Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

İsrail adına Lübnan'ı işgal gücü

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası ilişkiler bölümü eski öğretim üyesi olan Doç. Dr. Haluk Gerger’in bu görevine YÖK ve 1982 anayasası yürürlüğe girdiği gün son verildi. Gerger son dönemde ABD-Ortadoğu-Türkiye adında bir kitap yayınladı. Haluk Gerger’le yaptığımız söyleşide İsrail-Lübnan savaşını konuştuk. Savaşın asker kaçırma olayıyla alâkasının olmadığını söyleyen Gerger, İsrail'in Amerika'yla ortak hareket ettiğini belirtiyor. Barış gücünün bölgeye gitmesiyle çatışmaların dinmeyeceğini söyleyen Gerger, Türkiye’nin Lübnan’a gitmesi halinde ağır bedeller ödeneceğini öngörüyor.

* İsrail Lübnan savaşının başlama sebebi, İsrail askerlerinin Hizbullah tarafından kaçırılması olarak gösterildi. Sizce savaşın sebebi bu mudur?

Bunun asker kaçırmayla hiç ilgisi yok. Asker ve sivil kaçırma ve mahpus değişimi bu ülkeler arasında öteden beri olan şeyler. Bunlar Ortadoğu’da vaka-i adiye cinsinden...

* Peki bu savaşın derinliklerinde yatan nedir?

Bu savaşın tarihsel ve güncel bir arka planı var. Bu, sadece bölge meselesi de değil, uluslar arası siyasetin ve ABD’nin stratejik yöneliminin bir parçasıdır.

Birincisi; İsrail’in bölgedeki varlığıdır. İsrail, vücuda yabancı bir organın yerleştirilmesi gibi, yabancılar tarafından bölgenin bağrına bir hançer gibi sokuluyor. Bünye bu yabancı maddeyi hiç kabul etmedi, bunu hep atmaya çalıştı. Yabancı güçler de İsrail’i, hep orada tutmaya çalıştı. Bir de İsrail’in, dinsel inançlarından kaynaklanan genişlemeci bir yapısı var. İsrail, daha kurulduğundan beri, Batının bölgedeki silâhlı jandarması olma, orayı Batı çıkarları adına bastırmayla kendini yükümlü gören bir güç...

* Peki Amerika’nın Ortadoğu’yla ilgili projeleri hep petrolle mi alâkalı?

İkinci Dünya Savaşından başlayarak, Amerika’yı bölgedeki gelişmelerden de soyutlayamayız. O zaman ABD’nin kavga ettiği Mısır, Suriye petrol üreten ülkeler değil. Petrol üreten İran ise, Amerika ve İngiltere’nin denetimi altında. Demek ki 1950’lerden sonra Amerika’nın Ortadoğu’ya olan saldırısını petrol tek başına açıklamıyor. Amerika buna karşı.

* Peki siz nasıl açıklıyorsunuz? Veya eksik olarak gördüğünüz nokta nedir?

O dönemde Ortadoğu, ‘tam bağımsız olalım, soğuk savaşta kimsenin tetikçisi olmayalım, Arapları birleştirelim, politik bağımsızlığımızı ekonomik bağımsızlıkla perçinlemek için sanayileşelim, feodaliteyi tasfiye edelim ve millî kapitalizmi kuralım’ istiyor

* Amerika bölgeye demokrasi getirmek için geldiğini söylüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu’ya bölgenin demokratikleşmesini engellemek için saldırıyor. ABD “Siz tam bağımsız olmayın, siz demokratikleşmek istiyorsanız, Türkiye kadar demokratikleşin, millî kapitalizmi benimseyemezsiniz. IMF ve Dünya Bankası reçetelerine uyun, Arapların birleşmesini kabullenemeyiz, hak ve adalet istiyorsunuz bunun sınırları var” diyor.

* Bölgede büyük bir demokratikleşme isteği olduğunu söylüyorsunuz...

Bu istek çok büyük... Bütün Arap âleminde yığınlar; bağımsızlık, ekonomik kalkınma, sanayileşme, Arap Birliği isteğiyle ayaklanmış durumda... Amerika’nın saldırısının belirleyici unsuru Arap âlemindeki bu iradeyi kırmaktır.

* O zaman dünya kamuoyu Ortadoğu’da demokrasi isteği olmadığı tesbitiyle kandırılıyor mu?

Bölgeyle ilgili yalan söylüyorlar...

