Türkiye, 1959’dan beri hedeflediği Avrupa Birliği üyelik sürecinin en önemli aşamasıolan fiilî müzakerelere geçen hafta başladı. Daha ilk adımda, yani “Bilim ve araştırma” faslında Türkiye, Rum Yönetiminin büyük engeliyle karşılaştı. Bilindiği üzere, 35 başlıktan oluşan müzakere sürecinde üye ülkelerin, müzakere başlıklarının açılıp, kapanması ve katılım anlaşmasına onay verme hakkı olmak üzere, 71 kere veto etme imkânına sahip. Krizle başlayan AB fiilî müzakere sürecindeinsanların merak ettiği, geri kalan 34 fasılda da Rum engeliyle karşılaşıp karşılaşmayacağımız. İşte, bu tartışmaların ve kafa karışıklığının yaşandığı dönemde, Rum sorununu, Bilgi Üniversitesi Avrupa Etüdleri Direktörü Emre Gönen’le konuştuk. AB üzerine kafa yoran ve önemli çalışmaları bulunan Gönen, kamuoyunda paylaşılan umutsuz tavrın yerine, Türkiye’nin pozitif bir enerjiyle bu konunun üstesinden geleceğini söylüyor. Gönen, Kıbrıs sorunun çözümünde yeni bir denklem ortaya atıyor; Güney Kıbrıs Yönetimiyle Rusya arasındaki kirli ilişkinin, Türkiye’nin Kıbrıs çözümünün, dolayısıyla Türkiye’nin geleceğinin önünü tıkadığını söylüyor...
Son dönemlerde hükümetin AB sürecindeki adımları yavaşlattığı yönündeki eleştirilere ne diyorsunuz?
Varolan süreci, hükümetin becerisine ve beceriksizliğine indirgemek fevkalâde yanlış, bu tür sathî analizler, durumu görmemizi engelliyor. Hükümet, muhalefetin desteği olmaksızın, uzun süredir bekleyen reform paketlerini adım adım götürdü. Avrupa Birliği (AB) de buna şaşırdı. Çünkü önceden AB istekte bulunuyordu, Türkiye yapmıyordu. AB de bu durumda rahatlıyordu. Bugün yeni bir tavır ve yeni ilişki vadisi oluşturuldu. AB’nin dış politikada attığı acemice adımlarla, Türkiye’deki bu büyük değişikliği tahlil edemeyen bir soğukluğu, bir mesafesi, “Siz bu reformları yapamayın ben bundan kendimi kurtarayım” tavrı var. AB sürecindeki heyecanın düşmesinin sebebi hükümet değil. Hakkaniyete uymasa da şu denebilir; “Bu heyecansızlığı aşmak için inisiyatif alacak olan hükümet.”
Peki sağlıklı analiz yapmak için nelere bakmak gerekiyor?
Dışişleri ile hükümet, siyasî ve teknik konuları birbirinden ayırmaya çalışıyor. Bu konudaki başarısı ve Türkiye’nin siyasî gücü Rum kesimini telâşlandırıyor.
AB, Kıbrıs konusunda çözüm için pek çaba göstermiyor izlenimi var?
AB’nin bu konuda çözüm üretecek bir birikimi yok. Yapabileceği en iyi şey, bölünmüş bir Kıbrıs’ı içine almamaktı. Aldıktan sonra işler çok zor. AB’den de yol gösterici bir tavır beklememek lâzım.
Hükümet aslında AB’ye çözüm teklifinde bulundu...
Hükümet Kıbrıs konusunda önemli bir adım atmıştır. Bunu Dışişleri bürokrasisi tek başına yapmadı. Hükümetin, bu adımı devam ettirmesi lâzım. Bunun yanında, Güney Kıbrıs’la Rusya arasındaki sağlıksız ilişkiyi teşhir etmek lâzım. Rusya, Türkiye’ye son derece hasmâne bir iş yaptı. Birleşmiş Milletler (BM) tarihinde ilk defa BM Genel Sekreterinin raporu Güvenlik Konseyi’nde gündeme alınmayarak, kadük hale getirildi. Bu Güney Kıbrıs’taki bankalarda kara parasını aklayan Rusya’nın vetosuyla oldu. Bu durumda, Türkiye’den ses çıkmadı. Hükümetin Rusya ilişkisini kritike etmesi gerekir.
Siz, Kıbrıs meselesini AB’den çıkarıp, uluslar arası platform olan BM’lerdeki Rusya’nın tavrıyla ilişkilendirdiniz. Rusya nasıl bir tavır içinde?
