Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

Türkiye, İsrail’le ilişkilerini gözden geçirmeli

Türkiye’nin Lübnan’a gönderilecek Barış Gücü’ne asker gönderip göndermeyeceğini, geçen hafta TBMM’de yapılan tezkere oylamasıyla geride bıraktık. Artık Türk askeri Lübnan yolcusu. Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim görevlisi Koray Çalışkan’la BM’nin aldığı ateşkes kararını, bu kararın ne kadar adil ve uygulanabilir olduğunu, Türkiye’nin bu denklem içerisinde nerede yer alacağını konuştuk. Türkiye’nin fikir dünyasını ikiye bölen tezkere tartışmasının sonuçlarını, önümüzdeki günlerde görerek, hissederek yaşayacağız. Bakalım Lübnan’a asker göndermek ne kazandırıp, ne kaybettirecek? İşte bu yorumlardan bir tanesi... “Boğaziçi Üniversitesi’de Siyaset Biliminde yüksek öğrenimini tamamlayan Koray Çalışkan 1997’de New York’a taşındı. New York Üniversitesi’de, Mısırlı, Türkiyeli ve ABD’li çiftçi ve tüccarın gündelik hayatları üzerine araştırmasını tamamlayarak, kapitalizm ve dünya emtia piyasaları üzerine bir doktora tezi yazdı. 2005 Haziran’ından beri Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmakta.” Birleşmiş Milletlerin Lübnan-İsrail savaşı sonrası aldığı ateşkes kararını nasıl yorumluyorsunuz?

Ateşkesin, tarafların geçici olarak daha kalıcı bir barışa hizmet edecekleri bir duruma adım atılabilecekleri bir süreç olması gerekirdi. Fakat, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı karar kalıcı barışa yönelik alınmış bir karar değil.

Ateşkes kararının hangi noktaları kalıcı barışa engel oluşturuyor?

Hizbullah’ın, İsrail’e karşı yürüttüğü mücadeleyi tamamen durdurmasını istiyor. Bunu bir terör sorunu olarak, uluslar arası bir terör sorunu olarak görüyor. Zaten İsrail’le ABD’nin yapmaya çalıştığı da Hizbullah’ı terör örgütü olarak kabul ettirmek. Böylelikle İsrail, Lübnan ve Filistin topraklarını işgal etmek için uluslar arası bir meşruiyet kazanacaktır. BM üyesi bir ülke, başka bir BM üyesi ülkeyi işgal ediyor. BM, savaşı Lübnan’ın içerisinde, işgal edilenin içerisinde bir güvenlik sorunu olarak tanımlıyor. BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararın bir yere varmayacak olmasının nedeni, adil bir ateşkes antlaşması ortaya koyamayışındandır.

Sizce Hizbullah uluslar arası bir terör sorunu meydana getiriyor mu?

Ortada uluslar arası bir terör sorunu yok ki. Hizbullah kalkıp Türkiye’ye, İran’a, Avrupa’ya saldırmıyor ki... Hizbullah, Lübnan topraklarını işgal etmiş İsrail’e saldırıyor. Hizbullah’ın mücadelesi meşrudur, ancak kullandığı yollar meşru mudur, onu tartışmıyorum. Bence terör lâfı şu anda analiz yapmakta kullanılacak bir kavramdan ziyade, politik sonuçlara varmak için kullanılan bir sözcüğe dönüştü. Bizi çözümsüz sorunlara iten sonuç sözcüğü oldu.

BM’nin 1701 sayılı kararı, sorunu Lübnan’ın iç meselesi olarak tanımlayınca ne oluyor?

