|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Eğer Allah insanları kazandıkları günahlar yüzünden hemen cezâlandıracak olsaydı, yeryüzünde tek bir canlı bırakmazdı.
Fâtır Sûresi: 45
|
11.09.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Kim inanarak ve sevabını Allah'tan umarak Kadir Gecesini ibadetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3716
|
11.09.2006
|
|
Kıyametin bir nümunesi: Güz mevsimi
Kıyamete nümune olan güz mevsiminde, o dört yüz binden üç yüz bin nebatî ve hayvanî nevilerini, vefatlar suretinde ve mevtler namında terhis edip vazifelerinden paydos ediyor.
Şuâlar, s.156
***
Her güz mevsiminde yapılan tahribat, gelecek bahar mevsimlerinde gelen yeni misafirler için yer tedarik etmek ve bir nevi terhis ve izinlerdir.
Mesnevî-i Nûriye, s. 39-40
***
Küre-i arz, senevî mevsimler cihetinde bir ağaçtır. İsm-i Evvel cilvesiyle güz mevsiminde hafîziyete emanet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler, bahar çarşafını giyen zemin yüzünün milyarlar dal, budak, meyve veren ve çiçek açan ağacının teşkilâtına dair İlâhî emirlerin mecmuacıkları ve kaderden gelen düsturların listeleri ve geçen yazın işlediği vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidematıdır ki, bilbedahe bir Hafîz-i Zülcelâl-i ve’l-İkramın hadsiz kudret, adalet, hikmet, rahmet ile iş gördüğünü gösteriyor.
Şuâlar, s.197
***
Ve güz mevsiminin haşin tahribâtı, hazin firâk perdeleri arkasında, tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhâfaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir.
Sözler, s. 210
***
Gözümüzün önünde her sene güz mevsiminde öyle bir âlem vefat eder ki, herbirisinin hadsiz efradı bulunan ve herbiri zîhayat bir kâinat hükmünde olan yüz bin nevî nebatat ve küçücük hayvanat, o âlemle beraber vefat ederler. Fakat o kadar intizamla bir vefattır ki, haşir ve neşirlerine medar olan ve rahmet ve hikmetin mucizeleri, kudret ve ilmin harikaları bulunan çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp, defter-i a’mâllerini ve gördükleri vazifelerin programlarını onların ellerine vererek Hafîz-ı Zülcelâlin himayesi altında, hikmetine emanet eder, sonra vefat ederler.
Şuâlar, s.130
Lügatçe:
İsm-i Evvel: Her şeyin öncesini iyi bilen Cenâb-ı Hak.
Hafîziyet: Koruma, muhafaza etme, saklama.
defter-i hidemat: Hizmetler defteri.
hudûs: Sonradan var edilme.
|
11.09.2006
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Sultân
Allah (c.c.), Sultân’dır. Yani güç, kuvvet, iktidar ve hâkimiyet sahibidir. Kâinat saltanatının sâhibi ve sultânı Yüce Allah’tır. Her şeyde tek gâlip ve üstün Cenâb-ı Haktır. O her şeyin Sultânıdır. Dilediğine üstünlük, güç ve kudret verir.
Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Sultân isminin, Kur’ân’da fiil türevleri mevcuttur. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Allah peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük ve güç (taslît) verir.” (Haşr Sûresi: 6) Bir diğer âyette, “Allah dileseydi onları üzerinize taslît ederdi (musallat ederdi) de sizinle savaşırlardı.” (Nisa Sûresi: 90) Diğer bir âyette, “De ki, ‘Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dâhil et. Çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir sultanlık (güç ve kuvvet) ver.’” (İsra Sûresi: 80)
Hârika bir şehirde, milyonlar seyyar ve gezgin elektrik lambalarının bulunduğunu farz ettiğimizde, bu gezgin lambaların, şeksiz şüphesiz, elektriği îcat ve idâre eden, fabrikayı kuran ve yakıtını getiren mu’cizekâr bir ustaya işâret ettiğini belirten Bediüzzaman, bu dünya sarayının damında bulunan ve dünyadan milyonlarca defa büyük ve top güllesine göre yetmiş kat daha sür’atle hareket ettiği halde intizâmını aslâ bozmayan, bir birine çarpmayan, sönmeyen ve yakıtı tükenmeyen dev küreler halindeki yıldız ve güneş lambalarının, yalnız elektrik fenni açısından bakılsa, gayet âşikâr bir şekilde kâinatın her şeyi nûruyla ve ışığıyla kuşatan Sultân’ını gösterdiğini kaydeder.
