Antalya, Marmaris, son olarak da Diyarbakır’daki patlamalar ülke gündeminde büyük yankı buldu. Bu patlamaların özellikle toplumun belli kesimlerinden PKK’ya yapılan ‘silâhı bırak’ çağrısından sonra gerçekleşmesi, Türkiye’nin yeniden gerilim ortamına girmesini istemeyenleri daha da tedirgin etti.
Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Şinasi Haznedar’la son günlerde yaşanan patlamaları konuştuk. Haznedar patlamaların Güneydoğu sorununun çözülmesini istemeyenler tarafından gerçekleştiril-diğini, Kürt halkının Türkiye’den ayrılmak gibi bir niyeti olmadığını, devletin vatandaşlarına eşit haklar tanıması gerektiğini, bu sorunun sadece Kürtlerin değil, Türkiyeliyim veya Türküm diyenlerin de sorunu olduğunu belirtiyor. Haznedar’a Ertuğrul Özkök’ün 30 Ağustos’taki ‘Eğer Siz Gerçek Kürtseniz’ yazısına karşılık yazdığı açık mektubu da sorduk....
* Antalya'da, Marmaris'te, son olarak da Diyarbakır’daki patlamalar hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu patlamalar neyi gösteriyor?
Örgütlenmiş bir şiddetin varlığını gösteriyor. Bu eylemlerin hükümeti yıpratan, Türkiye’nin kadim sorunlarına dikkat çeken, en önemlisi toplumda güvensizlik ve korku ortamını meydana getiren tarafları var. Bu durumun adeta kalıcılaşması gayretini görüyorum.
* Türkiye’nin kadim sorunlarına dikkat çekmenin yöntemi bu mu olmalı?
Şiddet kesinlikle reddettiğimiz bir yoldur. Şiddeti reddediyorum da demiyorum, çünkü şiddet kelimesinin kendisine de karşıyım. Biz barıştan konuşuyoruz.
* Şiddet yolunu denemek, yaşanan sorunların içinden çıkılmaz bir hal almasını doğurur mu?
Bu durumun içinden çıkılmaz olarak görmüyorum. Ancak hayatı ortadan kaldırmayı benimseyen hiçbir hareket çözüm için asgarî zemin meydana getirmez. Bu tür patlamalar, hiçbir şekilde diyaloğun, barış zemininin hazırlanmasına katkı sağlamaz.
* Ertuğrul Özkök patlamalarla ilgili yorumunda, ‘bu olayları düzenleyenlerin eylemleri “Kürtlük” adına yapmaları sizi kahretmiyor mu’ diyor. Sizce bu eylemler Kürtlük adına mı yapılıyor?
Bu görüşten ayrı olarak, eylemlerin sorunu kronikleştirmek adına yapıldığına inanan kesim de var.
* Kronikleştirmeyi biraz daha açar mısınız?
Devlet şahin pozisyonunda. Öbür taraf da şiddeti bırakmayarak, barışı benimsemeyerek, bu durumda önkoşulsuz, şartsız silâh bırakma çağrılarına kulak tıkayarak şahinleşiyor. İki taraf da birbirinin üstüne yürüyor. Böylesi bir ortam çözümsüzlük ortamıdır. Bölge insanı eşit anayasal vatandaşlık, kimlik hakkının özgürce ifade edilmesini istiyor. Türkiye’den ayrılmak gibi bir dertleri yok.
* Öyleyse bu patlamalar Kürt insanının taleplerini temsil etmiyor diyebilir miyiz?
Bombayı koyanlar, kamusal alana dönük olarak Kürt sorununun varlığıyla ilgilenenlerin umudunu kırmaya yönelik bir işlev üstleniyor. Silâh elinde, bomba belinde barıştan söz edilemez.
* Şu anda eşit anayasal vatandaşlığın önündeki engel nedir?
Türkiye’de eşit vatandaşlık, sadece kendini Kürt kimliğiyle sunan insanlar için sorun teşkil etmiyor. Türkiye’de, kendini Türkiyeliyim, Türküm diye aktaranların da sorunu. Çünkü bu milletin bir devleti yok. Anayasaya göre, devletin milleti var. Bu ilişkileri eşitsiz bir duruma sürüklüyor ve vatandaş teba durumuna düşüyor. Bu durumda da vatandaşın davranış, kültür, düşünce kalıplarını üreten devlet oluyor. Devlet, adeta toplum mühendisliği rolünü icra ediyor. Bu noktadan bakıldığında, anayasal vatandaşlığı yaşayamayan, sadece kimliğini Kürt olarak ifade edenler değil, ben de anayasal vatandaşlığımı yaşayamıyorum, çünkü benim de düşünce özgürlüğümün, inanç özgürlüğümün, ibadet özgürlüğümün önünde bir sürü engel var.
