Görüşme sırasında “geçmiş olsun” dileklerimizi “hayırlı olsun” diye cevaplayan Fuat Geçen, seçildiğinden bu yana farklı bir siyasetçi profili çizdi. İhraç kararıyla ilgili herhangi bir tedirginlik ve endişe duymayan Geçen, bu rahatlığını “Siyaseti bir meslek olarak görmemesi”ne bağlıyor. “Kimse burada kalıcı değil. Ben de gelip geçiciyim” düşüncesini ilke edindiğini belirten Geçen, fikirlerine aykırı icraatları her platformda eleştirdi. Şimdilik bağımsız milletvekili olan Fuat Geçen’le ihraç sürecinin detaylarını konuştuk.
Ayrılık süreci ne zaman başladı?
Ayrılık demeyelim buna.
İlk muhalefet diyelim?
O da çok benimsemediğim bir tarz değil. Eleştiri yaptığınız konuların parti ile çok uyuşmamasına muhalif demek de yanlış.
Niye yanlış olsun?
Toplumun temel değerleri var. AKP olarak bu değerleri çok önceden biliyor ve sezinliyorsunuz. İşin başında topluma, “Temel değerlerinizle ilgili dik duracağız ve bu değerlerinize saygılı olacağız. Baskı altında olan değerlerinizi hayata geçireceğiz” diye söz veriyorsunuz. Bu sözü verdikten sonra hükümet oluyorsunuz. Çok kahir bir ekseriyetle kamuoyu size destek veriyor. Dolayısıyla toplum beklentilerinin karşılanmasını bekliyor. Toplumun vicdanında bu beklenti varken, siz farklı yönlere yöneliyor ve taleplerin gereklerini yapmıyorsunuz. Buna karşılık, vatandaşla birebir görüşen milletvekilleri olarak biz de bir karşı duruş geliştiriyoruz. Diyoruz ki; “Verilen söz bu değildir, kamu vicdanı bundan sızlar. Şöyle yapmanız lâzım.” Bunun adına muhaliflik, karşı duruş, kamu vicdanını takip… Ne derseniz deyin. Ama kolaycılığa kaçıp parti içi bir muhalefet gibi algılanırsa, bu işin özüne zarar verir. Muhaliflik yeni bir yapı oluşturma gayretidir.
Hizipçi değilim diyorsunuz yani?
Demek istediğimi bu kavram tam karşılıyor. Böyle bir anlayış içinde hiç olmadım. Bir grupla hareket etmedim.
İktidara geldikten sonra halkın ilk tepkisi neye oldu?
Başta tezkere olayına oldu. Amerikan askerinin Türkiye’de konuşlanmasını hangi kamu vicdanı izin verir? Biz bunları halkla görüşerek yapıyoruz. Toplum mühendisliği ile yapmadık. Halka gidip, “65 bin ABD askeri Türkiye’ye konuşlansın mı?” diye sorduk. Halk da “Aman gelmesinler. Bunlar girdikleri yerden hiç çıkmadı” dedi. Gelip halkın hassasiyetlerini parti içinde paylaşmaya çalıştık.
Parti yönetimi tezkerenin geçmesini istiyordu ama?
Biz reddettik. Parti yönetimi, halkın bu isteğine karşı duruş gösterdi, biz de kabul etmedik.
BAŞÖRTÜSÜ CİDDî, DOĞRU
VE HAKLI BİR TALEPTİR
Başörtüsü ile ilgili ne gibi tepkiler vardı?
“Bunu çözer gibi yapmayın” dedim. Başörtüsünü çözer gibi yapmak ayrı, başörtüsünü çözmek ayrı. “YÖK konusunu ortaya atarken, imam hatip öğrencilerinin katsayı sorunu ile başörtüsü meselesini ayrıştırarak getiremezsiniz” dedik. “Bunu bir master planı içinde getirmeli, YÖK’ü rehabilite ederken, bunlar da rehabilite edilmelidir. Eğer siz anayasal kurumlarla bir kavgaya girer ve kamuoyuna bunun adına da ‘başörtüsünü çözmek isterken, biz çatışıyoruz’ noktasına getirirseniz, istismar edersiniz bu duyguları” dedik. Çünkü geçmişte bu filmleri seyrederek buraya geldik. Sağda ve solda en marjinal gruplar bile, YÖK’ün rehabilitasyonunu ister. Ama bu sadece imam hatip ve başörtüsüne indirgenirse, karşınızda geniş bir konsepti defans yaparken görürsünüz.
