|
|
Çoklukta kaybolmak
Maddî hayatın hızlı bir şekilde çeşitlenmesi ve genişlemesi, insanların işini kolaylaştırmakla beraber, ilgi ve çalışma alanlarının artması sebebi ile insan daha fazla yorulmaktadır. Maddî yapının devamının sağlanması ve korunması süreci, insanı çalışan bir makineye döndürmektedir. Gelenek ve görenek belâsıyla, zarurî olmayan ihtiyaçlar hayatın olmazsa olmazları olduğundan bu ihtiyaçların karşılanması için insanlar var ediliş gerçeğini unutma ve öteleme durumunda kalmışlardır..
Veriliş sebebi Yaratıcıyı tanımak, O’na kulluk etmek olan hayat sermayesi maddî refah için harcanmaktadır. Aile hayatında en önemli olan sevgi, saygı, değer verme, yardımlaşma ve dayanışma gibi manevî değerler geri plana atılmış, unutulmuş gibidir. Aile büyüklerinin çocukları için en büyük sıkıntısı dünya rahatlıklarının sağlanmasıdır. Manevî yozlaşmanın yaşandığı bu zaman diliminde, dinî ve evrensel ahlâkî değerlerin maddî kazanım sürecinde pek de önemi yoktur. Bu hâl, toplumu ve ebed için yaratılan insanı dar ve geçici alana hapsetmektedir.
Bu tarz davranış modelleri dindar insanlarımızda da görülmektedir. Bediüzzaman, “O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. ‘Oğlum paşa olsun’ diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, ‘Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?’ diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder” ifadeleriyle anne ve babanın evlâdın dünyasını mamur ederken âhiretini feda ettiğini, hem dünyada, hem ahirette kendi başlarına belâ olacak evlât yetiştirdiklerini belirtir.
Bediüzzaman, “Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgıl-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun?” gibi sözleriyle yaratılış amacımızın kulluk olduğunu belirtmekte ve bizleri ibadet etmeye dâvet etmektedir.
|
Veysel HIDIROĞLU
13.09.2006
|
|
Mutsuzluğun formülü
Herkes, mutlu olmak için, elinden gelen her şeyi yapıyor. Âdeta mutluluğun peşinden koşuyor. Mutlu olabilme çabasında. Dahası, gazetelerde sürü ile makaleler, yazılar yazılıyor. Kitaplar piyasaya sürülüyor, daha da olmadı, psikologlara başvuruyorlar. Yine de bir mutluluk alâmeti yok.
Yalnız, bir Allah’ın kulu da çıkıp, “Kardeşim ben çok mutluyum. Ben de normal insanlar gibi mutsuz olmak istiyorum. İnsan nasıl mutsuz olur?” diye sormuyor ki! Sorsa, ben ona mutsuzluğun formülünü veririm. Hatta onu mutsuzluk kumkuması yapıp, komaya bile sokarım. Yani iki kere iki nasıl dört ediyorsa, benim vereceğim formülde de hamsi balığını kafese koyup beslemek gibi, insanın gözlerinden de mutluluk akacaktır. O kadar kesin konuşuyorum yani. Başka konu olsa, kesin demem. Ama bu konu başka…
Öncelikle mutsuz olmayı isteyeceksin. Bir kere istemek çok önemli; içinden, gönlünden gelecek. Sonra mutsuz olmaya kendini inandıracaksın. Sonra inançlarını, manevî ihtiyaçlarını bir kenara bırakıp hiçbir manevî destek almayacaksın. Hazır mısın? O hâlde başlayabiliriz.
Şimdi evde yalnız kalacaksın. Aynanın karşısına geçip küçük bir ceylan gibi aşağıya indireceksin. İndirdin mi? Sonra yüz ifadeni hiç bozmadan evin en karanlık sıkıcı odasına git. Gözüne bir nokta belirle, o noktaya gözünü hiç ayırmadan, malûm hayvancağızın trene baktığı gibi bak. Arkadan da fon müziği niyetine Küçük Emrah’ın şarkılarından… Allahh!! Al sana depresyon alâmeti.
