Türkiye geçen hafta Amerika’yla yakın bir diplomatik ilişki içerisine girdi. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Amerika’yı ziyareti sonrasında, “Stratejik Ortak Vizyon Belgesi” dünya kamuoyuna açıklandı. Ancak tabiatı gereği, bu vizyon belgesinin altında iki ülkenin de imzası bulunmuyor.
Bu vizyon belgesine neden ihtiyaç duyulduğu konusunda, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin terör ve çatışma uzmanı Ercan Çitlioğlu ile görüştüm. Çünkü bu belge ile bölge üzerindeki ilişkilerin ne gibi çatışmalar getireceğini öğrenmek istedim. Çitlioğlu’na göre Amerika’yla Türkiye’nin Kafkaslarda, Orta Asya’da, Ortadoğu’da vizyonları örtüşmüyor. Bunun dünyanın hegemonik gücü olan Amerika tarafından tek taraflı olarak işleyeceğini ifade ediyor.
Amerika’yla Türkiye “Stratejik ortak vizyon belgesi”ni dünyaya duyurdular. Neden böyle bir belgeye ihtiyaç duyuldu?
Özellikle 1 Mart tezkeresinden sonra, ABD-Türkiye arasındaki siyasî ilişkilerin aldığı yaraları tamir etmeye yönelik ve bu gibi yol kazalarından iki tarafı korumayı amaçlayan bir iyi niyet jesti olarak algılamak mümkün.
Bu jest Amerika’dan mı geliyor?
Tabiî Amerika’dan geliyor. 1 Mart tezkeresini müteakip Süleymaniye’de, Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi olayından sonra, siyasî ilişkiler toplumsal düzeyde de bozulmaya başladı. Amerika ile Türkiye ilişkileri “PKK konusunda Amerika bize yardım etmiyor” anlayışına indirgeniyor. İlişkilerde sadece olumsuzluk gösteren bir kanalı öne çıkarıp, iki ülke arasındaki diğer ilişkileri görmezden geldiğiniz zaman, bu ilişkilerin bütününün tehlikeye girme riski var.
Türk halkının gözünde Amerika Ortadoğu’yu işgal eden, demokrasi adına kan ve gözyaşı getiren bir güç olarak görünüyor...
Siyasî tarihe bakarsanız, belli başlı dönemler vardır. Bu dönemlerden birinde dünya imparatorluklarının yaşadığı dönemler vardır. Ondan sonra güç dengesine dayalı bir dönem gelir. Bu dönemde karşı olan güçler arasında bir denge olduğu için, çatışmaların önlendiği durağan bir dönem yaşanır. Bir üçüncü dönem dünya yönetimi dediğimiz, özellikle Birinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan Cemiyet-i Akvam veya Birleşmiş Milletler dönemi. Cemiyet-i Akvam çatışmayı önleyen bir rol oynamıştır. Şimdi yaşadığımız dönem hegemonik dönem, bir hegemon gücün kendini dünyayı yöneten olarak dikta ettiği bir dönemdir.
Bu dönem tahmininizce ne kadar sürer?
Bunu kestirmem mümkün değil, ancak 25 yıl süreceğini varsayabiliriz. Uluslar arası ilişkilerde bazı temel kurallar vardır. Dış politikada duygusal olmayacaksınız, blöf yapmayacaksınız, dış politikayı iç politikaya alet etmeyeceksiniz. Temel kurallar bunlardır. Amerika’nın Ortadoğu’yu işgal etmesi realite midir? Türkiye’nin bunu engelleyecek gücü var mıdır? Gelişmesini engelleyemeyeceğiniz bir durum karşısında ortaya koyduğunuz tepkiler genellikle duygusallık içerir. Sizin dışınızda gelişen bu olay, Türkiye’de bazı siyasîler tarafından oy tabanını genişletmek için kullanılıyor mu?
Evet, bazı partiler kullanılıyor?
Öyleyse, Türkiye uluslar arası dış politikanın gereklerinin tamamen dışında hareket ediyor. Bunu kabul etmemiz lâzım.
Bu sadece Türkiye için geçerli bir durum değil ki. Diğer ülkeler de her zaman mantıklı hareket etmiyorlar ve uluslar arası kurallara uymuyorlar?
Siz bana Türkiye’yi sorduğunuz için, Türkiye’yi değerlendiriyorum. Yoksa sizin söylediklerinize katılıyorum.
