|
|
Bedenimiz, bize verilmiş bir emanettir!
Peygamber Efendimizin önüne gelen bir bedevi, kendisinin yalan söylemek, içki içmek gibi bir çok fena alışkanlığı bulunduğunu, bunlardan kurtulamadığını ibadetleri konusunda da gevşek olduğunu belirterek, çare göstermesi hususunda yakarmış. Peygamber Efendimiz ise, kendisine öncelikle “yalan söylemekten vazgeçmesini” tavsiye buyurmuş.
Bedevi, Peygamber Efendimizin yanından ayrıldıktan sonra kendi kendine düşünmüş, “İçki içmeye devam edersem ve Peygamber Efendimiz sorduğunda ne derim? Namaz kılmazsam, sorduğunda ne derim? Oruç, zekât hususunda sorduğunda ne derim?” diyerek, kendini hesaba çekmiş. Neticesinde, Hz. Peygambere yalan söylemeyeceğine söz verdiğini hatırlayarak, bir bir dinin emirlerini hayatına tatbik etmeye başlamış.
Bu kadar sözün bağlanacağı bir nokta elbette ki var. Şahsımızın kilo fazlamız sebebi ile bazı sağlık sorunlarımız bulunuyordu. Modern zamanların hastalığı olan kolestrol yüksekliğini bir türlü kontrol altına alamıyorduk. Sonunda diyetisyen bir kardeşimizin tavsiyesi ile beslenmemize dikkat etmeye başladık.
Başlamamız çayı şekersiz içmek ve yalnızca zeytinyağlı yemekleri tercih etmekti. İşte yalanla şekerin alâkası burada ortaya çıkıyor. Günde ortalama 20-25 bardak çay içen dolayısıyla 20-25 adet şeker tüketen biri olarak 3-4 bardak çaya inmekle kalmadım, şeker tüketimini de sıfıra indirmiş oldum.
Bunun yanında çay içemediğimiz için karnımızı doyurup bir kahvaltı yapmak da mümkün olmadı. Zira, içilen her çay nefsimizi körelttiği için hiçbir öğünden karnımızı doyurup kalkmak zaten mümkün olamıyor. Beslenmemizin düzene girmesi ve sofradan doymadan kalkmanın hikmeti ile midenin 1/3 besin, 1/3 su ve 1/3 hava olması hususundaki tavsiye fiilen tahakkuk etmesidir.
Sonuç ise, 15 günlük bir sürede 4 kg zayıflamak oldu.
|
Emin Talha KARAMUSA
07.08.2006
|
|
Dün gece Beyrut yine cehennem gibiydi
Bu CNN’de karşılaşamayacağınız bir haber. Dün, öğleden sonra, İsrail komandoları Lübnan’ı teröristlerden kurtardıkları sırada (!), 5 kişilik bir aile, İsrail uçaklarının ve helikopterlerinin masum çocukları fark etmesini ümit ederek, sığınak bulmak amacıyla açık alana çıktılar.
Ne yazık ki, bu tam da İsrailli savaş kışkırtıcılarının aradığı şeye benziyordu. Bir İsrail jet uçağı ailenin bulunduğu gölgeye füze atarak iki ferdinin parçalara ayrılmasına sebep oldu. Lübnan televizyonu, yukarıda görünenden çok daha korkunç fotoğraflarını yayınladı bu olayın.
Bütün bunlar olurken, ABD hâlâ, müttefiki İsrail’in, Lübnan’a karşı barbarca saldırılarını durdurmak için baskı oluşturma meselesini hiç olmadığı kadar ağırdan alıyor. Dün gece, sadece Beyrut değil, bütün ülke cehennem gibiydi.
İsrail savaş uçakları ülkenin güneyine, merkezine ve kuzeyine saldırdı. Her zaman olduğu gibi yalnızca saldırmak için saldırıyorlardı. Dün, Lübnan’ın doğusundaki yüksek bölgelere yapılan komando çıkartması, 5 sivilin yakalanmasıyla, içlerinden birinin 14 yaşında olduğu fark edilerek serbest bırakılmasıyla sonuçlandı. İsrailli komandolar, o çocuğu gün ışığında uçağa bindirirlerken 14 yaşında olduğunu anlayamamışlar mıydı? Aslında şöyle sormamız gerekiyor: Tüm Araplar aksi ispatlanana kadar terörist midir?