Ortadoğu, artık o kadar benzer dinamiklerin bir araya geldiği coğrafyaya dönüştü ki, maalesef önümüzü görebiliyoruz. Daha adil bir şekilde tesis edilen Oslo Barış Süreci bile, İsrail ile Filistin arasındaki sorunların artmasına neden oldu. Şimdi dayatılan barış anlaşması da asimetrik bir adalet anlayışına dayanıyor. Bize daha fazla adalet diye dayatırsanız, onun acısı ilerde çıkar. Hizbullah işgale direnişine devam edecek, çünkü BM işgale karşı birşey yapmıyor. Bu kanserli bir hastanın hapla ağrılarını dindirdiğinizde, hastalığın ortadan kalkacağına inanmanıza benzer...

Sizce, BM nasıl bir yol izlemeliydi?

BM işin içine girecekse, daha önce Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararlar için İsrail’in birşeyler yapmasını istemeliydi. İsrail’in 1967 sınırlarına geri dönmesi gerekiyordu. Bir ülkenin BM’ye kabul edilmesi için, BM’nin kabul ettiği ülke sınırları tanınması gerekiyor ama İsrail hâlâ bu sınırları tanımış değil. O zaman İsrail’in BM üyeliği sorgulanmalıydı. BM gerçekten demokratik bir örgüt olsaydı bunlar gündeme gelebilirdi.

BM’nin sıkıntısı nedir?

İkinci Dünya Savaşından sonra galip devletler BM’yi kuruyorlar. Kaybeden devletlerin hiçbirisi Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi değildir. BM’nin tabiî olarak para ihtiyacı var. Amerika da bu paranın büyük bir kısmını yatırıyor. Gerçi ABD bir karar öncesi o parayı veriyor, çünkü BM’ye borcu olan bir ülke oy kullanamaz. Bu yüzden BM, her örgüt gibi, güçlü olanın biraz daha sözünün geçtiği yerdir. Fakat hiçbir şekilde BM, Amerika’nın güdümünde olmadı.

Tam burada tartışmalar çıkıyor. BM ve NATO’nun Amerika’nın yönlendirmesine maruz kaldığı ve eski misyonunu yitirdiği söyleniyor.

Önümüzde bazı testler var. Eğer BM hakikaten ABD’nin güdümünde olsaydı, BM, Irak işgaline meşruiyet sağlardı. Amerika kendi gücünü kullanıp, BM üzerinden bir siyaset yapmak ister, ama bunun da sınırları var.

BM aldığı kararda Barış Gücü’nün Lübnan hükümetini güçlendirmek üzere de görevlendirildiğini söylüyor. Siz bu ifadeden ne anlıyorsunuz?

İsrail’in destekçisi ABD’nin Ortadoğu’da yapmak istediği iki şey var. Birincisi ulus devletlerin kendi toplumlarını kontrol altında tutabilecek iktidara sahip olması. İkincisi bu iktidarı idare etmek. Lübnan’da bunu yapmak istiyorlar. Eğer bunu yapamazsa, halkın Amerika’nın politikalarına olan karşıtlığını bastıramazlar. Lübnan’da yapılmak istenen Hizbullah’ın gücünün sınırlandırılması ve merkezî otoritenin güçlendirilmesi. Şöyle yanlış bir tesbite dayanıyor, Hizbullah, Lübnan toplumuna dışardan empoze edilen bir güç değil. Lübnan toplumunun bir parçası ve gücünü toplumdan alıyor. Hizbullah, Lübnan üzerindeki siyasetini din üzerinden yapmıyor, milliyetçilik üzerinden yapıyor.

Ortadoğu neoliberal reformların çok hızlı çarptığı bir coğrafya oldu. Sallanan orta sınıf, çiftçi ve işçileri destekleyen bir İslâmî yardım örgütü ağları kaldı, Hizbullah bunlardan biri. Doktoruyla, işçisiyle, mühendisiyle bütün bir toplumsal tabanı olan örgütü silâhsızlandıracağız, kontrol altına alacağız derseniz, şaşkınlık içerisindesiniz demektir.