Rusya, Türkiye’nin Kıbrıs sorunu çerçevesinde BM nezdindeki girişimi konusunda, son derece hasmâne davranıyor. Rusya’nın çözümü tıkayan bu tavrını, teşhir etmiyoruz. Rumların Rusya Federasyonuyla arasındaki kara para ilişkileri, Türkiye’nin parlak geleceği önünde engel olarak duruyor. Türkiye, ittifaklarını iyi kullanması gereken bir dönemde. Bunu tek başına hükümetin yapması çok zor. Korku atmosferinden sıyrılmış, Kıbrıs konusunda çözüm için mutabakatlara açık, siyasî bir atmosfer oluşturulmalı. Türkiye’nin üçüncü dünya siyasetiyle, Güney Kıbrıs’ta uygulanan siyasete benzer siyasetle, 21. yüzyılda dünyada olması gereken yere gelmesinin imkânı yoktur. Herkesin ezberi bozuldu, ancak direnenler bunlar olmamış gibi davranıyorlar. Ne AB eski AB, ne dünya eski dünya. Yeni şeyler söylemek gerekiyor.
AB ve hükümet, tek başına Kıbrıs konusuna çözüm bulamayacaksa, ne yapmak lâzım?
Sorunu, AB’nin de elini rahatlatacak şekilde, uluslar arası platforma taşımak gerekiyor. Bizim tavrımız, 1974’ten beri BM’lerde cemaatler arası görüşmelerle sorunun çözülmesiydi. Güney Kıbrıs’ın ve Yunanistan’ın tavrı ise, sorunu enternasyonilize etmek, yani bölgesel düzeye çekmekti. Kim haklı, kim haksız tartışmasını bir tarafa bırakıp, kim başarılı, kim başarısız buna bakmak gerekiyor. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, Güney Kıbrıs Rum kesimine bir şekilde zebun olmuş durumda. Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti yüzünden, Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanının 10 küsûr saat gecikmeyle Ortaklık Konseyine gitmiş olması, bizim politikamızın iflâs ettiğini gösteriyor. Onun için yeni bir politika düşüneceğiz.
Hükümetin Kıbrıs açılımı doğru bir politika değil mi?
Doğru bir politika... Burada getireceğim yegâne eleştiri, hükümetin kurulduğu dönemde konuyu ‘Annan bizi kandırdı’ noktasına getirdiler. Denktaş ve akıldânelerinin gösterdiği yolda bir adım atar gibi oldular. Tek yanlış adım oydu. Geç kaldık. Yanlışı anlayıp geri döndük, ancak Güney Kıbrıs AB trenine binmişti. Güney Kıbrıs’ı o trene bindirmeyecektik. Bunun yanında, eğer hükümet o adımı atmasaydı, şu anda Türkiye AB’den tecrit olmuş olurdu, siz bana bu soruları soramazdınız. Doğru politik adımı geç attık. Şimdi bu doğru politikayı, hangi enstrümanlarla yeniden dünya kamuoyuna taşırız, onu bulmak gerekiyor. Bir de Türkiye’de, bir entelijansiya sorunu var. “AKP yaptı, yanlış yaptı” diyor.
AB, Güney Kıbrıs’ın Rusya ile ilişkisini görmüyor mu? Yoksa bunu değiştirmeye gücü mü yetmiyor?
Yeterince görmüyor, gördüğünde de Güney Kıbrıs’ı üyeliğe almakla yapmış olduğu hatayla yüzleşemiyor. Yediği kazığı sindiremiyor. AB’ye girerken canınıza okurlar, ancak girdikten sonra üye ülkeye yaptırım uygulamak, dünyanın en zor işi. Güney Kıbrıs’ın AB’de Yunanistan gibi bir abisi olması, onun rahat davranması için yeterli.
Türkiye bu durumda ilişkilerini çeşitlendirmeli mi?
Türkiye, Kuzeye, Güneye ve Doğuya kapalı yaşıyor. Türkiye tüpünün ucu, hep Batıya açık. Böyle yaşama imkânımız kalmadı, doğru da değil. Türkiye’nin ilişkilerini çeşitlendirmesi, AB’ye alternatif aramak değil. Bu, çağdaş bir ülke olmanın gerektirdiği adımlar. Komşularımızla aramıza yeni tel duvarlar mı çekeceğiz? Bu mümkün değil. Türkiye Avrupa’nın bir parçası olarak, bütün gücüyle istikrar ihraç edebilen bir ülke olabilmeli. Suudi Arabistan daha önce Türkiye’nin İslâm Konferansı Teşkilâtı üyeliğinde kapris yapan bir konumdaydı. Türkiye şu anda genel sekreterliğiyle bu teşkilâta onur veren bir durumda. Türkiye korkularını hem Doğuda, hem Batıda güzel işler yaparak aşabilir.
Türkiye’nin Kıbrıs konusunda öncelikle yapması gereken sizce nedir?
Türkiye’de, demokratik standartların yükseltilmesine karşı büyük bir direniş var. AB’nin bir raporunda “Türkiye’deki siyasî kriterler, kabul edilebilir düzeyde yerine getirildi” ifadesini okumak istemiyorum. Bu, benim için kabul edilebilir bir durum değil. Türkiye’de şu anda işleyen bir demokrasi var mı, yok mu? Yok. İşleyen bir demokrasi için atılan adımlar Türkiye’nin önünü AB’de de, ABD’de de, dünyanın her yerinde önünü açacak. Olan bütün enerjimizi kısa vadede demokratik reformların hayata geçirilmesi, eksik kalanların da teksif edilmesine harcamamız lâzım. Bu, bizim ayağımıza pranga. Bunu ayağımızda sürüye sürüye maraton koşamayız. Bizim bu prangadan kurtulmamız lâzım.
