|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Yâ-sîn. Hikmet dolu Kur'ân'a yemin olsun ki, sen Allah tarafından insanlara gönderilmiş peygamberlerdensin ve dos doğru bir yol üzeresin.
Yâsin Sûresi: 1-4
|
13.09.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Bir serçe kuşunu haksız yere öldüren kişiden Kıyâmet Gününde Allah bunun hesabını sorar.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3718
|
13.09.2006
|
|
Güz mevsimi, mahlûkâtın terhisât zamanıdır
Hem anlarsın ki, güz mevsiminde yaz, bahar âleminin güzel mahlûkatının tahribâtı idâm değil. Belki, vazifelerinin tamamıyla terhisâtıdır.(Hâşiye) Hem, yeni baharda gelecek mahlûkata yer boşaltmak için tefrîgattır ve yeni vazifedarlar gelip konacak ve vazifedar mevcudâtın gelmesine yer hazırlamaktır ve ihzârâttır.
Hem zîşuura vazifesini unutturan gafletten ve şükrünü unutturan sarhoşluktan ikazât-ı Sübhâniyedir.
Sözler, s.75
***
İhtiyarlığa girdiğim zaman, birgün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir dağda dünyaya baktım. Birden, gayet rikkatli ve hazîn ve bir cihette karanlıklı bir hâlet bana geldi. Gördüm ki, ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da ihtiyarlanmış. Bu ihtiyarlıklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamanı yakınlaştığından, ihtiyarlık beni ziyade sarstı.
Birden, rahmet-i İlâhiye öyle bir surette inkişaf etti ki, o rikkatli hüzün ve firâkı, kuvvetli bir rica ve parlak bir teselli nuruna çevirdi. Evet, ey benim gibi ihtiyarlar! Kur’ân-ı Hakîmde yüz yerde “er-Rahmânü’r-Rahîm” sıfatlarıyla kendini bizlere takdim eden ve daima zeminin yüzünde merhamet isteyen zîhayatların imdadına rahmetini gönderen ve gaybdan her sene baharı hadsiz nimet ve hediyeleriyle doldurup rızka muhtaç bizlere yetiştiren ve zaaf ve acz derecesi nisbetinde rahmetinin cilvesini ziyade gösteren bir Hâlık-ı Rahîmimizin rahmeti, bu ihtiyarlığımızda en büyük bir rica ve en kuvvetli bir ziyadır. Bu rahmeti bulmak, iman ile o Rahmân’a intisap etmek ve ferâizi kılmakla Ona itaat etmektir.
Lem’alar, s.224
***
Asr zamanı ise güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem âhirzaman Peygamberinin (Aleyhissalâtü Vesselâm) Asr-ı Saadetine benzer. Ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ve in’âmât-ı Rahmâniyeyi ihtar eder.
Sözler, s. 46
Hâşiye:
Evet, rahmetin erzak hazînelerinden olan bir şecerenin uçlarında ve dallarının başlarındaki meyveler, çiçekler, yapraklar, ihtiyar olup vazifelerinin hitâma ermesiyle gitmelidirler; tâ, arkalarından akıp gelenlere kapı kapanmasın. Yoksa, rahmetin vüs’atine ve sâir ihvanlarının hizmetine sed çekilir. Hem, kendileri gençlik zevâliyle hem zelîl, hem perişan olurlar. İşte, bahar dahi mahşernümâ bir meyvedar ağaçtır, her asırdaki insan âlemi ibretnümâ bir şeceredir, arz dahi mahşer-i acâib bir şecere-i kudrettir, hattâ dünya dahi meyveleri âhiret pazarına gönderilen bir şecere-i hayretnümâdır.
|
13.09.2006
|
|
Risâle-i Nur’da kadın (1)
“Haşmetleri hüsn-ü hulk,
Lütf-u cemali ismet,
H
üsn-ü kemâli şefkat,
Eğlencesi evladı,
Bunca
esbab-ı ifsat
Demir sebat kararı.”
Her varlık Allah’ın bir isminin tecellisidir. Bilhassa canlılarda Allah’ın en az yirmi ismi tecellî eder. Fakat bunların içinde bazı isimler, kimi varlıklarda daha bariz bir şekilde görülür.
Meselâ cins-i lâtif tabir edilen kadınlarda Allah’ın Vedûd, Rahîm, Mün’im isimleri daha çok tecellî etmiştir. “O hasnaya sevimli evlâtlar verilmesi, güzel ahlâklar takılması, Yâ Vedûd, Yâ Rahîm, Yâ Mün’im isimlerini okutturur” diyen Bediüzzaman Said Nursî, bu gerçeğe işaret etmiştir.