Türkiye hükümeti ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Türkiye ziyaretinde yaptığı açıklamaya göre Barış Gücünün Hizbullah’ı silâhsızlandırmak gibi bir amacı yok. Siz buna katılıyor musunuz?

Başbakan, “Biz Hizbullah’ın silâhsızlandırılması için bir şey yapmayacağız” diyor. Siz güvenilmez bir İsrail devletiyle berabersiniz. 1967 savaşında kendisini tepeden tırnağa silâhlandıran ABD’nin gözlem gemisini bile batıran bir ülkeyle karşı karşıyasınız. Nasıl planlama yapacaksınız? Tayyip Erdoğan’ın Hizbullah’ı silâhsızlandırmak gibi bir amacı olmayabilir. Ama BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararın satır aralarını okuduğunuzda, Litani Irmağı ile Mavi Hat arasındaki alanın silâhsızlandırılması ve Hizbullah’ın kontrol altına alınması olduğu görünür. BM’nin bütün amacı Hizbullah’ı silâhsızlandırmak. İsrail’e karşı “Lübnan’ı vurmayacaksın” diye alınmış bir karar yok. İsrail’in agresif saldırılarının önlenmesini öngören bir karar. İsrail, ‘defansif, yani koruma amacıyla saldırıyorum’ diyor zaten. İsrail, Hizbullah’ı gene vurmaya devam edecek. Hizbullah bir dayanacak, iki dayanacak... İsrail gizli servisi Hizbullah görüntüsüyle Barış Gücüne saldırmayacak mı? Hizbullah’ı uluslar arası terör sorunu haline getirip, meseleyi İsrail’in kendi sorunu değil, İsrail devletinin korunmasını dünyanın sorunu haline getirmek istiyorlar. İdeolojik amaç bu.

Lübnan, bu ideolojik amacı engelleyecek güçte değil gördüğümüz kadarıyla. Türk askerinin bölgeye gitmesine de karşı çıkmıyorlar?

Lübnan’a bu barış dayatıldı. Lübnan o kadar yanlız kaldı ki, Arap ülkeleri İsrail’i kınayamadılar, büyükelçilerini geri çekmediler, nota vermediler bile... Böyle bir durumda uluslararası camiada yalnızsınız. Fuad Sinyora Arap Birliği Dışişleri Bakanlarıyla yaptığı toplantıda ağladı. Lübnan toplumunun geldiği noktayı Sinyora’nın gözyaşları tanımlıyor. Böyle bir çaresizlik içinde, size asimetrik barış dayatılmış. Hayır derseniz mücadele edeceksiniz, ama neyle? Buna rağmen Lübnan İsrail’le barış imzalamadı, İsrail’le hâlâ savaştalar. Böyle bir durumda Türk askerinin gelmesini ister misiniz diyorlar, elbette isterler...

Türk askerini niye istiyorlar sizce?

Türk askeri oraya gelirse, Hizbullah ve İsrail askeriyle karşı karşıya gelecek. Ya formel, ya da informel olarak gelecek. Ya sivil, ya da gizli operasyonla gelecek. “Türk askeri İsraille karşı karşıya gelirse, olur da araları bozulur” diyorlar.

Türkiye’den yardım bekliyor olamazlar mı? Sonuçta halkları düşünürsek, Türkiye kardeş gibi karşılanır. Öyle değil mi?

Türkiye’yi kendilerine çok yakın bir ülke olarak görüyorlarsa, çok yanlış. Çünkü Türkiye bir kargaşa yaşanırsa askerlerini geri çekeceğini açıkladı. Geri çekmek asker göndermekten daha büyük bir adımdır. Aynı zamanda söz hakkınızı, güvenilirliğinizi yitirirsiniz. Türkiye’nin asker göndermemesini istememin nedeni buydu. Türkiye, Irak savaşına girmeyerek tarafsız ve güçlü bir ülke haline geldi. Lübnan’da herkes birbirine girecek Türkiye o karmaşanın içinde olmamalıydı. Türkiye aktif olarak Lübnan toplumuna destek olmalıydı. Türkiye-İsrail’le içine girdiği askerî anlaşmaları yeniden düşünmeli ve en büyük müttefiki olan İsrail’le olan ilişkilerini radikal olarak gözden geçirmelidir.

