ÖSS yaklaşırken...
“Başarının sırrı, işini tatildeymişçesine yapmaktır.” (Pablo Picasso)
“Ben çalışırken dinlenirim, dinlenirken çalışırım.” (Honore de Balzac)
ÖSS yaklaşıyor ve sınava girecek gençlerimizin heyecan dozajı gittikçe artıyor. Aslında heyecan güzel şeydir. Yeter ki, kontrollü bir heyecan yönetimi yapılsın...
Bilindiği gibi, iki milyona yakın genç, bu sınavda hem kendisi ile, hem de birbiri ile yarışacaktır. Üniversitelerimizin kapasitesi, öğrencilerin sadece yüzde 20’sini almaya müsait. Yüzde 80’i dışarıda kalacak. Bu yüzden, realist olmakta fayda var. Yani herkes kendi pozisyonunu ve düzeyini iyi tayin ederek, olması gerekeni amaç edinmelidir. Kendi konumunun çok üzerinde bir beklenti içine girmek, heyecanın dozajını zirveye çıkarır. Heyecanın artması ise, strese sebep olmaktadır. Eğer stres yönetimi iyi yapılmazsa, sınavın başarısızlığı doğurması sürpriz olmaz. O halde, sınav heyecanı ile stres kontrolünü disiplin altına almak gerekmektedir.
Bunun için, öğrencinin tek başına bu yükü taşıması imkânsızdır. Bu yük, ancak aile, okul, dersane ve çevrenin eşgüdüm halindeki çalışmalarıyla kaldırılabilir.
Bu sebeple, stresin ve aşırı heyecanın önlenmesi, sınavda öne geçmenin tedbirleri yukarıda belirtilen çevrelerin desteğiyle önceden alınmalı ve sınava bu hâlet-i ruhiye içinde girilmelidir.
Yönetilebilir bir stres zararlı değildir. Ancak bu stres ve heyecan mevcut şartlar içinde ve kazanma azmi ile desteklenmiş boyutta olmalıdır. Kazanma heyecanı ve stresi içindeki bir öğrenci, sınava daha iyi hazırlanır. Kendisini son güne kadar bilimsel ve psikolojik olarak hazırlar, tüm tedbirlerini alır.
Stres yönetilemezse, öğrenciye zarar verir. Bildiği soruları çözmesine engel olur. Eli ayağına dolaşır ve başarısız olur.
HEYECAN VE STRES FAKTÖRLERİ VE BAŞARIYA ETKİSİ
Heyecan insanda bir olay karşısında oluşan ani ürperti, coşku gibi bir duygudur. Bu duygu kontrollü olduğu takdirde faydalı; kontrolden çıkarsa oldukça zararlı bir duygudur.
Kontrolden çıkmış olan heyecan gibi psikolojik sıkıntıların giderilmesi için, öncelikle bu sıkıntılar çok iyi teşhis edilmeli ve sonra tedavi edilmelidir. Heyecan bir problem haline gelmişse, problemin çok iyi teşhis edilmesi ve alternatif çözüm yolları sunularak bu problemin giderilmesi yoluna gidilmelidir. Bunu gerçekleştirmek için de insanın irtibatlı irade gücünü kullanması ve heyecanının dozajını iyi ayarlaması gerekir. Zira kontrolden çıkmış bir heyecan, kronik strese dönüşebilmektedir.
Makul düzeyde olmayan aşırı heyecan olgusunu üreten sebeplerin başında; “endişe ve ümitsizlik” hastalıkları gelmektedir. Bir insan başarıyı elde etmek için, öncelikle endişe ve ümitsizlikten sıyrılarak “ümitli” olma yeteneğini kazanmalıdır. Bu yetenek, yaratılıştan herkese verilmiştir. İnsanların yapması gereken şey ise, bu potansiyel gücü kinetiğe çevirmek veya kanalize etmektir. Öncelikle bir işe başlayan kişinin “Ben bu işi yaparım ve başarırım” ümidini beslemesi, aksi halde daha başından başarısızlığı kabullenmesinin önemli bir düstur olduğu bilinmelidir.
Burada vurgulamamız gereken önemli bir olgu var. Bilindiği gibi, heyecan faktörü daha çok eğitim alanlarında ve sınavlarda kendini göstermektedir. Bu yüzden, heyecan konusunun daha çok sınavlarla olan ilişkisi üzerinde durmaya çalışacağız.