Haaa! Baktın bununla mutsuzluğun kısa sürdü. O karanlık odadan çık, git karakutulu odaya. Öyle bakma alık alık, televizyonlu odaya git. Al eline kumandayı. Aç karakutuyu izle haberleri… Aman Muhtar’ın haberleri olsun, daha iyi. Acını arttırır. Hoş Muhtar haber sunmuyor artık; ama sen en iyisi Defne’yi aç, o da Muhtar’ı aratmaz oldu.
Ne var haberlerde? Kazalar, seri cinayetler, kapkaççılar, zavallı kuşların birçok sorunu, savaşlar, sanatçıların boşananı, evleneni, reyting uğruna yapılan kavgalar, vesaireler… Haaa, daha için kararmadı mı? Aç başka kanalı. Ne var? Toz şekerleri değiştir. Yemek programı… Onu da değiştir. Ha dur orda, derdini söyle dermanı öteki tarafta bul programı… Onu da değiştir. Ha dur orda, kocasından dayak yiyip soluğu TV kanallında alan hanımlar. Kaçanlar, kaçırılanlar, yalan üstüne yalan, yaşı olgunlaşmış amcaların eş arayışları… Ağlayanlar, zırlayanlar, çığrış figan, ne ararsan var. Tam da içim karardı, fenalık bastı.
Gene mi olmadı? Tamam, çık o kasvetli evden. Tak gözüne at gözlüğünü. Kendini kalabalığa sal. Sosyalleş. Arkadaş edin. Ama öyle “Merhaba, iyi günler” cinsinden değil. Sıkı fıkı ol. Her özel sorununu paylaş onunla. Dost ol. Başka arkadaşlar edin. Sorunlarınız olsun.(Sorunları al beyninin gizli yerine yerleştir. Sakla yeri geldiğinde “Düşman al sana bomba” şeklinde kullan) sonra dostunla başkaları yüzünden kavga etmeye başla. Oh, çok güzel gidiyorsun. Al en ufak sorunu; lastik gibi uzat uzat, içinde dağ gibi büyüt. Evir, çevir; olmadı döndür; baktın sorunların içinden çıkamıyorsun, için dert oldu neredeyse ince hastalığa yakalanacaksın. Acı çekiyorsun. Lastik gibi uzatıp büyüttüğün derdi al, suratına doğru fırlat. Çemkir çemkirebildiğin kadar. “Sen bana bunu yaptın”, “Sen bana şunu dedin”, “şöylesin” , “böylesin”… Veeee çok sevdiğin ve değer verdiğin dostun, artık buhar oldu. Ve sen söylediğin bu sözlerden pişmansın. Durun! Bu arada “Olay bitmiştir görüşmeyelim, bu konulara girmeyelim” parçasını fon müziği niyetine damardan verelim.
Şimdi için daha çok acıyor değil mi? Keşke, diyorsun; keşke o sözleri söylemeseydim de canım arkadaşımla kavga etmeseydim. Maalesef keşkeler keşkeş oldu. Nefsini avukat gibi müdafaa etme, suçlusun işte. Peki, vicdanın sızlıyor mu? En sevdiğin dostunun kalbini kırdın, kolay değil sızlayacak tabi. Özür mü? Cık kâr etmez. Eskisi gibi olmaz artık.
Sen onu düşünme, Hatice’ye değil, neticeye bak. Sonuç; mutsuz son.
O kadar da zor değilmiş, değil mi? Söylemiştim ben sana. Fazlası değil; sadece söylediklerimi yerine getirsen ya hapishaneye, ya tımarhaneye, ya meyhanelere en sonunda da yolculuğun mezaristanda son bulur.
Eh, artık seçim senin…
|
Selma MERMER
13.09.2006
|
|
Hepimiz bedevîyiz (1)
Ben bir bedevîyim. Ordan oraya savrulan bedenim ve ruhumla, ben bir bedevîyim. Burdayım. Dünyadayım. İnsanım. Rüzgârda savrulan bir tüy misali uçuşuyorum durmadan. Göç etmek benim işim. Şehir şehir dolaşmak, yollar aşmak, yolcularla tanışmak... Ben bir bedevîyim. Kâh Arap çöllerinde, kâh bilmem nerelerde. Sırtımda katlayıp taşıdığım yamalı örtüm, dolanıp yattığım. Birkaç parça kabım kacağım. Bir de yedek elbisem....
