Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Aile

Ağrılarımız ve aspirin

Ağrı yüce Yaratıcının rahmetinden bir ihsandır. Ağrısız bir hayat düşündünüz mü? Kolunuz kırılıyor, ama hiç hissetmiyorsunuz, kangren olan azanızı hissetmiyor kestirmek zorunda kalıyorsunuz. Dişiniz çürümüş ve hissetmediğiniz için artık çekilmekten başka çare kalmamış, kansersiniz o da ne ağrılarınız yok hastalığınızı fark edemiyorsunuz.

Yüce Yaratıcı ağrıyı bize bir uyarıcı olarak göndermiştir. Geçen aylarda gazete ve tv haberlerinde de gündeme gelen çocuğu hatırlayalım sinirsel iletilerindeki hasardan dolayı hiçbir şey hissetmiyor iğne batırılan çocuk gözümüzün içine bakarak gülüyor ağrısal iletilere karşı cevap vermiyor. Ailesi her iki ayda bir cek-up yaptırmak zorundadır. Çünkü küçük hataların sonucunda ağır bedeller ödeyebilirler.

İnsan her hücresine binler hikmet takılmış bir varlıktır. Ağrılarımızdan of değil oh demeliyiz bize kendini tanıttırmak ve bize şifa vermek isteyen Şafî-i Hakikî ağrı ile bizi kendine müteveccih ediyor. Acz ve fakrımıza karşı nihayetsiz kudretini ve rahmetini anlamamızı sağlıyor. Şafî-i Hakikî bize Şafî isminin tecellilerini göstermek için kâinat bahçesine şifayâb maddelerini yerleştirmiştir. Aspirin de bunlardan birisidir. Aspirin söğüt ağacından elde edilen salisilin maddesinin asetillenmesi ile elde edilmiştir. Yüce Yaratıcı bizim vücudumuzun ihtiyacını söğüt ağacına saklamıştır. Söğüt ağacından elde edilen aspirin, insanın vücudunda ihtiyacı olan yere ulaşarak, sanki vücudumuzu önceden tanıyormuş gibi, ağrı iletimi sağlıyan prostagilandin adı verilen maddenin sentezini engelleyerek, ağrı iletimini engelliyor ve bize şifa tecellisini gösteriyor.

Aspirin aynı zamanda TXA2 denilen maddelerin sentezini de engelleyerek, damar tıkanıklığında kanın akışını düzenlemektedir. Yalnız ağrı kesici olarak 300-500 mg aspirin kullanılırken, kalp ve damar rahatsızlıklarında 100 mg yeterli olmaktadır.

Bahsettiğimiz gibi, aspirin ağrı iletiminin engellenmesini prostaglandin sentezini engelleyerek gerçekleştirmektedir. Prostaglandinler ise, ağrı iletimi yanı sıra, mide asit düzeyinin düzenlenmesi akciğer genişliğinin dengede tutulması gibi görevleri de vardır. Bu sebeple ülser ve mide şikâyetleri olanların astım ve bronşit hastalarının aspirin kullanmaları tavsiye edilmemektedir.

Kısaca aspirin kullanımında dikkat edilecek hususları şöyle sıralayabiliriz;

• Aspirin bol su ile içilmelidir.

• Tok karnına kullanılmalıdır.

• Ağrı kesici olarak 300 -500 mg kullanılırken, kalp ve damar rahatsızlıklarında 100-150 mg kullanılmalıdır.

• Mide rahatsızlığı ve astımı olanlar, diğer ağrı kesicileri tercih etmelidir.

• Antikoagülanlarla (kan pıhtılaşmasını önleyiciler) kullanılmamalı.

• Hamileliğin son 3 ayında kullanılmamalı.

Hazırlayan: Ecz. Ali İhsan AZI

26.08.2006


Kalp krizi nedir?

Kalp krizi, kalbinizi besleyen kan damarlarındaki daralmaların (damar sertliği), zaman içinde tam bir tıkanıklığa dönüşmesi sebebiyle oluşur. Kalbi veya beyni besleyen damarlar, kolesterol (kan yağları), diğer yağlar, kalsiyum ve kandaki bazı maddelerin birleşerek oluşturdukları tabakalar (plaklar) yüzünden daralabilir. Damarlardaki bu daralmalar, damar sertliğine (ateroskleroz) yol açar.