Türkiye devlet yapısı, kurumlarıyla İsrail’le ilişkileri radikal bir şekilde gözden geçirme gücüne sahip mi?

İnsanların isteklerinin Meclise yansıması gerekiyor, çünkü onlar bizim adımıza konuşuyorlar. Onlar kendi kafalarından geçenleri değil, bizim irademizi kararlara yansıtıyorlar. Eğer böyle olmuyorsa, bizim iç siyasetimizde bir sorun var demektir. Bu Türkiye’nin dış siyaseti değil, iç siyasetiyle ilgili bir sorundur. Türkiye bu iradeyi kendi içinden gösterebilir. İspanya’da, İtalya’da bu oldu...

Türkiye’de böyle demokratik bir yapı var mı?

Bence var. Mısır’da, demokratik yapının gelişmesi için faaliyet gösteren sivil toplum örgütü üyesi, birine, “O Amerikan ajanı, Amerika için çalışıyor” dediğinde, o insanın kariyerini bitirler...Türkiye’de bunu söylerseniz, insanlar artık size gülerler. Türkiye demokratik tepkilerini hızlı bir şekilde veren ülke olma yolunda. 1 Mart tezkeresinin reddinde Amerika Dışişleri yetkilileri kendi isteklerini dayatamadıkları için, büyük şaşkınlığa uğramışlardır. Bunlar yapılabilir, yeter ki bu kararların meşruiyet zeminini meydana getirecek toplumsal bir hareket inşa edilsin.

Peki Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması Barış Gücündeki dengeleri etkiler mi?

İnsanlar, Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için, kendilerine daha yakın davranacağını düşünüyor olabilirler. Öyle bir şey yok. İsveç Müslüman bir ülke değil, İsrail’le ilişkileri daha dikkatlidir. Bir Ortadoğulunun İsveç’ten daha çok şey beklemesini isterim. Çünkü insanların dinî inançları ile maddî çıkarları birbirinden farklıdır. Irak’ta Sünnîlerle Şiîlerin mezhepsel açıdan çatıştığını söyleyenler var. Bence bu durumu yatay kesen onlarca çıkar çatışması var.

Peki Türkiye’nin Barış Gücüne asker göndermesinde ne gibi çıkarları olabilir?

Türkiye’nin, Lübnan’a asker göndermesinin sebebi, Lübnan’a yardım etmek olmalı. Biz insan olduğumuz için, durduğumuz yeri kaybeder, günlük çıkarlar için buraya asker gönderelim dersek, Ortadoğu’daki adaletsizliği üreten mekanizmaların parçası oluruz.

Hükümet de “Biz çatışmak için değil yardım için gidiyoruz” diyor zaten.

Lübnan, yardım edebileceğimiz bir sürü olasılık var. Lübnan’ın yeniden inşasına katkıda bulunabiliriz. BM’de Lübnan’ı daha çok destekleyen bir tavır içerisine girebiliriz. Ortadoğu’da gerçekten neler olduğunu anlatan, adalete dayanan bir dış politika yürütmemiz mümkün. Türkiye söz sahibi olmak istiyorsa, yapması gereken budur. Yoksa asimetrik olarak dayatılan bir barışın polisliğine soyunmaması gerekiyor.

‘Türkiye, Barış Gücüne asker göndermekle, dünya üzerindeki söz hakkını daha da güçlendirecek’ diyenler var. Bu mümkün mü?