* Bölge sorunlarının sivil siyaset tarafından askere havale edildiği tesbitine katılıyor musunuz?
Sivil siyasetçiler, o bölgedeki yaşayan insanların bir takım demokratik taleplerini güvenlik sorunu okumasına tabi tutarsa, sorunları askere devretmiş olurlar. Bu sorunların askere devredilmemesi gerekiyor. Çünkü asker, Türkiye’de hiçbir sivil, siyasî, demokratik talebin çözüm mercii olamaz.
* Peki sivillerin Güneydoğu sorununu askerlere havale etmesini neye bağlıyorsunuz? Sizce sivil siyasetçiler bu konuya yeterince eğilmiyor ve ortak hareket edemiyorlar mı?
Bir kere sivil anayasamız yok. 12 Eylül 1980 ürünü, yani darbe ürünü bir anayasamız var. Türkiye’de bırakın siyasî parti olmayı, iktidar olmanız bile muktedir olmanız anlamına gelmiyor. Bugün hükümet edenler bile, zaman zaman bunu ifade ediyorlar. Türkiye’de kayıt dışı bir durum var. Türkiye’de anayasaya bağlı olmadan kendini ifade eden, istediğini yaptırabilen bir derin devlet algısı, bir güç var. Bunu siz başka türlü, ben başka türlü tarif ediyorum, ama yapılamayanlardan ve yapamadıklarımızdan yola çıktığımızda böyle bir gücün varlığı çok açık karşımıza çıkıyor. Türkiye’de bir görünür anayasa var, bir de siyaset belgesi, kırmızı kitap var... Siyasî partiler değişim isteseler de bunu yapamıyorlar.
* ‘Sivil siyaset iktidar olamaz, siyaset belgesi var, kırmızı kitap var. Bu böyle gider kardeşim’ deyip, durumu kabullenmemiz mi gerekiyor?
Eğer toplum bu ülkenin bir şekilde demokratik bir değişim geçirmesini istiyorsa, bu düşüncelerin taşıyıcısı konumunda olan siyasî partilere oy vereceklerdir.
* Az önce söylediğiniz gibi, siyasî partiler iktidar olsalar da muktedir olamıyorlar. Böyle bir durum oy kullanmayı değersizleştiriyor sanki. Burada siyasî partilerden çok sivil toplum kuruluşlarına (STK) iş düşmüyor mu?
Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin taleplerinin carî siyaset tarafından, sistem tarafından pek dikkate alındığını söylemek çok safdillik olur. Olayın bir başka boyutu da Türkiye’de STK’ların ne kadar sivil olduklarıyla alâkalı. STK’ların bir çoğu, devlet gibi düşünmenin sivil alandaki taşıyıcıları konumunda. Birkaç tanesini bunun dışında tutuyorum, ama Türkiye’de STK kirlenmesi var. Bunlar toplumun sahici sorununun taşıyıcılığını değil, sahte sorunların taşıyıcılığını ve seslendiriciliğini yapıyorlar.
* Son patlamalara geri dönecek olursak, yükselen milliyetçiliği de göz önüne aldığımızda bu olaylar Kürtlere dönüyor. Yine Ertuğrul Özkök ‘Eğer siz gerçek Kürtseniz ses verin’ mealinde bir yazı yazdı... Bu olaylara karşı ses çıkmıyor mu?
Ertuğrul Özkök bunda haklı, ancak insanlar nasıl ses verecek? İnsanların kahir ekseriyeti son Diyarbakır olayını asla tavip etmediğini, hiçbir şekilde sorunlara çözüm getirmeye yardımcı olmayacağını söylüyor. Ama herkes Ertuğrul Özkök değil ki, eline kalem alsın, kendini kamuoyuna duyursun. Sessiz çoğunluğun Kürt vatandaşları Antalya’daki, Marmaris’teki, Diyarbakır’daki şiddeti asla tasvip etmiyor.
* Sessiz çoğunluğun sesinin engellenmesinde PKK’nın etkisi yok mudur?
Öncelikle şunu söylemeliyim. Güneydoğu sorununun tek temsilcisi PKK değildir. Bu meseleyi PKK meselesi haline getirmek ve özdeşleştirmek yanlıştır. Sorunuza dönecek olursak, PKK’nın böyle bir baskısı tabiî ki var. O yöreden yaşayanları bu meselenin tek sözcüsü olduğuna inandırmak, esnafa istediklerinde kepenk kapattırma gibi baskıları elbette ki var. Tüm bunların üstüne çıkabilen, tahammül gücünün gırtlağa dayandığı o bölgede yaşayan insanlar var. Bu meselenin barış içinde, demokratik yöntemlerle çözüleceğine inanan insanlar var.