* Türkiye bölgeye yakın olduğu halde Türkiye’deki birçok kişinin de bakış açısı böyle. Buna ne dersiniz?

Türkiye’nin tarihi de yalanlarla, dolanlarla dolu da onun için... Türkiye’nin tarihi de Batının istediği bir tarih onların içerdeki uydularının ajanlarının yazdığı bir tarih...

* Sizce Amerika bu hedefine ulaşacak mı?

Benim anlattığım, Amerika’nın Ortadoğu’dan ne istediğinin asıl cevaplarıdır. Mısır’da Nasır ve Suriye’de Baas döneminde büyük saldırı yapıldı. Kavgalar sonucunda Amerika’ya karşı çıkan Nasırcı ve Baasçı güçlerin yanında S. Arabistan, Ürdün, Lübnan gibi işbirlikçiler ortaya çıktı. İşbirlikçi hükümetler de halk tepkisinden korktukları için, Amerika’yla açık işbirliği yapamadılar. O zamanda Amerika’yla büyük işbirliği yapan Şah’ın İran’ı ile Türkiye Pakistan idi. Birinci devrede Amerika Ortadoğu’yu tümüyle dize getiremedi. Ortadoğu ikiye bölündü.

İkinci aşamada, 1960’ların ortalarında, Amerika baktı ki bölgede Sovyet faktörü var, milliyetçi ve yurtsever gücü dize getiremiyor, kendisi Vietnam batağına saplanmış Ortadoğu’yu bölgedeki tetikçilerine emanet etme siyasetine başladı. Üçüncü dönemde Amerika “Ortadoğu’yu ben iyice çürüttüm. Ortadoğu çürümüş bir meyve gibi yere düşecek, Yeni Dünya Düzeni’nin ölü toprağını bölgeye sereceğim, uluslararası gazino kapitalizmine bunu entegre edeceğim” dedi.

* Bu çürüme nasıl gerçekleşti...

Bu milliyetçi Baas ve Nasır rejimleri, 1967’deki yenilgiden sonra kitleler nezdinde itibar kaybettiler, çünkü söz verdiklerini yerine getiremediler. İsrail’e yenildiler, Filistin’de adaleti gerçekleştiremediler, içeride ekonomik bir kalkınma yapamadılar, modernleşemediler, daha da kötüsü demokratikleşemediler. Birer askerî diktatörlüğe dönüştüler. Halkla ilişkileri koptu. Kurtarmaya geldikleri halkın üzerinde, sadece milliyetçi bir retorikle tahakküm kurdular...

* Sohbetimizin başında Ortadoğu’nun demokratikleşmek istediğini söylediniz. Demokratikleşme isteğinin olduğu yerde, çürümeden ziyade bir iyileşme olmaz mı?

1950’lerdeki demokratikleşme hamlesini Amerika ve İsrail kırdılar, baskı altına aldılar. Devletleri dış güvenlik korkusuyla içine kapatarak, diktatörlüğün yolunu açtılar.

Seksenin sonunda başlayan dönemde, “Artık biz bu bölgeye gireriz” dediler. Saddam’ı Kuveyt macerasına sürükleyerek Ortadoğu’ya girmek için bir bahane meydana getirdiler. İkincisi, kendisinin başa getirdiği petrol tarlalarının vekil harçları olan Körfez ülkelerinin gerici, arkaik tarih dışına çıkmış, çürümüş rejimleriyle Amerika ipleri germeye başladı. 11 Eylül’den sonra iki şey söyledi: “Artık petrol kuyularına bunların ipiyle inemem. Bu rejimler petrol politikalarımın ve stratejik çıkarlarımın dayanağı olma niteliğini yitirmişlerdir.”

* Görünen o ki, bu çürümüşlüğe halkların tahammülü kalmadı. Amerika, “Halkla bağları kopuk olan iktidarları düşürelim Halk biraz rahatlasın” mı diyor?

Rahatlatalım değil, başka şekilde çürütelim. Çünkü rejimlerin çürümüşlüğüne halkta tepkisi Amerika’ya yöneliyor. Amerika’nın derdi, korktuğu halkı çürütmek, çünkü halk demokratik tepki gösteriyor. ABD Ortadoğu’da yeni din, yeni kültür, yeni insan profili, Amerikan hayat tarzının karikatürlerini oluşturmak istiyor.

* Ama Amerika bölgeyle savaşarak, halkta daha büyük bir infial uyandırmıyor mu?