Lübnan, şu anda dünyanın izlediği bir ülke. Eğer Türkiye eğer Barış Gücüne katkıda bulunursa diğer ülkelerle adı daha çok anılan, uluslar arası toplantılarda daha çok dinlenen ve söz sahibi olan bir devlet olacak. Keşke Türkiye, Lübnan’da barış olsa ve bunun gözcülüğünü yapsa idi. İsrail, Lübnan’a saldırdı, neden İsrail topraklarında değil de Lübnan’da tampon bölge oluşturuluyor. Neden?

Amerika, Barış Gücü’ne neden asker vermiyor?

Birincisi Irak’ta rezil oldular. Bunun ABD’nin desteğiyle İsrail’in dayattığı bir barış olduğunu herkes biliyor. Amerikan askerinin oraya girmesi, Lübnan halkını iyice çileden çıkaracaktır. Gidemezler, yok olurlar çünkü... Hizbullah da, halk da saldırır. Dünyada askerî olarak güçlü olmak, her istediğini yaptırtmak değildir. İşte Irak...

İran’ı bu denklem içerisinde nereye koyuyorsunuz?

1979’daki devrimden sonra bütün dünya İran’ın karşısına geçti. Irak savaşında Batı ve Amerika Irak’ı destekledi. Böyle bir ülke olduğunuzda, çevrenizde bir savunma halesi oluşturmak istersiniz. İran’ın yapmaya çalıştığı bu. İran’la ABD arasında bir fark yok. İran kendi ulusal çıkarları için Hizbullah’ı, ABD de kendi çıkarları için İsrail’i destekliyor.

İran, Ortadoğu’da hegoman olma peşinde diyen yorumcular var?

Yok öyle bir şey. Nasıl hegoman olsun? Filistin’e dair eylem yapılıyor, halkın katılımı yetersiz. Zorla devlet memurlarını eylemlere götürüyorlar. Gösterilerde Hizbullah bayrağıyla serinlenen, Filistin bayrağına oturan bir devlet memuru kitlesini göreceksiniz. Petrol gelirleri ileride azalacak. İran’ın bölgesel güç olmasını bırakın, rejim kendi ülkesinde kendini güçlü hissetmiyor. Nasıl kalkıp Ortadoğu’ya hakim olacak? Bence İran kesinlikle savunma içgüdüsüyle hareket ediyor.

İran’la Türkiye önümüzdeki yıllarda karşı karşıya gelir mi? Çünkü Amerika’nın Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirme planları olduğu söyleniyor.

Ortadoğu’daki en uzun barış Türkiye ile İran arasında. Bizim cumhuriyetimizden daha eski bir barıştır. İran’la Türkiye neden karşı karşıya gelsinler? Türkiye’nin komşularından, Türkiye’nin karşısına çıkacak kimse yok. Türkiye adil, demokratik bir dış politika sürdürürse komşularıyla gayet güzel geçinecektir.

Son olarak siz Amerika’yı bölgede dengeleri değiştirecek süper devlet olarak görüyor musunuz?

O kadar abartmamak lâzım. İnanılmaz hatalar yaptılar. Kendi emperyal vizyonlarının dışına çıkacak, kendilerini güçsüzleştirecek hatalar yaptılar. Hata yapmaya da devam ediyorlar.

Hasan Hüseyin KEMAL

11.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (04.09.2006) - Nuray Hafiftaş: Günah işlemekten korkuyorum

  (01.09.2006) - Ali Oktay: Eğlenceyi helâl dairede aramalı

  (28.08.2006) - İsrail korkuyu tattı

  (21.08.2006) - Lâlelere harcanan parayla okulları muayene ederdik

  (20.08.2006) - Hayatımda hiç ‘of’ demedim

  (19.08.2006) - Gençlere fırsat verilmeli

  (17.08.2006) - Lübnan’a yüz tırlık yardım gemisi

  (15.08.2006) - Resmî ideoloji toplumu çürüttü

  (14.08.2006) - İsrail adına Lübnan'ı işgal gücü

  (11.08.2006) - Müstehcenlik de bir nevi şiddettir

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004