Bu konuda, bir alimin hikâyesini hatırlatmakta fayda vardır sanırım: Köyden eğitim için büyük bir şehre giden bir kişi, çok çalışmasına rağmen başarılı olamayıp, köyüne dönmek üzere yaya olarak yola koyulur. Yolda sağanak halinde bir yağmura tutulan şahıs, bir köprünün altına sığınır ve yağmurun dinmesini bekler. Bu arada gözü, damlayan su damlalarının oluşturduğu bir taş üzerindeki oyuğa takılır. Birden zihninde bir şimşek çakar ve kendine “Damlalar, sert bir taş üzerinde böyle bir oyuk oluşturuyor da bana ne oluyor ki, bilgileri hafızama yerleştiremiyorum?” diyerek tekrar şehre geri döner ve azimle çalışarak zamanın önemli bir bilgini olur. Bu, her başarının altında yatan sebeplerinden birinin “ümit” ve “azim” olduğunu gösteren ibretli bir hikâyedir.
Heyecanı doğuran diğer bir hastalık “bıkkınlık”tır. Çalışmanın zevkini tadamayan insanlar, bu hastalığa sık sık yakalanırlar. En küçük bir sebebi öne sürerek çalışmayı bırakıp, yaptıkları işten vazgeçerler. Bu durum sınava da yansır. Soru çözmekten bıkan bir öğrenci, soruları yetiştirmede güçlük çekebilir ve bu durum onda bir panik havası oluşturur.
Oysa insanın başarılı olması için sürekli gayret sarf etmesi ve bıkkınlık göstermemesi, temel esaslardan biridir. Bu durum cep telefonunun şarj edilmesi gibidir. Nasıl ki, en mükemmel bir cep telefonu bile şarj edilmezse, yine deşarj olur, aynen öyle de bilginin muhafaza edilmesi için bıkmadan sürekli tekrar etme alışkanlığı kazanılmalıdır.
Sınavlara hazırlananların sıkıntı çektiği hastalıklardan biri de “zamanı iyi yönetememek”tir. Zamanı iyi yönetmek için, iyi bir plan yapılmalıdır. Çoğu öğrenci, sistematik bir çalışma programı hazırlayamıyor ve uygulayamıyor. Bir kaç ay çalışmaları bırakarak, tam sınava bir iki ay kala yoğun bir çalışma temposuna giriyor.
Bir iki ayda kabağın zor yetiştiğini düşünmeden, bu denli zor sınavların bir iki ayda geçileceği sanılıyor. Geçemeyince de psikolojik sıkıntılar baş gösteriyor.
Diğer bir hastalık da önceliklerin iyi seçilememesidir. Eğer bir öğrenci üniversiteyi kazanmak istiyorsa, onun odaklanması gereken şey, hangi alandan sınava girecekse, o konular üzerinde kendini yoğunlaştırmaktır. Eğer hem eğlence, televizyon, arkadaş muhabbetleri gibi etkinlikleri yürüteyim, hem de boş vakitlerimde sınava hazırlanayım deniyorsa, sınavın kazanılması oldukça zordur. Bizim Erzurum’da bir söz var “hem elli kuruş, hem şoför mahalli” olmaz. Öncelikler çok iyi tespit edilerek, ona göre bir çalışma programı hazırlanmalıdır.
Bu ve buna benzer, kişiden kişiye değişen ve göreceli olan psikolojik etmenlerin iyi etüd edilerek, zararsız hale getirilmesi gerekmektedir. İçsel huzuru elde etmeden, teknik bilgilerle sınav kazanılmayabilir. Çok kişiler var ki, teknik açıdan iyi hazırlandığı halde, uykusuzluk, halsizlik, heyecan veya sınav esnasında meydana gelen bir takım gürültü ve seslerden ötürü başarılı olamamışlardır. O halde başarıya ulaşılmak isteniyorsa, öncelikle teknik donanımlar sağlanmalı, yani eskilerin fiilî duâ dedikleri bilgi birikimi ve öğrenim süreci tamamlanmalı, daha sonra da sonucun hayırlı olması için kavlî duâ edilmeli, yani Allah’tan hayırlısı ile kazanmayı nasip etmesi istenmelidir.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Bu tür sınavların kazanılması için, sadece teknik bilgi ve becerilerin elde edilmesi yeterli değildir, aynı zamanda bazıları yukarıda belirtilen psikolojik durumların da gözden geçirilmesi ve bir düzen verilmesi gerekmektedir. Her ikisinin iyi bir şekilde düzene sokulması beraberinde başarıyı getirecektir.
|