* Güneydoğu meselesi hakkında kafa yoran, Kürt veya değil, aydınlara baktığınızda sorunun demokratik yollarla çözülmesini isteyen aydınlar mı, yoksa ayrılıkçı, federatif bir yapı isteyen aydınlar mı çok?
(Gülüyor) Kendi düşüncemi ifade etmek istersem. Bir aradalıktan yana olanların daha çok olduğuna inanıyorum. PKK ayrılıkçı bir örgüt, ama bölge sorununun varlığına işaret eden çevrelerin tümünün ayrılıkçı olduğuna ifade etmede bir kasıt ararım. Bu devlet, sadece kendi sınırlarını çizdiği ideolojinin devleti değil, farklı düşünceye ve farklı ideolojiye sahip insanların da devleti. Demokrasilerde devletin ideolojisi olmaz. O, kesimlerin talepleri karşısında tarafsızdır ve onları dinler.
* Devlet kimdir peki?
Devlet her şeyi ben bilirim, her şeyi ben yaparım, her şey benim dediğim gibi olacak edasında, toplumu kendine öncelemeyen bir aygıt değil. Devlet hizmetçidir. Benim kamusal alandaki taleplerimin barış içinde yerine getirilmesini sağlayacak, benim kurduğum teknik bir organizasyondur. Yoksa devlet tabu değildir. Türkiye’de devlet bu değil. Devlet kendilerinde güç vehm eden belli çevreler. Karanlık çevreler. Bunlar birbiriyle içiçe. Türkiye’de devletin sınırlarını tam olarak ben de çizemem. Bir ejderha...
* Eğer devleti böyle tanımlayacaksak, bununla baş etmek pek mümkün görünmüyor?
Bununla rahatlıkla baş etmek mümkün. Toplumsal mutabakatla inşa edilen, toplumsal mutabakatın sözleşmesi olan her kesimin, toplumun değişik kesimlerinden gelen talepleri karşılamaya kendini mecbur ve hazır hisseden bir haklar manzumesi, bir yeni anayasa ile bu mümkün.
* Devlet, resmî ideolojiyi benimseyenlerin daha güçlü olduğu bir yapı mı?
Şu an görünür devlet öyle. Belli bir ideolojinin halka karşı kendini önceleyen, demokratik hak ve özgürlükler noktasında kendi sınırlarını koyan bir devlet, Türkiye’de kendi varlığını sürdürüyor. Türk insanı ve Türk toplumu da bu kalıbın içine sığmıyor. Bu elbise dar geliyor. Toplumun büyük çoğunluğu devletin kendine biçtiği rolü oynamak istemiyor. Devletin bunu anlaması lâzım.
* Son olarak Ertuğrul Özkök’e atfen yazdığınız açık mektupta, kafama takılan bir nokta var. Ertuğrul Özkök bomba atıp insanları ümitsizliği sevk eden bu güruhu alçaklıkla suçluyor. Siz de kendisine yazdığınız mektupta alçaklık Türklere de yakışmaz diyorsunuz...
PKK, sadece belli coğrafya ile sınırlı değil ki... PKK’nın benimsediği şiddet politikasını bölge dışında destekleyen kesimler ve insanlar var. Bizim o insanlara da sözümüz var. Bu yol meşru bir yol değil...
* Ben sizin açıklamalarınızı, Kürtlerin nasıl cinayet işleyen hukuksuzluk üreten bir kesimi varsa, Türklerin de bölge sorununun çözümünde hukuksuz davranan kesimi var, diye algıladım.
Ben onu ifade etmek istememiştim. Bu konuda yapacağım açıklamalar, hukukî noktada bana bedel getirir. Vermediğim örneklerin aslında tahmin edilerek bulunmasını istiyorum. O bölgede insan hayatını ortadan kaldıran uygulamalara çeşitli örgütlenmeler adı altında gidenlerin kim olduğunu hepimiz biliyoruz. Hafızamız bunları unutacak kadar da zayıf değil... Jitem’inden, Yeşil’inden tutun, ‘güvenlik güçleriyle hareket ediyoruz, Türkiye’nin birliğini, dirliğini sağlıyoruz’ diye kendilerine görev vehmeden güçler, en az PKK’lılar kadar reddedilmesi gereken, demokratik bir toplumda olmaması gereken unsurlar.
|