. Projenin sunum için uygun hale geldiği düşünüldüğü zaman, öğretmenin de projeyi incelemesi sağlanmalıdır. Öğretmenin belirttiği eksiklikler düzeltilerek sunum yapılır ve tüm öğrencilerin konuya ilişkin beklenti, düşünceleri ele alınır. Çevresini sürekli inceleyen, sorgulayan ve nasıl daha iyi olabileceğini düşünen çocuklar, daha başarılı olmaktadır. İletişim yetenekleri güçlenmekte, özgün buluşlar ortaya çıkabilmektedir. Toplumsal bağlılık ve anlayışın güçlenmesi sağlanmaktadır.
|
Mustafa OĞUZ
03.10.2006
|
|
EĞİTİM GÜNLÜĞÜNDEN
Arka sıralardan tebessüm
Sabah erkenden hızlı adımlarla evden çıktı. Yüzünde yılgın ve yorgun bir ifade vardı. Beş dakika sonra okulun kapısının önünde buldu kendini. Bugün kendine daha çok güveniyordu. Evden çıkmadan önce tüm defter ve kitaplarını itinayla çantasına yerleştirmişti. Tüm ödevlerini yapmış, eski konuları tekrar etmiş ve yeni konulara da göz atmıştı.
Zil çalalı üç-dört dakika olmuş, tüm öğrenciler sınıflarına girmiş ama henüz öğretmen zili çalmamıştı. Sessiz koridorlardan hızla geçip, sınıfının önüne geldi. Kapıyı açar açmaz, koridoru büyük bir uğultu sardı. Karınca gibi sınıfın her yanı öğrenci dolu… Ön sıralarda oturan birkaç arkadaşına selâm verip, arka sıralara doğru ilerlemeye çalıştı. Sırasına vardığında, aynı sırayı paylaştıkları arkadaşlarıyla selâmlaştı ve üçü küçücük sıraya sıkıştılar. Sınıfta kaç tane öğrenci olduğunu bilmiyordu. Belki elli, belki elli beş… Ama hepsi birden konuşmaya başlayınca beş yüz kişiden ses çıkmış gibi oluyordu.
İlk dönemin ortalarında olmalarına rağmen birçok arkadaşının adını bile bilmiyordu. Tüm gün küçücük sıraya oturmaya çalışmak zaten başlı başına bir sabır ve yetenek işiydi. Arka sıralarda kaldığı için dersin çoğunu kaçırıyor, gürültüden öğretmenin ne dediğini anlayamıyordu. Öğretmen de çocukları susturmaya çalıştığı için derse yoğunlaşamıyor, sesini arka sıralardaki öğrencilere duyurabilmek için bağırmak zorunda kalıyordu. Sınıf, kalabalık, gürültülü, havasız… Öğretmenin her sorduğu soruya parmak kaldırıyor, diğer öğrencilerin arasından kendini fark ettirmeye çalışıyordu. Söz aldığında, incecik ve zayıf sesini kimse duymuyor, ön sıralardakilere sanki sadece ağzını kıpırdatıyormuş gibi geliyordu. Konuşması bitince içinde büyük bir hayal kırıklığı hissetti. Az sonra teneffüs zili çaldı. Tüm öğrenciler aynı anda dışarıya hücum ettiler.
Öğretmen tahtayı sildikten sonra dışarı çıkarken onu yanına çağırdı: ‘Sen neden o kadar arka sıralarda kaldın bakıyım? Gayretli bir öğrenci olduğunu fark ediyorum. Sınıf öğretmeninize söyleyeyim de seni önlerde bir yere oturtsun.’ Çocuğun saçını okşayıp sessizce sınıftan çıkıp gitti öğretmen. Çocuk, hem şaşkın hem mutlu… O gün eve yüzünde hafif bir tebessümle gitti. Artık daha fazla ders çalışmak, öğretmenini mahcup etmemek istiyordu. Çünkü fark edilmişti. Ertesi gün sınıfa neşeyle girdi. Tüm arkadaşlarına selâm verdi ve fark etti hayatın güzellik ve sürprizlerle dolu olduğunu.
|
03.10.2006
|
|
Eğitimin terbiyelisi...