Yoldur benim evim en çok. Yürürüm durmadan. Ha bire bir hareketlilik, bir koşturmaca. Yol gider, ben giderim. Bir şehre girerim. Gezerim her karışını. Ardından birçok yerini tanımaya başlarım. İnsanlar tanırım, anlık… Sonra gitme vakti gelir. Çıkarım, ardıma bakmadan. Geride birkaç şeyi bırakarak yürürüm yolumda. Belki birkaç umudu, belki birkaç isteği… Olsun, derim her defasında. “Bu da geçer ya Hû”...
Ben yürürüm yane yane
Aşk boyadı beni kane
Gâh akilem, gâh divâne
Gel gör beni aşk neyledi....
Bir türküdür bu dilimde... Adını koyamasam da tam anlamıyla, bu benim ritmimdir. Beni anlatır. Beni tanımlar. Ben yane yane yürürüm. Hem yürürüm, hem yanarım...Yürümemin sebebidir belki de bu yanış. Yanmaya çare bulmak içindir belki de bu yürüyüş...Yanmak ve öylece yürümek... İşte beni anlatır...
Ben bir bedevîyim. Gezerim diyar diyar. Arkamda bıraktıklarım çoktan silinmiştir benim. Bir müddet kalıp ayrıldığım yerlerde, bozduğum çadırımla beraber oradaki hayatı da bozmuş olurum. Silmiş olurum her şeyi. Geçmiş yoktur benim için. Sonra yürürüm yollar boyu. Ama gelecek kaygım da yoktur benim. Çünkü yarın, yerimin neresi olacağını bilemem, yaşayacaklarımı bilemem...
Ben bir bedevîyim dedim ya. Ardımda ne çocuk ne çoluk... Geçtiğim şehirlerde kimse tanımaz beni. Yerim yurdum belli değildir benim. Hiçbir şehre ait değilimdir, ya da bütün şehirler aslında benimdir. Kimsenin tanıdığı değilimdir, ya da kimse tanıdık değildir bana. Yol getirmiştir beni tâ buralara. Ve gene o götürecektir tâ uzak diyarlarıma...
Bense bir şehirliyim arkadaş! Şehirde doğmuşum, şehirde büyüyorum. Ve muhtemelen gene şehirde öleceğim. Varlığım burada başladı ve bir gün gene burada son bulacak. Kalbim burada atıyor. Burada doyuyorum. Burada yatıyorum. Sevdiklerim burada. Herşey şehirli. Kimse yabancım değildir benim. Seni getiren yollarla sadece birkaç kez görüşürüm, beni bir şehirden diğerine taşıması için.
Öyle çöllere salmam kendimi. Benim evim burasıdır. Şehirdir benim yerim. Her şeyim düzendedir. Hayatım düzendedir. Çok bilmem dünyanın öte diyarlarını. Gezgin değilimdir çünkü. Ben bir şehirliyim. Ben anlamam ki seni. Benim suyum evimin musluğundan akar, ışığım bir düğmenin ucundadır. Yatağım kuş tüyünden, rahat ve geniştir. Param her daim hazırdır bankada.
Seni anlamam dedim; ama aslında merak da ederim nasıl bir hâldir senin hâlin? Nedir senin derdin? Nedir seni söyleten? Nedir bizle alıp veremediğin? Sen bir göçebesin ben bir yerliyim.. Hiç mi bıkmazsın bu yolculuklardan? Hiç mi yeter demezsin her şeye? Hiç mi sevmezsin düzeni, kalıcı bir hayatı?