Gerçekten de kadının fıtratında fedakârâne bir şefkat, merhamet ve sevgi vardır. Kadın bunları en çok çocukları için kullanır. Onların mutluluğu ve rahatı için büyük bir fedakârlık gösterir.
Gerektiğinde “Hiçbir ücret istemeden ruhunu feda eder.” Bunu yalnız bir tehlike anında yapmaz, her hadise karşısında bu vasfını öne çıkaracak haller yaşar. Eğer her kadın Allah’ın verdiği bu özellikleri yaratılışına uygun bir şekilde kullanırsa, bundan hem kendisi fayda görür, hem evlâdı, hem ailesi, hem de cemiyet.
Risâle-i Nur’da “Hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkîşafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir” denilmesi de bunun neticesidir.
Her insan gibi, kadınlar da fıtratlarındaki kabiliyetlerini, ancak kendi gayretleri ile inkişaf ettirebilirler. Bunu yaparlarsa, maddî ve mânevî yönden Esma-i Hüsnâya en geniş bir şekilde ayna olurlar.
“Bir kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığına mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-ü siretidir.”
Bediüzzaman Risâle-i Nur’da kadını böyle tarif ederek, onun hüsn-ü siretine dikkat çekmiştir. Hüsn-ü siret, ahlâk güzelliğidir. Cenab-ı Hakkın rahmet hediyesi olan bu güzellik, cemiyet içinde kaybolmak üzeredir.
Meselâ, kadınların en güzel hasleti olan hicab duygusu, büyük ölçüde kayboldu. Halbuki o his, fıtrî bir tesettürdü. Bunun gibi, kaybolmak üzere olan değerleri yeşertmek gerekir ki, aile de, toplum da bundan istifade etsin ve düzene girsin.
Nitekim Peygamber Efendimiz (a.s.m.) “Rabbim bana edebî güzel bir surette ihsan etmiş, edeplendirmiş” diyerek güzel ahlâkın en güzel örneğinin kendisi olduğunu ifade etmiştir. Ondaki bu ahlâk güzelliği, âline ve ashabına da sirayet etmiştir.
Onu her hali ile örnek alarak yaşayanlar da içinde bulunduğu cemiyette ahlâk ve edep yönünden insanlığın zirvesine çıkmıştır. Ahlâk güzelliği yaşandıkça artan bir güzelliktir. Bu hüsn-ü siret, sûrete de aksettiğinden, ahlâklı bir kadın huy ve karakterinin yanı sıra, cismen de güzelleşir. Böyle güzellikler, ancak korunabildiği takdirde ebedîleşir. Bunları korumanın yolu da bedenî ve ruhî yönden tesettüre riayet etmektir.
“Kadını güzelleştiren şey İslâm dairesindeki terbiyedir. Zineti Kur’ân’ın âdâbıdır” diyen Bediüzzaman, mahkemede tesettürü kaldırmak isteyen insanlara karşı, tesettürün kadınlar için fıtrî olduğunu, fıtratlarının öyle iktiza ettiğini beyan etmiştir.
Kadın, bedenen de, ruhen de erkekten farklıdır
Kadının yaratılışına ve duygularına bakılırsa, fıtratının gereği narin ve nazik yaratılmıştır. Böyle bir varlığı sosyal hayatta yaşanan keşmekeşin içine atmak fıtratına zıttır.
Aslında fıtratının gereğini yaşayan kadın mutludur, hayatından pek şikâyeti yoktur. Evinde işiyle, çocuğuyla, ailesiyle meşgul olur, diğer aile fertleri de ona verilen değeri hissettirirse, böyle bir çevrede yaşayan kadın halinden şikâyet etmez. Lâkin birileri çeşitli maksatlarla kadın-erkek eşitliğini öne çıkarıp, bugün olduğu gibi, “Sen eziliyorsun, senin hakkın yeniliyor, kariyerin sarsılıyor” diyerek—sözde—kadını korumaya kalkarlarsa, asıl sıkıntı o zaman başlar. “Kadın yuvasına dönmelidir. Mimsiz medeniyet kadınları yuvalarından uçurmuş, hürmetlerini de kırmıştır” diyerek, bugün gelinen noktayı yıllar öncesinden işaret eden Said Nursî, “Kadının hürmeti ve rahatı evindedir. İnsanın bir nevi cenneti ve küçük dünyası aile hayatıdır” şeklindeki sözleri ile de kadının olması gereken yeri ve taşıması gereken vasfı ortaya koymuştur.