Amerika bunu artacak diye yapmadı. “Ben bu ülkeleri o kadar çürüttüm ve zayıflattım ki bölgeye sadece şiddet yoluyla, askerî gücümle girerim” diye düşündü. Üçüncü dönemin ilk saldırısı böyle başladı ve ABD Irak' a girdi. Irak’ta zora giren Amerika, kadim tetikçisi İsrail’le işbirliğine yöneldi. Bu işbirliğinin amacı, çıkarlarına ters düşen Hamas ve Hizbullah gibi toplumsal muhalefeti çökertmektir. Bunun yanında, Amerika’nın bölgedeki çıkarlarının önündeki engel Suriye ve İran’dır. Şu anda yaşanan Lübnan saldırısı, bu ülkelerin önündeki mevzileri yok etmektir.

* İsrail bu savaşı kazanır mı?

İsrail’in yenilmez bir güç olduğu fikr-i sabitini, insanların zihnine yerleştirmek istiyorlar. Eğer zihin bunu kabul ederse, artık ona direnmezsin. 1973’te İsrail, Suriye ve Mısır cephesinde ağır yenilgiye uğratıldı. Sonra Amerika tarafından İsrail’e tarihin gördüğü en büyük hava köprüsü kuruldu. Muazzam bir silâh, mühimmat, en yeni teknoloji askerî lojistik, istihbarat, belki de insan desteği yapıldı. O zaman savaşın şartları değişti. Araplar İsrail’e değil, Amerikay’a yenilmişlerdi. Bugün de görüyoruz ki, bütün eşitsizliğe rağmen Araplar direniyor. Bir tarafta devlet ve arkasında muazzam bir Amerikan gücü, ötekisi toplumsal muhalefetin örgütlenmesi. Hizbullah askerî olarak yenilebilir, ama bu direniş İsrail’in yenilebileceğini Arap dünyasına göstermiştir.

* Siz farklı bir yorum getiriyorsunuz. Hep yorumlar İsrail’in yenilmezliği üzerine...

Bu psikolojik savaş yalanıydı. İsrail küçük bir toplum. Onun askerî zayiata katlanma katsayısı da yüksek değil. Arkasında Amerika olmasaydı, İsrail 1973’te bitmişti zaten. 1967'de Araplar Amerika’nın İsrail’i durdururum sözüne güvenmeseydi, yine bitmişti.

* Arap dünyasında bu savaştan sonra bir yakınlaşma ve uyanış gözlemliyor musunuz?

Bütün bu gerici ve işbirlikçi rejimler, kendi halklarından kopuk, kendi halklarından korktukları için, yabancı bir güce Amerika’ya yaslanıyorlar. Ve Amerika ve İsrail’den kendi tahtlarını ve rejimlerini tehdit edecek toplumsal uyanışı bastırmalarını istiyorlar. Bu eskiden beri böyle...

* Meselâ?

1958’de Lübnan hükümeti Amerika’ya, “Arapçı, yurtsever, solcu akım rejimi tehdit ediyor, gel bastır” dedi. Ertesi gün ABD Lübnan’ı işgal etti. Daha sonra Ürdün Kralı Hüseyin de, “Tahtım elden gidiyor” diye Amerika’yı kendi topraklarına dâvet etmiştir.

1956’da Nasrani, kendi toprakları olan Süveyş Kanalını millîleştirdiğini açıkladı. Ancak o dönemde İngilizlerin kanalın iki tarafında üsleri vardı. Nasır İngilizleri bölgeden kovuyordu. O zamanın Irak başbakanı, İstanbul Harp Akademisi mezunu, General Nuri Said Paşa,-günümüzde açıklanan gizli belgelerden öğreniyoruz-emperyal güçlerden Nasır’ı vurmalarını istiyor. “Vurun, sert vurun. Eğer Nasır başarılı olursa, hepimiz gideriz” diyor. Çünkü Süveyş Kanalının millîleşmesi Araplarda bir uyanış meydana getirecekti. Daha sonra İngiltere, İsrail ve Fransa, Nasır’a savaş açtı, ancak Sovyetlerin denge gücüyle Nasır’ı yenemediler. Gerçekten de Nuri Said’in dediği oldu. Nuri Said öldürüldü, yerine Nasırcı bir rejim geldi. Bunun üzerine Ürdün ve Lübnan müracaat ettiler, “Asker gönderin, bizi koruyun” dediler. Bugün aynı şey oluyor...