Bedîüzzaman’a göre, her yaratığın yüzünde ve herkesin cephesinde öyle bir mühür vurulmuştur ki, ezel ve ebet sultanı olan Cenâb-ı Haktan başka hiç kimsenin o mührü vurmasına imkân yoktur. Kudretin neşrettiği mektupların her birinin sonunda yine taklit kabul etmeyen bir imza vardır. Yalnız hayat iksirine bakılırsa, hayat ile bir şeyden pek çok şey îcat edilmekte; pek çok şey bir şeye dönüşmektedir. Meselâ su bir tek şey iken, Allah’ın izniyle pek çok uzuvlara ve cihazlara kaynaklık etmektedir. Mîdeye giren pek çok muhtelif yemekler ve meyvelerden ise tek bir cisim îcat edilmektedir.
Bedîüzzaman’a göre, şu muhteşem kâinat, perde arkasında muhteşem bir saltanatın hükmettiğine delâlet etmektedir. Yeryüzü meydanında melekler, cinler, insanlar, hayvanlar ve şuursuz bitkiler taifesinden her birisi, muntazam bir ordu gibi Sultan-ı Ezelînin sonsuz şefkatiyle ve rahmetiyle hayatlarını sürdürmektedirler. Böyle bir saltanat, elbette kendisine lâyık raiyet istemektedir. Bütün raiyetin, bu her gün dolup boşalan misâfirhanede toplanmış olmaları, raiyetin bir manevra için burada bulunduklarını göstermektedir. Bunu, Sultan-ı Ezelînin hârika san’atlarını temâşâ ettikten sonra pek fazla durmayarak gitmelerinden, ardından serginin de her dakika değişmesinden anlamak mümkündür. Bu durum gösteriyor ki, şu misâfirhâne, şu meydân ve şu sergilerin arkasında daimî saraylar ve sürekli meskenler, şu sergide gösterilen hârika san’atların, nümûnelerin ve sûretlerin yüksek asıllarıyla dolu bağlar, bahçeler ve hazineler, içinde vardır. Burada çabalamak onlar içindir. Şurada çalıştırıyor, orada ücret veriyor.
İçinde bulunduğumuz fânî âlemdeki her şeyin, âhiret âleminde bâki meyveler vereceğini belirten Bedîüzzaman, Sultan-ı Ebedînin şu yıkılmaya yüz tutmuş menzillerde ve geçici meydanlarda bile yüksek hikmet, geniş inâyet, ulvî adâlet ve büyük merhamet eserleri gösterdiğini, binâenaleyh O Sultan-ı Sermedînin ebedî âhiret âleminde dâimî mekânları, sabit meskenleri ve dâimî ve mukîm sakînlerinin bulunduğunda aslâ şüphe duyulmaması gerektiğini, aksi takdirde şu görünen hikmet, inâyet, adâlet ve merhameti de inkâr etmek lâzım geleceğini kaydeder.
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfâtı ve isyan edenlere cezâsı bulunmasın. Elbette mutlak rubûbiyet mertebesinde bir sermedî saltanatın, o saltanata îman ile bağlılık gösteren ve itaat ile fermanlarına teslim olanlara mükâfâtı ve o izzetli saltanatı küfür ve isyanla inkâr edenlere de cezâsı, o rahmet ve cemâle, o izzet ve celâle lâyık bir tarzda bulunacaktır! Sultanü’d-Deyyân ismi bunu haber veriyor.