Bakın ülkelerin tek yönlü dış politikaları olmaz. Devletlerin çok yönlü politikaları var. Sizin Amerika’ya, Avrupa’ya, Ortadoğu’ya, Kafkasya’ya yönelik çeşitli politikalarınız vardır. Siz Amerikayla deklare ettiğiniz vizyon belgesinde, Kafkaslarda ve Orta Asya’da Amerika’yla birlikte hareket edeceğinizi söylüyorsanız, o zaman Rusya Federasyonu’yla Türkiye olarak karşı karşıya geliyorsunuz demektir. Şimdi, Türkiye bir tercih yaptı. Bu tercih yanlıştır. Türkiye Kafkaslarda ve Orta Asya’da Rusya ile problem oluşturacak bir vizyona sahip olduğunu söylemiştir.
Bu vizyon belgesinden önce de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Rusya ziyareti var. Ve sıcak ilişkilerin gelişeceğine dair mesajlar verilirken, neden şimdi Rusya ile karşı karşıya geliniyor?
Amerika’yla ortak açıklanan vizyon belgesinin gündeme gelişi, Putin’in Türkiye ziyaretiyle başladı. Putin “AB Türkiye için tek alternatif değildir” dedi. Ondan sonra Putin’in Türkiye’ye oldukça sıcak mesajları oldu. Şu an Rusya ile ilişkiler, SSCB’den bu yana en iyi dönemine geldi. Şimdi bu en iyi nokta, bu vizyon belgesinden sonra inişe geçme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Bizim millet olarak üzüldüğümüz nokta, Türkiye’nin kendi çıkarları konusunda bağımsız karar veremediğidir. Türkiye bu konuda ne yapabilir? Türkiye hep Amerika’nın yanında mı yer alsın?
Amerika ile Türkiye arasındaki ilişkiler, sadece PKK endeksli değildir. Amerika ile Türkiye arasında çok çeşitli işbirliği var. Bunların hepsini gözardı ederseniz, Amerika ile olan ilişkileri yanlış değerlendirirsiniz. Ben burada, “Türkiye gitsin Amerika’ya teslim olsun” demiyorum. Ama şu anda Türkiye’nin olaya bakışının çok duygusal olduğunu söylüyorum. Amerika’nın ulusal çıkarları PKK ile silâhlı mücadeleyi gerekli kılmadığı için, Amerika, PKK ile çatışmaya girmez. Bu da Türkiye ile Amerika’nın ulusal çıkarlarının ayrıştığı noktadır.
Türk-Amerikan ilişkilerinin PKK’ya endekslenmemesi gerektiğini söylediniz. Tabiî olarak devletler arası ilişkilerde Amerika’yı toptan kabul etmek veya toptan reddetmek diye birşey olamaz. Lâkin, nasıl Kurtuluş Savaşında insanlar Türkiye’nin kurtuluşu için canlarını vermişse, yakın dönemde de Türkiye’nin bağımsızlığı ve bütünlüğü için PKK ile savaşmış, canlarını vermiş insanlar var. Bunun gözardı edilmesi zor değil mi? Siz Türkiye’nin Amerika’ya karşı duygusal davrandığını söylüyorsunuz, ama bu duygusallığın ardında terör örgütüne karşı açılmış savaşın mantıklı sebebi yok mu?
Amerika Kuzey Irak’taki durağanlığı bozup, yakın müttefiki olan Kürtleri karşısına almak istemez. ABD’nin ulusal çıkarları bunu gerektiriyor. Bizim çıkarlarımız da PKK’nın son bulmasını gerektirir. Bunun arasında bir konsensüs sağlayamadığımız takdirde, ABD ile Türkiye arasındaki PKK bağlamındaki ayrışma devam eder. Bunu kabul ettikten sonra, buna ilişkin çözüm reçetelerini üretmeniz gerekiyor. ‘Amerika PKK’ya müdahale etmiyor, biz küstük’ diyemezsiniz.
Stratejik ortak vizyon belgesinde Kıbrıs konusuna da değiniliyor. Siz yakın dönemde bir gelişme bekliyor musunuz?
Kuzey Kıbrıs üzerindeki ambargoların kalkması yönünde görüşlere yer verilmiş durumda. Bu konuda ortaya irade koyacak ülke ABD. Amerika KKTC ile ticarete başlar, limana Amerikan gemisi gönderir, Ercan Havalimanına ABD bayraklı bir uçak gönderir. Bu güne kadar yapmadı, umarım bundan sonra yapar.
Kitle imha silâhlarının önlenmesiyle ilgili ortak vizyon İran’a nasıl yansır?