Yani başörtüsü konusunu meydanlarda kullanmak için mi çözmek istemiyorlar diyorsunuz?
Hayır, bu haksızlık olur.
Çözer gibi yapıyorlar diyorsunuz ama?
Bakın “çözmek istemiyorlar” demek, çok büyük bir hukuk gaspı olur. Elbette başörtüsü meselesini AKP çözmek ister. Ancak AKP’nin yükselme tabanı daha çok Millî Görüş kültürüdür. Bu kültür “siyasî İslâm” noktasında yapılandığı için, sürekli olarak bir tarz hatası yapmıştır. Bunu çözmeye çalışırken kullandığı tarzı hiç değiştirmedi. Memleketin geri kalanını, usûl ve esası yok saydı. “Ben haklıyım, haklıysam yaparım” dedi. Dünyanın hiçbir tarafında talepler haklı olmakla çözülmüyor. Artık dünya böyle değil. Haklı olabilirsiniz. Talepler hem bir konsensüs gerektiriyor, hem de kendilerinden ibaret bildikleri İslâm hukukunda da feraset ve itidal çok önemli. Eğer bunu bırakıp rektörlerin başörtülülere selâma durduracağı bir süreci kamuoyuna deklare ederseniz, haklı durumdayken karşınızda hiç lâyık olmadığınız bir defansı bulursunuz. Eğer tek başına bir iktidardan beklentiler bunlarsa, çok büyük ve doğru taleplerdir. Bu milletin başörtüsü meselesi çok ciddî, doğru ve haklı bir taleptir. Ve çözmemiz lâzım.
Millî görüş gömleği tam çıkmamış mı?
Bence fiziken çıkarmışlar. Ama ruhen ve tarzen çıkarmamışlar.
Parti içinde sizin gibi düşünenler de var mı?
Temel meselelerimizi çözmekteki bu basiret ve tarz sıkıntısını eleştiren onlarca milletvekili var.
Bunları parti içinde dile getiremiyor muydunuz?
Dile getirme şansınız çok rahat olmuyor. Bir de başörtüsü ve imam hatip konusunda kendilerini otorite gördükleri için bu tür dış telkinlere kapalılar.
Dış telkinden kastınız nedir?
Orijin olarak oradan gelmiyorsanız, “Bu konu bizim işimizdir, biz daha iyi biliyoruz” durumundalar.
Nerden geliyorsunuz orijin olarak?
(Gülerek) Hatay’dan geliyorum.
Siyasî anlamda sordum?
Ben memleket sever bir insanım. Daha çok millî hassasiyetleri olan birisiyim.
Daha önce siyasî bir girişiminiz olmuş muydu?
Hayır. Devlet memurluğundan çantamı bıraktım ve buraya geldim.
Bundan sonra ne yapacaksınız?
Bağımsızlık da dahil, gerekirse bir siyasî konseptin içinde de olabilirim.
Kendinize en yakın hangi konsepti görüyorsunuz?
Hepsi aynı yakınlıkta şu anda.
MİLLET YOLSUZLUĞU
ÇÖZELİM DİYE DESTEK VERDİ
Parti yöneticileri Ali Dibo iddialarıyla ilgili sizin belge sunmadığınızı ifade ediyorlar. Belge neden sunmuyorsunuz?