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, insanlar Sultan-ı Ezelînin kudretiyle yokluk karanlıklarından, aydınlık varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî bütün mahlûklar arasından emânet-i kübrâ için biz insanları seçmiştir. İnsanlar, haşir yoluyla ebedî saadete doğru hareket etmektedirler. Hazret-i Muhammed (a.s.m.), bu büyük insan kervanına Sultan-ı Ezelîden aldığı risâlet göreviyle başkanlık etmektedir. Kur’ân-ı Azîmüşşân da, Sultan-ı Ezelînin Peygamber Efendimize (a.s.m.) verdiği risâlet beratıdır. İnsan ise Sultan-ı Ezelînin ihsanlarının san’atlı cevherleriyle süslenmekte, Onun yüksek nazarına kendini îmânî bir şuurla arz etmektedir. Bu vazife ona, hayatta olmasına bir neden olarak kâfidir.
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)
|
11.09.2006
|
|
Münâcâtü'l-Kur'ân
İBRAHİM:
1. Ey gökleri ve yeri hak ve hikmetle yaratan ve dilerse bizleri ortadan kaldırıp yep yeni bir halk getirebilen! Ey bu, Kendisine güç olmayan! (19-20)
2. “Eğer Allah’ın nimetini sayacak olsanız, sayamazsınız! Doğrusu insan çok zâlim, çok nankördür.” (34)
3. “Yâ Rabbi! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlar eyle! Ey Rabbimiz duâmı kabul et!” (40)
4. “Ey Rabbimiz! Hesabın görüldüğü günde, beni, anne-babamı ve bütün mü’minleri bağışla!” (41)
|
11.09.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden
Risâle-i Nur muazzam hakikatleri ders veriyor
Mahzen-i mu’cizât ve mu’cize-i kübrâ olan Kur’ân-ı Azîmüşşânın hakikî bir tefsiri olan Risâle-i Nur, o kadar merakâver, o kadar câzibedar, o kadar dehşetli ve muazzam hakikatleri ders veriyor ve mesâili ispat ediyor ki, imân ve İslâmiyetin kıtalar genişliğinde inkişaf ve fütûhâtına medâr oluyor ve olacaktır.
|
11.09.2006
|
|
Mu'cizât-ı Ahmediye'den (asm.)
‘Üstüme birleşiniz!’
Başta Sahih-i Müslim, kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki:
Câbir diyor: Biz bir seferde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraberdik. Kaza-yı hacet için bir yer aradı. Settareli bir yer yoktu. Sonra gitti iki ağaç yanına, bir ağacın dalını tuttu, çekti. Ağaç itaat ederek beraber gitti; öteki ağacın yanına getirdi. Mutî devenin yularını tutup çekildikte geldiği gibi, o iki ağacı o sûretle yan yana getirdi. Sonra dedi: “Üstüme birleşiniz.” İkisi birleşerek settare oldular. Arkalarında kaza-yı hacet ettikten sonra onlara emretti, yerlerine gittiler.
İkinci bir rivayette, yine Hazret-i Câbir der ki: Bana emretti ki: “O ağaçlara de: Resulullahın haceti için birleşiniz.” Ben öyle dedim, onlar da birleştiler. Sonra ben beklerken, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıkageldi. Başıyla sağa sola işaret etti; o iki ağaç yerlerine gittiler.
Mektubat, s. 127
|
11.09.2006
|
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
Enes bin Malik (ra) anlatıyor:
Bedir günü Peygamber Efendimiz (asm) ashabı savaşa teşvik ederken, Umeyr bin Humam (ra) hurma yiyordu.
“Ne güzel! Ne güzel! Demek benimle cennet arasında bunların beni şehit etmelerinden başka bir şey yoktur.” demeye başladı.
Peygamber Efendimiz (asm):
“Niçin ne güzel, ne güzel diyorsun?” buyurdu.
Umeyr:
“Vallahi Ya Resulallah! Bunu bana söyleten, Cennete girme umudundan başka bir şey değildir.” dedi.
Peygamber Efendimiz (asm):
“Öyleyse şüphen olmasın ki, Cennete gireceklerdensin!” buyurdu.
Bunun üzerine Umeyr (ra) elindeki hurmaları atarak:
“Bunları yiyinceye kadar beklersem, dünyada kalmam uzun sürer.” dedi ve kılıcına sarıldı. Savaşa başladı.
Nihayet şehit düştü. Allah onlardan razı olsun.
(Hayatü’s-Sahabe, 3/452)
|
11.09.2006
|
|
|
|