Ölü sayısı, Lübnan’da 841’e ulaştı. Bu, yalnızca sivil kayıpların sayısı. Sakın kimsenin size bunun aksini söylemesine izin vermeyin.
Bugünün teşekkürü, altıncı kez 6 senelik dönem için Mısır Devlet Başkanlığına seçilen Hüsnü Mübarek’in eşi Suzan Mübarek’e gidiyor! Özellikle birçoğu şu an hayatta olmayan Lübnanlı çocuklara şefkat gösterme şekliyle o kadar şirin bir kadın ki. Sosyal eğitim bölümünden lisansüstü diploması bulunan Suzan, “Mısır, sırf Lübnan’ın hatırına savaşa girmeyecek” diyen bir adamla aynı yatağı paylaşıyor.
Kimse Hüsnü Mutlak’tan (ay pardon, Mübarek olacaktı) savaşa girmesini talep etmedi. Mısırlı askerler nasıl savaşıldığını hatırlıyorlar mıdır acaba? Ya da Süveyş Kanalı’nın nasıl bağımsızlığını kazandığını unutmuş olabilirler mi? Sonuçta Mısır, İsrail’le bir barış antlaşması imzaladığı sıralarda, Süveyş Kanalı’ndaki zafer sarhoşluğundan gına getirmekten başka ne yaptı ki?
Beyrut saati ile saat 16.00’da Arap BBC’sinde yayınlanan bir röportajda, bir Arap düşünür “Mübarek’in tek yapması gereken ağzını kapatmaktır” diyerek akıllıca bir tavsiyede bulundu. Belki de Mübarek’in tek yapması gereken budur.
(Gunpowder Monk, Çeviren: Esra Saydam, pusula.tv)
|
07.08.2006
|
|
Menfi bloğa karşı sivil toplum
Menfi insanlık bloğunu yine işbaşında görüyoruz. Her zaman yaptıkları gibi silâhsız insanları ve özellikle çocukları katlediyorlar.
Bizim kuşağın ömrü maalesef İsrail ve yaptıklarını izleyerek geçti. Zulmün içinde hayatını kaybedenler bir gün öldü, biz ise onlarla birlikte her gün öldük.
Savaşların da bir kaidesi vardır. Gel de Osmanlı’yı hatırlama. Asker askere savaşırken bile yaralılara, esirlere hele silâhsız topluma hiç dokunulmazdı. Düşman tarafı da olsa üzüm bağlarından geçerken paraları asılarak üzüm alınırdı.
Şimdi ise ne görüyoruz? Her şey ortada. İsrail sivillere bomba yağdırıyor. Belki de bunu kahramanlık sayıyor. Hani hırsızlığıyla meşhur gruptan birine “Yaptığın kahramanlıkları anlat” demişler; o da yaptığı hırsızlıkları bir bir saymaya başlamış! Sanırım sonu berbat olan Miloseviç de böyle düşünüyordu.
Sivil ve silâhsız insanlara bomba yağdırmanın kahramanlık olmadığını İsrail de bir gün anlayacaktır. Hatta bir İsrail askerinin üstlerinin emrini yerine getirmek istemediğini ve bu yüzden bir ay hapisle cezalandırıldığını medyada izledik.
Tüm bu insanlık dışı hareketler nasıl önlenecek? İşte cevaplanması gereken soru bu. Artık belli oldu ki, dünya siyasetini belirleyici kuruluşlardan ümit kalmadı. Ne Birleşmiş Milletler Teşkiâtı, ne de diğerleri. Hepsi de tükeniş içindeler. O halde yeni bir açılım gerekli.
Burada pozitif insanlık bloğu sivil toplumuna çok iş düşüyor. İsrail’in yaptıklarının en çok sivil toplum alanında kıpırdanışa yol açması da çözümün adresini gösteriyor. Çünkü sivil toplum insanlara insanlığını hatırlatan bir alandır.