O hadise şu. Bir kere belge anlayışınızı sorgulamam lâzım. İkincisi; hangi belge sizi ikna eder. Üç; belge verilmiş ise—ki ben verdim—bu belgelerle ilgili yaşanılan süreci kamuoyunda tartışmak lâzım. Yoksa tek taraflı atıflar kalır. Yani o kalkar, “belge yok” der. Ben, “var” derim. Burada asıl olan şudur; partiden ihraç sürecini işletmişsiniz. Peki bu hal nedir? Bir, yüz kızartıcı suç. İki, devletin birlik ve bütünlüğünün aleyhinde bir tavır. Üç, yolsuzluğa fiilen bulaşmak. Bu üç hal bütün siyasî partilerin tüzüklerinde ihracı gerektirir. Siz, “Benim evimde yangın var” diyorsunuz. Haber verensiniz. “Zararı yok” diyorlar. Partinin üç tane “Y” ile mücadelesi vardı. “Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklar.” En ana ayağı yolsuzluktu. Millet bunun için bize çok önemli destek verdi. Toplum yolsuzlukla ilgili bu anlayışınızı sorgular. Sizin için sadece başkasının yaptığı mı yolsuzluktur? O zaman bu yolsuzlukla mücadele olmaz. Siyasî avantaj sağlama olur. Asıl olan varsa, kapınızın önünde bir kirlilik, onu temizlemekle başlarsınız. Ben de, “Benim mahallemde kirlilik var” diyorum. İşte belgelerim. Bunu minimize etmeye, küçültmeye çalışmak “aman kimse duymasın demek” olmaz. Tamam kimse duymasın, ama gelin çözelim. Çözer gibi yaparsanız, bilgi ve belgeleri örterek zaman yaymaya çalışırsanız olmaz.
Parti müfettişleri gelip iddialarınızı denetlemedi mi?
Müfettiş dedikleri iki milletvekiliydi. Zaten teşkilâtlar işin içinde. “Yaptınız mı böyle bir şey?” diye soruyorlar. “Estağfurullah efendim yapmadık” diyorlar. Bunlar da dönüp “Yapmamışlar” diye rapor yazıyor. Bu tarzla sonuç alamazsınız ki zaten. Bunu çözmek kararlılık ister. Bilgi, belgeler ele alınacak, toplantı yapılacak, müfettişe tembih edilecek. Bu süreç işlerken de parti taraf olmayacak. Niyet hadiseyi çözmek olmalı. Bizim yolsuzluğu ortaya çıkarmamızın dışında bir gayemiz olamaz. Bunu da tetikleyen halkın vicdanıdır. Seçim bölgemize her gittiğimizde insanlar, “Allah’tan korkmuyor musunuz! Şu şu işleri bu milletvekilinin yakınına, diğerlerini şu teşkilât yöneticilerine verdiler” derse, tedbir almak zorundasınız. Ben aslında Hatay özelini deşifre ederken hayır murad ettim. Türkiye genelinde bir çalışmanın yapılması için buranın bir örnek olmasını arzu ettim. Bu kodları deşifre ederek, parti olarak mücadele edelim, dedim.
Tuz koktu dediniz. Ne kastettiniz bununla?
Toplum başta bu kokuşmuşluk kültürüne, yolsuzluğa bizi tuz olarak gördü. “Bunlar gelir bu kokular kalkar” dedi. Eğer siz yolsuzluğa bulaşmışsanız, tuz kokmaya başlamıştır. Bu örnek, ancak uyuyor bu işe. Yolsuzluk, Türkiye’de iktidar olan her erkin baş belâsı bir şeydir. Teşkilât mensuplarını eğer iyi izlemezseniz, tüccar zihniyeti ile yaklaşır ve istismar ederler. Türkiye’de yolsuzluğun lokomotifi siyasettir, siyasetçidir. Orayı kesin, öbür taraf kurur. Önce siyasetçi buna dur diyecek.
AKP’de siyasete girerken hangi duygularla girdiniz? Bu tür şeyleri bekliyor muydunuz?
Ben bu yaşadıklarımın 50’de birini yaşayacağımı tahmin etmiyordum. Yükselmek kültürünü biliyordum, ama yolsuzluk konusunda inanın ki böyle bir şeyi hiç tahmin edememiştim. Bu kültürün bir de helâl-haram anlayışının olduğunu düşünürüm. Her şey bilgi belge değil ki. Neticede millet kaybetmiştir. Beklentiler başka bir bahara kalmıştır.
Belki erken bir soru, ama diyelim ki başka bir partiye geçtiniz, orada da aynı durum meydana geldi. Tavrınız nasıl olur?
Aynı şeyleri yaparım. Siyaset benim mesleğim değil. Sadece “3-5 nöbeti”ne talip olmuş insanım. Askerlik yapmış olanlar bilir. En zor nöbet 3-5 nöbetidir. Siyasetin devamı noktasında hiçbir talebim olmaz. Milletin hukukuna halel ve kendime vebal getirmeden 3-5 nöbetini bitirdiğim zaman, benden mutlu insan olmaz. Burası bir gölgeliktir, geldiniz, gidersiniz.
|