* Ortadoğu bu çürümüşlükten nasıl kurtulur?

En önemlisi ideolojik ve politik olarak Amerika ve İsrail emperyalizm ve Siyonizmi dibe vurmuş durumda. Bölgeyi o halkların sessizliğine, tarafsızlığına, kendilerini desteklemesine bağlı olarak ele geçirme olanakları yok. Bu onların savaşı kaybettiğini gösteriyor, ama Ortadoğu’nun kazandığını göstermiyor. Böyle beraberlik durumlarında halklar ve rejimler çürüyorlar. Dolayısıyla kazanmak lâzım.

* Nasıl kazanılacak?

Arap dünyasında kazanmanın yolu, işbirlikçi rejimlerin ortadan kaldırılması ve gerçekten demokratikleşme. Bu coğrafyanın gerçek sahiplerinin iradesi devlet yönetiminde egemen olursa, Ortadoğu dünyanın yenilmez güçlerinden biri olur. Gerek insan potansiyeliyle, eski, kadîm bu coğrafyanın muazzam kültürüyle, en önemlisi uzun süreli anti emperyalist direnişin maddî, manevî zeminine sahip olmakla, yenilmez bir şey olur.

* Bu savaşla Lübnan parçalanmak mı isteniyor?

Lübnan özel bir ülke. Emperyalizm ve Siyonizmin hedefi, Lübnan’ı ilerici Arap dünyasına, direnen Arap dünyasına, Filistin dâvâsına kaptırmamak, uydulaştırmak, su kaynaklarını ele geçirmek, mümkünse Lübnan’ın güneyini ilhak etmek için bölmek, hiç olmazsa federe bir Lübnan oluşturmak. İsrail, hazır Amerika’nın onayını almışken, bölgeye intikam saldırısını yapmaya karar verdi. Bu arada, tabiî Filistin’deki direnişi bastırmanın kargaşa ortamını meydana getirmiş oldu. Herkes Lübnan’la meşgulken, İsrail Gazze’de Batı Şeria’da zulüm yapıyor. Demokrasiye inanan İsrail, seçimle işbaşına gelmiş parlamento üyelerini kaçırıyor, öldürüyor.

* Özellikle Amerika’nın Güney Lübnan’a barış gücü yerleştirilmesi isteğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu iç savaş çıkarma kışkırtması. Hizbullah Şiilerin politik partisi, yönetimde iki bakanı var, parlamentoda üyeleri var. Bir kere güney Lübnan’ı boşaltmak demek. Lübnan halkını kendi topraklarından sürmek, Lübnan hükümetine, “Biz burayı güçle etnik temizliğe uğratalım, senin yurttaşlarını kıralım, sen gel buraya sahip ol” demektir. İkincisi, “Senin meclisinde bulunan bir partiyi de senle beraber silâhsızlandıralım, vuralım, kıralım” diyorlar. Bu iç savaş çıkması demektir.

* Avrupa’nın barış gücüne bakışı nasıl?

İsrail, gerçekten Hizbullah’ı yenilgiye uğratır, Güney Lübnan’da etnik, dinsel ve mezhepsel temizlik yapar ve orayı kontrol edecek güce ihtiyaç duyarsa, Batı Avrupa bunu kabul eder, ediyor da... Ama bu bir barış gücü olmaz. İsrail adına Lübnan’ı işgal gücü olur. Bu, İsrail adına Lübnan yurtseverleri ve Hizbullahla savaşma gücü olur... Ayrıca Irak savaşında, Amerika tarafından bölge dışına itilen Avrupa, barış gücü sayesinde bölgede varlık sahibi olacaktır...

—Devam edecek—

Hasan Hüseyin KEMAL

14.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (11.08.2006) - Müstehcenlik de bir nevi şiddettir

  (10.08.2006) - Devlet hatasını kabullenmeli

  (04.08.2006) - Çini, bizim mayamız

  (03.08.2006) - Sanatın zekâtı da öğretmek

  (24.07.2006) - Dünya insanlığın ölümüne seyirci

  (19.07.2006) - Türkiye’nin tarihî sorumluluğu var

  (17.07.2006) - Kayahan: Sanatçı hekim kadar sorumlu

  (10.07.2006) - Ayrımcılık yaparak güçlü Türkiye olunmaz

  (06.07.2006) - "Pakistanlı gıda değil, eğitim yardımı bekliyor"

  (04.07.2006) - Türkiye’nin çıkış yolu AB

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004