Oluşan tabakanın boyutu büyüdükçe kan akımı azalır. Kalp kası normal çalışmasını sağlayacak miktarda oksijen alamaz hale gelir. Bu durumda göğüste, boyun ve sırtta “sıkışma veya nefes alamama hissi” adı verilen bir ağrı hissedilebilir. Bu ağrı, bir sıkıntı veya stres haliyle birlikte yaşanır ve genellikle birkaç dakika içinde geçer.

Eğer kalp damarları ile kalbe yeterince oksijen sağlanıyorsa, kalp sorunsuz bir şekilde atmaya devam eder. Kalp damarlarının bazı bölümleri tıkandığında ise, kalp damar hastalığı (koroner arter hastalığı) (KAH) oluşur. Bu durumda kalbe gelen kan akımı azalır. Eğer kan akımı uzun süre tamamen kesilirse, kalp krizi (miyokard infarktüsü) (Mİ) meydana gelir ve kalp kası zarar görür.

ABD’de her yıl yaklaşık 1.5 milyon kişi kalp krizi geçirmektedir. Kalp krizi geçirenlerin üçte bir kadarı ilk 20 günde, % 3-% 12’si de bir yıl içinde hayatlarını yitirmektedir. Kalp krizi geçirenlerin yalnızca % 30’u krizden sonra 10 yıl yaşayabilmektedir. Günümüzde kalp krizi belirtilerinin daha iyi tanınması, tedavi kalitesinin yükseltilmesi ve tedavi seçeneklerinin artırılması için yoğun çaba harcanmaktadır.

Risk faktörleri nelerdir?

• 45 yaş veya üstü erkek olmak.

• 55 yaş veya üstü kadın olmak, ya da östrojen almamış erken menopozda olmak.

• Babanızın veya erkek kardeşinizin 55 yaşından önce, annenizin veya kız kardeşinizin 65 yaşından önce miyokard enfarktüsü geçirmiş olması.

• Sigara içiyor olmanız.

• Total kolesterol değerinizin 240 mg/dl olması, HDL (iyi) kolesterolünüzün 35 mg/dl olması.

• Kan basıncınızın 140/90 mmHg olması veya bir hekim tarafından hipertansiyon teşhisi konulmuş olması.

• Açlık kan şekerinizin 126 mg/dl bulunması veya kan şekeri regülasyonu için ilâç ihtiyacınızın olması.

• Anamnezinizde koroner kalp hastalığı veya miyokard infarktüsü teşhisi konulmuş olması.

• Çoğu günlerde 30 dakikadan az fizik aktivite olması.

• Aşırı kilolu olmanız.

Uyarıcı belirtiler nelerdir?

Kalp krizi hayatı tehdit edebilen ve ölümle sonuçlanabilecek acil bir durum olduğundan, uyarıcı semptomların fark edildiği anda hemen 112 Hızır Acil Servis aranmalı ve koroner yoğun bakım ünitesi olan en yakın hastahaneye doktor refakatinde ambulans ile nakledilmelidir.

Bu belirtiler ortaya çıkıp-kaybolabilir ve bir süre sonra tekrarlayabilir. Kalp krizi teşhisi ne kadar erken konulursa tedavi o kadar başarılı olabileceğinden, zaman kaybetmeden yardım istenmelidir.

• Göğüs kemiği arkasında baskılayıcı, dolgunluk hissi veren, sıkıştırıcı rahatsızlık hissi veya ağrı olabilir.

• Bu ağrı birkaç dakikadan uzun sürer, kaybolup tekrar ortaya çıkabilir.

• Göğüs ağrısı, omuzlara, boyuna ya da kollara yayılabilir.

• Göğüsteki ağrı ya da rahatsızlık hissine eş, sersemlik, baygınlık, terleme, bulantı-kusma ve nefes darlığı eşlik edebilir.

Her hastada bu belirtilerin tümünü görmek mümkün değildir. Belirtiler kaybolup tekrar ortaya çıkabilir. Bu belirtilerden bir veya birkaçını başka bir kişide fark ederseniz, hemen Hızır Acil Servisi arayarak, hastanın emin bir şekilde hastahaneye ulaştırılmasını sağlayınız.