Bu son olaylarda sivil toplum örgütleri kendilerinden bekleneni verememiş gibi görünüyorlarsa da bence bu geçici bir durumdur. Silâhlı ve gözü dönmüş bir caninin silâhsız ve suçsuz kişileri rehin alıp “yaklaşırsan vururum!” tehdidi karşısındaki geçici bir tedirginlik halidir. Elbette o rehinelerin kurtulması o caninin insafına bırakılmayacak, yeni tedbirler düşünülecektir.
Özellikle İsrail’in tehdidine maruz ülkelerde sivil toplum hareketlerinin artması, örgütlü topluma geçilmesi ve bu durumun o ülke yönetimlerine demokrasi şeklinde yansımasıyla uzun süreli ve kalıcı çözümler mümkün olacaktır. Krizin bu fırsatı oluşturması mümkündür.
|
Prof. Dr. Gürbüz AKSOY
07.08.2006
|
|
Bush, her gün şeytanla konuşuyor
ABD Irak, Filistin ve Afganistan’da bataklığa saplandı. Birlikte hareket ederek, birbirimize yardımcı olarak Amerikan emperyalizmini yenebilir ve dünyayı kurtarabiliriz.
Dünyada bazı ahmakça girişimlerde bulunulmaktadır. Bu ahmakça girişimlerin kaynağını biliyoruz. Bu kaynak Kuzey Amerika emperyalizmidir. Kuzey Amerika emperyalizmi diğer emperyalizm türlerinden farklıdır. Hiçbir emperyalist ülke ABD kadar insan ahlâkından uzaklaşmamıştır.
Hiçbir emperyalist ülke ABD emperyalizmi kadar cinayet işlemedi. Bu ülke kaçakçılık ve uyuşturucuyla mücadeleden bahsediyor, ama kendisi bu alanlara yatırım yapıyor. ABD emperyalizmi bütün dünya için bir tehlikedir. Bizim görevimiz insanlığın kurtulmasıdır. Bunun için Amerikan emperyalizminin işinin bitirilmesi lâzım.
ABD Başkanı George Bush Tanrıyla irtibatı olduğunu ve her gün konuştuğunu söyledi. Senin Tanrıyla irtibatın yok. Her gün konuştuğun da Tanrı değil, şeytandır.
(Hugo Chavez, Venezüela Devlet Başkanı)
|
07.08.2006
|
|
Türkiye, ihlâlde Avrupa birincisi
Son aylarda yazarlara ve gazetecilere açılan düşünce suçu dâvâlarıyla dünya basınında eleştirilere hedef olan Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) düşünce özgürlüğünden en çok hüküm giyen Avrupa ülkesi olduğu ortaya çıktı.
AİHM’de Türkiye aleyhine verilen ifade özgürlüğü ihlali kararlarında son yıllardaki artış dikkat çekiyor. Strasbourg Mahkemesi’nin, 2006’da ifade özgürlüğüne ilişkin verdiği 29 mahkûmiyet kararının 22’si Türkiye’den gelen şikâyetlerden oluşuyor.
Türkiye’nin 2006 yılında ifade özgürlüğü ihlâllerinden ve buna bağlı adil yargılanma hakkı davalarından dolayı ödediği tazminat miktarının 100 bin Euro’yu aştığı belirtildi. 2005 yılında ise AİHM’in önüne gelen 66 ifade özgürlüğü şikâyetinden 55’i Türkiye’ye ait. Türkiye, sadece geçen yıl 38 kez düşünce özgürlüğünü koruyan 10. maddeden mahkûm olarak, vatandaşlarını düşünce suçundan en çok mahkûm eden ülke oldu.
Türkiye, 8 Temmuz 1999’da AİHM tarafından bir gün içinde 11 ayrı ifade özgürlüğü dâvâsında mahkûm edilmişti. Bu dâvâların büyük çoğunluğu, Olağanüstü Hal (OHAL) Yasası, eski Terörle Mücadele Kanunu (TMK), Atatürk’ü Koruma Kanunu ve 2003’te kapatılan DGM’lerin kararlarından kaynaklanıyor. 2005’te sadece TMK’dan dolayı AİHM’e ödenen tazminat 325 bin YTL.