Eğitim sistemimizde Talim ve Terbiye Kurulu'nun önemli bir yeri vardır. Eğitimle ilgili pek çok kelime değiştirildi; şükürler olsun ki, bu iki kelimeye dokunamadılar. Terbiye ve utanma iki kardeş kavram. Sistem insanımıza bu iki sözcüğün ihtiva ettiği anlamları ne kadar kazandırıyor, tartışılır.
Bizim gibi Doğu toplumlarının sosyolojik gerçeği şu ki; insanları frenleyen iki unsur var; Biri Allah korkusu ve kuldan utanma diğeri ise yasalar. Bizim ülkemizde birinci unsur daha güçlüdür, fakat yeterli değildir. Ailelerin de bir kısmı Allah’tan nasıl korkulacağını kendileri bilmiyor ki, çocuklarına öğretsinler.
Utanma; bu sözcük dilimizde ar olarak da geçiyor. Halkımız arasında bir söz vardır: “Utanmadıktan sonra istediğini yap.” Utanmak insanoğluna has bir fiildir-eylemdir. Hani “İnsan okur, hayvan okumaz.” “İnsan utanır hayvan utanmaz” şeklinde de ifade edebiliriz... Ar, haya ve utanma gibi kavramlar insanın Allah’a olan imanıyla da doğru orantılıdır. “El haya minel iman.” İnsanda Allah’a iman ne kadar güçlü ise utanması da o kadar güçlüdür. Bu da insanlarımızın imanının taklitten tahkike yükselmesi ile mümkündür. Bu asırda da tahkikî imanı verecek olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin telif ettiği Risale-i Nur isimli Kur’ân tefsiri ile mümkündür.
Geçmişte Enver Paşa ve Adnan Menderes gibi devlet adamlarımız, bu eserlerin önemi kavrayıp sahip çıktıkları gibi, bu hükümetteki Risâle-i Nur dostlarının da sahip çıkmaları ve bunalımdaki asrımız insanlarına ulaştıran gönüllülere yardımcı olmalarını beklemek hakkımız olsa gerektir. Kutlu Doğum Haftasında AKP Milletvekili Lokman Ayva Yeni Şafak gazetesinin kitap ekindeki beyanatında “Hz. Muhammed’i (a.s.m.) en iyi Risâle-i Nurlar’dan öğrenebiliriz” demişti. Tebrike şayan bir açıklama idi. Enteresandır, aynı ekte Prof. Dr. Beyza Bilgin ise, Reşat Nuri Güntekin’in Fransızca çevirisini tavsiye etmesiydi! Demek Reşat Nuri, Peygamberimizin (a.s.m.) hayatını Fransızca'dan tercüme etmiş. Edebiyat dünyasının bundan haberi var mı bilmem?
Çağdaş bir eğitimle yetişmiş, bir İtalyan (Massino Cusimono) ile evli manken Burcu Egemensoy 06.09.2006 tarihli Hürriyet’te Ayşe Arman’a verdiği röportajda şu ilginç sözleri söylüyor:”Ben insanların bana bakmasından hoşlanmıyorum. Mankenlik için, içinizde biraz da teşhir duygusu olmalı. Bende yok. Üzerinizde mayo varken insanların önünden yürüme fikri sevimsiz geliyor bana.” Evet fıtrat yalan söylemez, hakîkati bir kez daha ispatlanmış bu cümlelerde. Bizim Aile dergisinin Eylül sayısında Mustafa Özcan’ın bu konu ile ilgili güzel bir değerlendirmesi var.
Bir babanın-annenin evlâdına vereceği en güzel hediye, iyi bir terbiyedir. Haya ve utanma duygusu ile çocuklarımıza yedirdiğimiz lokmaların da helâl olması arasında çok önemli bir irtibat olsa gerektir.
Evet, gerçek terbiye ve utanma duygusu ancak ve ancak ailelerde verileceği kanaatindeyim. Okullarda haftada bir iki saatlik Din Kültürü dersi ile verileceğine inanmak safdillik olur bence. Yaz Kur’ân Kursları da ailelerin teşviki ile çocuklarımızın edep ve haya kazanmaları konusunda epeyce başarılı oluyor. Maalesef okullarda verilen eğitim aileden alınan terbiye sisteminden kopuyor. Gencin ailesinden aldığı bazı güzel hasletler çoğu kez okulda arkadaş ortamında eriyebiliyor.