Risk faktörleri ile mücadele nasıl yapılmalıdır?

Hastanın yaşı, cinsiyeti ve ailesinde kalp hastalığı varlığı, değiştirilmesi mümkün olmayan risk faktörlerini teşkil eder. Oysa sigara içimi, yüksek kolesterol, yüksek kan basıncı, fizik inaktivite, kilo fazlalığı değiştirebilen risk faktörleridir. Son zamanlarda şeker hastalığının değiştirilmesi mümkün olmayan risk faktörleri arasında yer alması gerektiği ileri sürülse de, iyi bir diyabet regülasyonunda yarar vardır.

Hazırlayan: Dr. O. Turgut DEMİ

26.08.2006


7. Devâ

Ey sıhhatinin lezzetini kaybeden hasta!

Senin hastalığın sıhhatteki verilmiş lezzetini kaçırmamalı,

Musibet ne demek akıl olup anlasan,

Elemler Kimden kime geliyor düşünsen, göreceksin tattırıyor, her elem bir emel arttırıyor, sıhhatin lezzetini her keder musibetsiz birşey devam etse tesirini inceltir,

Ehl-i hak ittifak bunda “Her şey zıddıyla bilinir.”

Meselâ, karanlık olmazsa bilinmez ışık

Nur lezzetsiz kalır.

Soğuk olmazsa anlaşılmaz hararet,

Güneş zevksiz kalır.

Açlık olmazsa yemek lezzet vermez.

Mide harareti olmazsa, su içmesi neye yarar, zevk vermez.

İllet olmazsa âfiyet de zevksizdir.

Maraz olmazsa sıhhat nerden bilinir?

Ömer Faruk TOPÇU

26.08.2006


Tıbb-ı Nebevî: Bulaşıcı hastalıklardan korunma

Mikroplar ve basiller ilk defa 1880 yılında Avrupa’da keşfedilmiştir. Halbuki Peygamber Efendimiz, milâdî 7. asırda Müslümanları bulaşıcı hastalıklardan sakındırıyor ve karantina uygulamasını emrediyordu:

“Bulaşıcı hastalıklar, sizden öncekilere gönderilmiş bir azaptı. Bir yerde bulaşıcı hastalık çıktığını işitirseniz, oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde salgın başlarsa da oradan çıkmayınız.”

Ayrıca, bulaşıcı hastalığa yakalanarak ölenlerin şehitlik mertebesinde olacaklarını belirterek, mânevî bir müeyyide koymuş, böylece salgın çıkan yerlerden kaçılarak hastalığın yayılmasını önlemiştir.

Peygamberimiz, sürü, av ve arazi bekçiliği dışında köpek beslenmesini yasaklayarak, kuduz, kist hidatik, leptospira, ve Marsilya humması gibi hastalıkların köpeklerden insanlara bulaşmasını engellemeye çalışmıştır.

İslâmiyet’te kan, irin, idrar, dışkı, kusuntu gibi mikrop ihtivâ eden maddeler necis sayılmış, üzerinde ve ibâdet yerinde böyle bir şey bulunan kişinin temizlenmedikçe ibâdet yapamayacağı hükme bağlanmıştır. Zina ve fuhuş yasaklanarak da tüm cinsel münasebetle çoğalan hastalıklarla birlikte çağın vebası AIDS’in önüne geçilmeye çalışılmıştır.

Bugünkü modern tıp, yüzyıllar boyunca toplanan bilgi ve buluşların sürekli bir değişim ve gelişim göstermesiyle, gözlem ve tecrübelere dayanarak meydana gelmiştir. Mikroskopların ve laboratuvarların rüyasının bile görülmediği 14 asır önce, Yüce Peygamberimiz’in tıp hususunda yaptığı uygulamalar ve söylediği sözler, modern hekimliğin, ancak son birkaç yüzyılda ulaşabildiği tabâbet düsturlarıdır. Bunların her biri, Tıp Fakültelerinin kapılarına altın harflerle yazılacak niteliktedir.

Hazırlayan: Dr. Ali Osman AKDE

26.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004