Dışişlerinin uçağının geç kalkmasında, AB’nin Türkiye’ye verdiği desteğin derecesinin bir payı yok mu?
AB’nin diğer üye ülkelerin müzakere sürecine bakarsanız, AB’nin isteklerini yaptırmakta zorluk çekmediğini göreceksiniz. Türkiye’nin AB açısından ne kadar zor bir ülke olduğu da ortaya çıkacaktır. AB’nin Türkiye’ye çoğu şeyi kabul ettiremediğini görüyoruz. Bunun istisnası reform sürecidir. Ondan önce Türkiye kimsenin daha fazla istikrarsızlığa itilmesini istemediği için mesafe kat etti. Ondan sonra, kendi hızıyla gitmeye başladı. Kıbrıs konusunda AB’nin suçu elbette var. AB’ye kızacaksınız, kime kızacaksınız? AB’ye telefon açmak isteseniz, kime açacaksınız? Oldu bitti, biz bu işten zararlı çıktık. Biz bu zararımızı nasıl tazmin ederiz, şeklinde değil de, bu kötü pozisyondan nasıl güçlü pozisyona geçeriz, bütün enerjimizi buna teksif etmemiz gerekiyor.
AB’nin, 2006 yılı içinde, Kıbrıs’ı Rumların temsil ettiğini kabul etmesi konusunda Türkiye’ye karşı ortak bir tavrı var...
Bu sonbaharda bir kriz var demektir. Uluslar arası girişimlerde bulunmamız gerekiyor. Başbakan ABD’ye durduk yere gitmek istemiyor herhalde. Bu arayışı görüyorum, ancak bu sadece Dışişleriyle ve hükümetle olacak bir iş değil. Türkiye’nin de sesini yükseltmesi lâzım. Yani biz Bosna’da yükselttiğimiz sesi, burada çıkaramıyoruz. Irak’taki olayları protesto ederken bulduğumuz enerjiyi, burada bulamıyoruz. AB’ye “Rumlar mı, Türkiye mi önemli?” tercihini yaptırmamız lâzım. Hata yapmak, size beş kat daha fazla çalışmaya mal olur. Şu an onu yaşıyoruz.
Sizce AB sonbaharda nasıl bir tavır sergiler?
Rum kesimi AB’nin üyesi. Kendi üyesi varken, üçüncü bir ülkeye hak vermek durumunda değil AB. Rum kesimi bu zamana kadar büyük kazanımlar sağlamıştır.
Başbakan, Kıbrıs konusundaki tartışmalar sürerken, yaşanan kriz aşılmazsa “Yeni politikalar üretiriz. İngiltere’nin AB’ye giriş sürecini incelerseniz, buna benzer olaylar görürsünüz” dedi. Türkiye bunu yapabilir mi?
İngiltere, o farklılığı, üyelikten sonra gerçekleştirdi büyük ölçüde. İki kere kapıdan kovuldu tabiri caizse. Türkiye için bu tavrı sergilemek, o kadar kolay bir şey olmayabilir. İngiltere bir ayağı içerde, bir ayağı dışarıda üyeliği olmuştur. İngiltere’nin, ABD ile müttefikliğin ötesinde giden birlikteliği var. Bizim yok. Başbakanın yerinde olsanız, siyasî noktadan aynı şeyleri söylemek zorunda kalabilirdiniz.
3 Ekim’den önce yaptığınız bir söyleşide, “AB, Türkiye’nin evet diyemeyeceği bir sorun çıkarmaz” demişsiniz. Hâlâ aynı şeyi düşünüyor musunuz?
Çıkarmaması gerekiyor... Ancak şunu söyleyebilirim; AB içinde bir farklılaşma ve yükselen bir milliyetçilik olduğu kesin.
Kıbrıs sorunu çözülmeden AB olmaz mı?
Sorun bu düzeyde kaldığı sürece, Türkiye’nin üye olması mümkün görünmüyor. Sorunun da bu düzeyde sürdürülebilir durumda olduğunu düşünmüyorum. Bir şekilde çözülmeli. Belki beş sene sonra KKTC’nin bağımsızlığını konuşacağız...
Türkiye her fasılda, Rumların tehdidiyle mi karşı karşıya olacak? Sürekli bu sorunu mu yaşayacak?
Hayır yaşamayacak. Ama malların serbest dolaşımında böyle bir süreç, muhtemeldir ki, yaşayacağız.
AB müzakereleri kriz, rest çekme, sonra krizi aşma şeklinde gidemez. Rumların üzerinde ciddî bir baskı olduğunu düşünüyorum. Bu baskıyı Türkiye’nin iyi yönlendirmesi lâzım. Bu haklı değil, ama iş gene bize düşüyor...
|