Türkiye kendi ulusal çıkarları bağlamında, Amerika olmasa dahi, İran’ın nükleer silahı olmasını kabul etmez. O nedenle İran’ın nükleer güç sahibi olmaması konusunda Türkiye ile Amerika’nın görüşleri örtüşür, ama bunun önlenmesi konusundaki ayrılıkları olabilir. Amerika bunu güç kullanarak engellemeyi tercih edebilir. Türkiye İran’a güç kullanılmasının karşısındadır. Yöntem ayrışması vardır.
İsrail’in Filistin’deki işgali Amerika’nın imajını sarsıyor mu?
‘Türkiye’de, Arap ülkelerinde sarsıyor mu’ derseniz, evet. ‘Dünyada sarsıyor mu’ derseniz, hayır.
Niçin hayır? Orada insanî bir dram yaşanıyor?
Orantısız güç kullanımına maruz kalan ülke Filistin değil de İsrail olsaydı, o zaman küresel bir tepki ortaya çıkardı. Pek çok Avrupa ülkesine göre Filistin, sorunun kaynağıdır. Bu sorunda İsrail’i değil, Filistin’i suçlarlar. Bakış açısı bu olduğunda, İsrail'in Filistin’e karşı orantısız güç kullanması çok da eleştirilecek insanî bir dram olarak algılanmıyor.
Türkiye AB, ABD, Rusya arasında sıkışmış görünüyor. Hepsiyle de ortaklık yapmak istediği görüntüsü veriyor.
Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerde, ortaklık kelimesini kullanmak fevkalâde yanlıştır. Türkiye ve ABD hiçbir zaman eşit ortak olamazlar. Bir şirket olarak düşünecek olursak, ABD’nin bu şirketteki payı yüzde seksen, yüzde doksan olur. Türkiye’nin hissesi de yüzde on veya yirmi olur. Bu iki ülkenin konumunun ortaya çıkardığı realitedir. Bunun adını ortaklık olarak koyarsanız, Amerika bunun büyük ortağı, Türkiye küçük ortağıdır. Bizim insanlarımız bu ortaklığı eşit ortaklık olarak algılayıp, hayal kırıklığına uğruyorlar.
İçine sinmeyen bir durum olduğunda, karşısındaki büyük ortak da olsa tavır koyması Osmanlı mirasının üzerinde oturan bir halkın yapısından kaynaklanmıyor mu?
İsmet İnönü’nün “Büyük devletlerle evlilik ayı ile yatağa girmeye benzer” sözü vardır. Bu budur . Bunu değiştiremezsiniz. Sadece ulusal çıkarlarınızdan ödün vermeyecek bir ortaklık mekanizması kurabiliyorsanız, bunu kurarsınız. Bunun dışında ‘Amerika’yla eşit söz hakkına sahibim’ derseniz, bu ortaklığın da gerçek ortaklık olmadığını anladığınızda, duvara çarpmış gibi olursunuz. Ben mantıktan ve reel politikadan yola çıkıyorum. Benim duygularım size söylediklerimin çok dışında olabilir. Ben size kendi duygularımdan söz etmiyorum.
Devleti yönetenler birbiriyle uğraşmaktan, TC’nin onurlu bir devlet olarak hayatına devam etmesini düşünemez oldular...
İsrail’in bir askeri için Filistin’e girdiği söyleniyor. Biz beş bin askerimizi şehit verdik, ama K. Irak’a giremiyoruz. Güçlüyseniz, her şeyi yaparsınız. Uluslar arası ilişkilerde hukuk vardır, kural vardır, ama bir de güç unsuru vardır. Güç unsurunun ortaya çıktığı yerde, ne kural kalır, ne hukuk kalır. Güçlü kendi kuralını koyar. O zaman Türkiye’nin güçlü Türkiye hedefine kilitlenmesi gerekir. İcazet alan, izin isteyen değil, kendi kararlarını kendisi alıp, uygulayan bir Türkiye hedefine kilitlenmemiz gerekiyor. Siz Türkiye’yi laik-şeriatçı, cumhuriyetçi-cumhuriyet düşmanı, irticacı-dinsiz, Alevî-Sünnî, Türk-Kürt gibi yapay ayrımlara tabi tutarsanız, güçlü Türkiye hedefine kilitlenemezsiniz. Türkiye, eğer bu hedefe kilitlenir ve başarırsa bu yapay ayrımlarla zaman kaybetmez, bu farklılıklar gündeme bile gelmez. O zaman dünyanın onurlu vatandaşları olurlar...
|