—Devamı yarın—
|
Ayşenur YAŞAR
13.09.2006
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Nasîr
Allah (c.c.), Nâsır’dır, Nasîr’dir. Yani, Cenâb-ı Hak, kullarının ve mahlukâtının her an yardımcısıdır. İnanan, çalışan ve gayret sahibi kullarına nusret verir, yardım eder. Dünyada ve âhirette, gecede ve gündüzde, gurbette ve sılada insanın ve sâir mahlûkatın tek yardımcısı Cenâb-ı Allah’tır.
Peygamber Efendimiz (asm) tarafından bildirilen1 Nâsır ismi ve bu ismin mübalağa sîgasından olan Nasîr ismi, Kur’ân’da da yer almıştır.
İlgili âyetlerden bir kaçı şöyledir:
“Namazı kılın. Zekâtı verin. O, sizin Mevlâ’nızdır. O ne güzel Mevlâ, o ne güzel Nasîr’dir!”2
“Eğer yüz çevirirlerse Allah’ın sizin Mevlâ’nız olduğunu bilin. O ne güzel Mevlâ, O ne güzel Nasîr’dir!”3 “Oysa Mevlâ’nız Allah’tır. O yardım edenlerin en hayırlısıdır (en hayırlı Nâsır’dır).”4
Bedîüzzaman’ın ifâdesiyle, şu hadsiz kâinatı şenlendiren, rahmettir. Bu karanlıklı mevcûdâtı ışıklandıran, rahmettir. Bu hadsiz ihtiyaç içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, rahmettir. Bir ağaç bütün her şeyiyle meyvesine yöneldiği gibi, bütün kâinatı insana yönlendiren, her tarafta ona baktıran ve yardımına koşturan rahmettir. Bu hadsiz fezâyı, şu boş ve yapayalnız âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren rahmettir. Şu fânî insanı ebediyete hazırlayan, ezelî ve ebedî olan Cenâb-ı Allah’a muhatap, halil ve dost yapan rahmettir. Kâinatın her şeyini böyle insanın etrafında toplayıp bütün ihtiyaçlarına muazzam bir inâyet ile koşturan, bütün mahlûkat çeşitlerinin yardım ve muâvenet ellerini insanın imdadına uzattıran ve insanın tüm ihtiyaçlarına “Lebbeyk!” dedirten, insan gibi mutlak zaîf, mutlak âciz, mutlak fakîr, fânî ve küçük bir mahlûkun emrine koca kâinatı veren, imdadına ve yardımına gönderen, elbette rahmet hakîkatidir.5
Şu mevcûdâtı bir fabrikanın, bir sarayın, bir muntazam şehrin eczâlarına benzeten Bedîüzzaman, her şeyin omuz omuza verip bir birlerine muâvenet ellerini uzattıklarını, bir birlerinin ihtiyaç suâllerine, “Lebbeyk! Baş üstüne!” dediklerini ve eşsiz bir intizam içinde el ele çalıştıklarını beyan eder. Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre her şey baş başa verip hayat sahiplerine hizmet etmekte ve sırt sırta verip bir gayeye yönelmiş halde, Müdebbîr-i Hakîme itaat etmektedir. Güneş, ay, gece, gündüz, kış, yaz, bitkiler ve ağaçlar olmak üzere her şeyin, muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde; hayvanların, zayıf ama eşref insanın imdadına koşmalarında; gıda maddelerinin latîf ve güçsüz yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında ve gıda zerrelerinin beden hücrelerinin imdadına yürümelerinde etkin bir yardımlaşma düsturunun hâkim olduğu gözlerden kaçmaz. Anlaşılıyor ki, her şey, her zerre ve her hücre gayet Kerîm bir tek Mürebbî’nin kuvvetiyle, gayet Hakîm bir tek Müdebbîr’in emriyle sâir varlıkların yardımı için hareket etmektedir.6
Bedîüzzaman’a göre, insana bir kral saltanatı yaşatan bu teknolojik seviye, bu beşerî terâkkî ve bu medenî yükseliş ne ele geçirmek ile, ne de mücâdele ile kazanılmıştır. Bu saltanat, Hâlık Teâlâ tarafından insanlığa tamamen zaafından dolayı teshîr edilmiş, aczinden dolayı yardım edilmiş, fakrı sebebiyle ihsan edilmiş, cehâleti nedeniyle ilhâm edilmiş, ihtiyacına merhameten ikram edilmiştir. Maddenin, insanlığın emrine girmesiyle yaşanılan bu saltanatın sebebi insanlığın ilmî iktidarı veya kuvveti değil Allah’ın şefkati, re’feti, rahmeti ve hikmetidir.7