-Devam edecek-
|
Nurdan HUYUT
13.09.2006
|
|
Sebep olmak
Bu gün arkadaşıma espri yaptım, hâlime gülüyorum. Belki de ağlanacak, gözyaşı dökecek kadar ferasetli olamadım. Günahlarına ağlayıp kahrolan veliler kadar hiç olmadım zaten. Dedim ki: ‘Ya abla günahlarımızdan zaten hüküm yiyeceğiz. Bir de bir şeye sebep olan onu yapan gibidir, hükmünden de hüküm yesek ne olacak?’
Evet, hiç düşündük mü, “Aman günaha sebep olmayayım” diye? Bazen, ‘Gıybet yapmam’ deriz, sonra açarız da bir konuyu açarız. Canımız sıkılıyor, şeytan boş durur mu? Günah işletmek için kulağımıza üfürecek. Sen işlemesen de işletecek. Bu koldan o kadar çok yakalıyor ki… Aslında tehlikeli kendimiz günaha girdiğimiz; ama gibi başkasını da sürüklüyoruz. Ama o an bu feraseti gösteremiyoruz işte. Nefsimiz hüküm sürüyor. Hükümdar olmuş. Enaniyette Firavunu geçmesin, aman. Firavunu firavun yapan, enaniyetiydi. Ebu Cehil’i cahil yapan, yine enaniyetiydi.
Elimizde esfel-i safiline gitmek de alâ-yı illiyine gitmek de. Evet, bir de bu hükmün diğer cihetini düşünelim. Yani iyi bir şeye sebep olan, onu yapan gibidir. Hz. Muhammed’e yetişemememizin bir sırrı da budur. Evet, bütün hasenatlar onun defterine yazılır. Düşünün, bir kanun insanı ala-yı illiyine çıkarıyor. Makam-ı Mahmûda yükseltiyor. Aynı kanun insanı cahil ve zalim yapıyor. Dikkat!
Çağımızda bazı insanlar tavuk yemiyorlar; ama suyunu içiyorlar. Yani bu teşbihten şunu anlatmak istiyorum. Adam kumarhane işletmez. Ama kumar da oynamaz. Dükkânını da kumarhane açan birine verir. Birkaç gün boş kalmasın diye. Dünya menfaati uğruna. Dünyayı seve seve âhirete tercih edenlerden olmayalım. Önce nefsimiz, sonra insanları uyaralım. Ayn-ı lezzetinde elemi gösterelim. Risâle-i Nurlar ayn-ı lezzetinde elemi gösterir. Zaten Risâle-i Nur çağımızın tefsiri. Çağımızın bu hastalığını izale eder. Tabiî hakkıyla okuyacağız. Yaşayacağız, yaşatacağız…
|
Hatice DURAK
13.09.2006
|
|
Olmasaydı sevgin
Olmasaydı sevgin?
Boğulmaz mıydım keşmekeşinde yalan dünyanın?
Olmasaydı sevgin
Nefret büyütmez miydim tüm zalimlere?
Affedebilir miydim pişmanlıklarında,
Ya Rahman tespihim dilimdeyken,
Nasıl utanmazdım kin gütmeye?
O güzel sevgili olmasaydı,
Okşar mıydım bir yetimin başını?
Tahammülsüzlüğümüz çoğalırken çocuklara,
Onun namaz boyu taşıyışı gelir aklıma omuzlarında.
Gelir de şefkatim bir kat daha artar o cennet kuşlarına.
İnsanlarca hor görülüş
İtilmişlik, ilgisizlik,
Asılsız hakaretler incitmiyor canımı
Gözyaşlarımın mânâsı aşkında.
Olmasaydı Sevgin, yalnızdım koca dünyada,
Bir bunu bilmek,
Bir Seni bilebilmek
Ne güzel Ya Zü’l Celal-i Ve’l-İkram
Güneş doğuyor her gün,
Seher vakti ayrı güzel.
Buluşma vakti, herkese ayrı özel.
Seni anmak, huzura vesile,
Dünya meşgalesi o vakit ne biçare.
Korkular ne aciz karanlık çöküşünde,
Senin aşk-ı nurun varken kalbimizde.
Seni bilmek ne güzel,
Seni sevmek ne güzel,
Aşka güzellik veren,
Gözyaşları ne özel.
|
Leyla GÖK
13.09.2006
|
|
|
|