Ancak, AB reformlarında geri adım attığı gerekçesiyle AKP hükümetinin yoğun eleştiriler almasına sebep olan yeni TMK’nın ve Türk Ceza Kanunu’ndaki (TCK) 301. maddenin AİHM’e yeniden bir dâvâ yığılmasına sebep olması bekleniyor.
Medya Özgürlüğü ve Bağımsız Gazetecilik İzleme ve Haber Ağı BİA’nın Temmuz ayında yayınladığı medya gözlem raporuna göre şu anda 67 yazar ve gazeteci 56 ayrı dâvâda düşünce suçundan yargılanıyor. Dâvâların büyük çoğunluğu ‘Türklüğü ve devlet kurumlarını aşağılamayı’ yasaklayan 301/159. maddeden ve 288. maddeden (yargıyı etkilemeye teşebbüs) açıldı.
Yazar Orhan Pamuk, gazeteci Hrant Dink ve Elif Şafak aleyhine 301. maddeden açılan dâvâlar uluslararası basında büyük yankı uyandırmıştı. AİHM’in TCK ve yeni TMK’daki tartışmalı maddeleri nasıl yorumlayacağı henüz bilinmiyor. Ancak, Strasbourg Mahkemesi, kamu düzeni açısından maddî zarar oluşturacak şekilde şiddeti teşvik etmediği sürece kamu otoritelerine yönelik ‘saldırgan, sarsıcı ve rahatsız edici’ fikirleri de ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendiriyor.
AB, TCK’da yapılan değişikliklerden bu yana 301. maddenin değiştirilmesini istiyor. İlerleme Raporu taslağında, 301’in yanı sıra 216, 277, 285, 288, 305 ve 318. maddelerin de ya değiştirilmesi ya da iptali talep ediliyor. Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn de Dink kararının ardından TCK’da muğlak ifadeler ihtiva eden 301 gibi maddelerin çıkarılmasını istemişti. ‘Türklüğe hakaret’ suçundan aldığı 6 aylık hapis cezası onaylanan Dink ise AİHM’e gitmeye hazırlanıyor.
|
07.08.2006
|
|
“Askere dokunmama” genelgesine polisten dâvâ
Ordu Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdür Vekili Başkomiser Kadir Özdemir, İçişleri Bakanlığı’nın 7 Temmuz 2006 tarihli “suç işleyen asker kişilerin polis tarafından olay yerine dâvet edilen askerî makamlara teslim edilmesi ve daha sonra cumhuriyet savcılarına bilgi verilmesi” yönündeki genelgesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu ileri sürerek, yürütmenin durdurulması isteğiyle dâvâ açtı.
Özdemir, “Genelge ‘Ben askerim’ diyen herkes hakkında koruma tedbirlerinin uygulanmasını geciktirerek çoğu delilin yok olmasını sağlayacaktır” diyerek, Ordu İdare Mahkemesi’ne yürütmenin durdurulması istemiyle dâvâ açtı. Özdemir, dilekçesinde şu görüşlere yer verdi:
“Polis için önemli olan delilleri korumaktır. Alkollü yakalanan bir asker cumhuriyet savcısına bildirilmeden önce askerî makamlara teslim edildiğinde yemek yedirilerek, hatta içirilerek bilinerek veya bilinmeden kandaki pek çok ölçümün değiştirilmesine sebep olacaktır. Cumhuriyet savcısı olaya el koyana kadar pekçok delilin kaybolmasına sebep olunacaktır. Bunun gibi birçok örnek gösterilebilir.”
Bu genelgenin aynı zamanda çetelerin oluşmasına zemin hazırlayacağını, yolsuzluklara ve ekonomik kayıplara sebep olacağını, orduyu halkın gözünde yıpratacağını kaydeden Başkomiser, dilekçesinde “Kanunlara açıkça aykırı olan bu genelgenin iptal edilmesini talep ederim” dedi.
|
07.08.2006
|
|
|
|