Âlemin sahibi olan Cenâb-ı Hakka her şeyin isyansız boyun eğdiğini belirten Bediüzzaman Saîd Nursî, her şeyin Allah’ın hesabına çalıştığını, her varlığın harfiyen Allah’ın emrini dinlediğini ve Allah’ın emriyle hareket ettiğini, her zerrenin Allah’ın kuvvetiyle döndüğünü, her şeyin Allah’ın hikmetiyle düzenlendiğini, her canlının Allah’ın keremiyle yek diğerine yardım ettiğini ve her ferdin Allah’ın merhametiyle başkasının imdâdına koşturulduğunu kaydeder.8
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)
Dipnotlar:
1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2:242; 2- Hacc Sûresi: 78; 3- Enfal Sûresi: 40; 4- Âl-i İmran Sûresi: 150; 5- Sözler, s. 16; Lem’alar, s. 148; 6- A.g.e., s. 272; 7- Sözler, s. 296; 8- A.g.e., s. 258
|
13.09.2006
|
|
Münâcâtü'l-Kur'ân
NAHL:
1. Ey melekleri, kullarından dilediği kimseye Kendi emrinden bir vahiyle indiren! (2)
2. Ey gökte bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler büyüklük taslamadan Kendisine secde eden! (49)
3. Ey adâleti, iyiliği, akrabaya ikrâm etmeyi emreden; çirkin işleri, fenâlık ve azgınlığı yasaklayan; böylece düşünüp tutmamız için öğüt veren! (90)
4. Allah kötülükten sakınanlar ve güzel amel işleyenlerle beraberdir. (127)
|
13.09.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden
Musibet saadeti netice verdi
Ecnebî parmağıyla idâre edilen zındıka komiteleri, İslâmiyeti imhâ için, İslâm memleketlerinde, bilhassa Türkiye’de öyle desîselerle entrikalar çevirmişler, hâince dolaplar döndürmüşler, hunharâne ve vahşiyâne zulümler irtikâb ve şeytânî ve menfur plânlar tatbik etmişler ve iğfalâtta bulunmuşlar; iblisâne, sinsi metodlar tâkip etmişler ve kardeşi kardeşle çarpıştırmışlar ve öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralar yapmışlar, fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmışlardır ki; bunlar İslâmın bünyesinde derin rahneler açmış ve büyük tahribâtlar yapmıştır.
Fakat, o musîbetler, Cenâb-ı Hakkın imdâdı ile, tahrik ve istihdam olunan Bediüzzaman Said Nursî gibi ihlâs-ı tâmmı kazanmış olan bir zât vâsıtasıyla, rahmet-i İlâhî ile mededres ve şifâresân ve cihanpesend ve cihanşümûl bir mahiyeti hâiz Risâle-i Nur eserlerinin meydana gelmesine sebep olmuştur. Ve aynı zamanda, Müslümanları uyandırmış; onları halâs, kurtuluş çarelerini aramaya sevk etmiştir. Ebedî âhiret hayatlarını kurtarmak için, hakiki imân derslerini almak ve Allah’a ilticâ ve emirlerine itaat etmek ihtiyacını şiddetle hissettirmiş ve bu husustaki gaflet ve kusurâtı; o musîbetlerin ihtar ettiğini idrâk ettirmiştir. Zâten, insanların, mü’minlerin başına gelen belâ ve musîbetlerin hikmeti budur.
|
13.09.2006
|
|
Mu'cizât-ı Ahmediye'den (asm.)
Ağaç ikiye ayrıldı
İmam-ı İbni Fevrek ki, kemâl-i içtihad ve fazlından kinaye olarak “Şâfiî-yi Sânî” ünvanını alan allâme-i asır, katî haber veriyor ki:
Gazve-i Taif’te, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm gece at üstünde giderken uykusu geliyordu. O halde iken bir sidre ağacına rast geldi. Ağaç ona yol verip atını incitmemek için iki şak oldu; Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hayvan ile içinden geçti. Tâ zamanımıza kadar o ağaç iki ayak üstünde, muhterem bir vaziyette kaldı. Mektubat, s. 128
|
13.09.2006
|
|
|
|