Geçen sene, Samsun’da bir lise öğrencisi basit bir kız meselesi yüzünden iki erkek arkadaşını silâhla öldürmüştü. Aynı sebepten başka yerlerde de müessif olaylar oldu. İnsanımıza en çok lâzım olan şey günümüzde sabretmek gibi bir güzel hasletin okullarda verildiği söylenemez. Sabırlı olmak, hoşgörülü olmak, kadere, kazaya iman etmek kısmetine razı olmak, her şeyden önemlisi Allah’tan razı olmak gibi kavramlar aile ve okul işbirliği ile gençlerimize mutlaka bir şekilde verilmelidir. Değilse her şeyin kaderle takdir edildiğini, insanımızın kısmetine rıza gösterip rahat etmesi bilinci önce ailede sonra da okulda verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Olaylar öyle baş döndürücü bir hızla gelişiyor ki... Gençler evlendiklerinde sabretmeyi bilmediği için Allah korusun aile faciaları, cinnet geçirmeler gibi çok yanlışlıklar yapabiliyorlar. Evli insanlar, evlendikten sonra hareketlerine yaşayışlarına çok dikkat etmek zorundalar. Değilse Çorum’da meydana gelen müessif hadiselere zemin hazırlanabiliyor. Türk milleti namusuna şerefine çok düşkündür. Hataları affetmiyor.
Evet eğitim ve terbiyede, mutlaka ama mutlaka, Allah sevgisine ve korkusuna yer verilmelidir. Kanun korkusu ile insanların kendine çeki düzen vermesi oldukça zoooor.
|
Erdoğan AKDEMİR
03.10.2006
|
|
SÖZ BİRLİĞİ
Düşünmediğim zaman, yaşamadığım zamandır
Ben her zaman yaşlılar gibi olgun düşünen gençlere, gençler gibi neşeli olan yaşlılara hayranımdır. Zaten neşeli olanlar hiçbir zaman yaşlanmazlar (Marcus Cicero). Hayat boyu yanılgılarımızın yarısı düşüneceğimiz yerde duygulanmaktan, duygulanacağımız yerde de düşünmekten kaynaklanır (J. Collins). Hayatı seviyorsanız, zamanı boşa harcamayın. Çünkü zaman hayatın kendisidir (Emil Zola). Şunu veya bunu yapacağım deme, ne yapacaksan yap (Dale Carnegie). İnsanlar dünyaya birçok yetenekle donatılmış olarak gelmişlerdir, fakat bunların ortaya çıkışı olumlu düşünce ve eylemlere bağlıdır (Anonim). Sahip olduğundan fazla bir şey istemeyen insan zengindir (Cicero). Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiçbir şeyin mucize olmadığını düşünmek, diğeri her şeyin mucize olduğunu düşünmek (Albert Einstein). Hayat geriye bakarak anlaşılır, ileriye bakarak yaşanır (J. Keth Moorehad). Kelimeler tecrübelerimizi dizdiğimiz ipliktir (Aldous Maurois).
|
03.10.2006
|
|
HAYATA DAİR
Ölüm ve hayat
Talebelerinden biri, Konfüçyüs’e: ‘Ölüm nedir?’ diye sorduğunda, Konfüçyüs’ün cevabı şu olmuş: ‘Hayat hakkında ne biliyorsun ki, sana ölümden bahsedeyim.’
‘Hayat kırkından sonra başlar’, diyen bir kişiye Said Turhan şu karşılığı vermiş: ‘Eğer otuz beşinde ölmezsen!’
|
03.10.2006
|
|
Bahane
Hâlâ bir şeyler yazabiliyorsan, gözlerin gülüyorsa,
Mutlu olmak için binlerce bahane bulabiliyorsan.
Şarkılar huzur, kitaplar bilgi dağıtıyorsa,
Karanlık sokakta ıslık çalarak yürüyebiliyor,
Mehtabın yol göstermesine izin veriyorsan.
Geceleri rahat uyuyor, rüya görebiliyorsan.
Kalemini gökyüzüne doğru savur, renkler dağılsın,
Sonbaharın sarılığını örtsün gizliden gizliye.
Posta kutularına mutluluk dağıt, telefonda gülümse.
Yaşamak budur işte, mutlu olmak için küçük bir bahane.
|
Mustafa OĞUZ
03.10.2006
|