|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Siz o kavmin harap yurtlarından sabah akşam geçersiniz. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?
Sâffât Sûresi: 137-138
|
08.01.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Din kardeşine üstün gelme yarışına girme, ona kötülük yapma ve muhalefet olsun diye fikrine karşı çıkma.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3855
|
08.01.2007
|
|
Niyet âdetleri ibadete çevirir
Arkadaş! Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet, niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acip bir iksir ve bir mayedir.
Ve keza, niyet ölü ve meyyit olan hâletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.
Ve keza, niyette öyle bir hâsiyet vardır ki, seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek, niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır. Öyleyse, necat, halâs, ancak ihlâsladır. İşte bu hâsiyete binaendir ki, az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki, az bir ömürde Cennet, bütün lezaiz ve mehâsiniyle kazanılır. Ve niyetle insan daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.
Ve keza, dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:
Bir cihette, o nimetlerin bir Mün’im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in’am edene döner, Onu düşünür. Mün’imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.
İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganimet telâkki ederek minnetsiz yer.
Halbuki, birinci cihette lezzet, zevalle zâil olsa bile ruhu bâkidir. Çünkü Mün’imi düşünür. Mün’im ise merhametlidir. “Daima bu nimetleri bana verir” diye ümitvâr olur. İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki, ruhu kalsın. Ruhu da söner, ancak dumanı kalır. Musibetlerin ise, zevâlinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevâlinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.
Mesnevî-i Nuriye, s. 61
Lügatçe:
hâsiyet: Hususi fayda, kuvvet ve menfaat, tesir, keyfiyet.
maye: Esas. Temel. Maya.
seyyiat: Kötülükler, günahlar.
hasenat: İyilikler, sevaplar.
tahvil: Değiştirme.
in’am: Nimetlendirme.
|
08.01.2007
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Rahîm
Allah (c.c.), Râhim’dir, Rahîm’dir. Yani Cenâb-ı Hak sonsuz rahmet ve merhamet sahibidir. Hiçbir mahlûkunu ve hiçbir kulunu rahmetinin hâricinde bırakmaz. Rahmeti gazabını geçmiş, bütün kâinatı kuşatmıştır. Cenâb-ı Allah bütün kullarına acır, bütün mahlûkatına şefkat ve merhamet eder.
Peygamber Efendimiz’in (asm) Cevşenü’l-Kebîr’de zikrettiği isimlerden olan Râhim ismi ve bu ismin mübalâğa şekli olan Rahîm ismi Kur’ân’da kimi zaman ismen, kimi zaman ise mânâ itibariyle çok sık geçer.
İlgili âyetlerden bir kaçı şöyledir:
“Rabbin ganidir ve rahmet sahibidir.”(En’am Sûresi: 133) “Rabbiniz geniş rahmet sahibidir.” (En’am Sûresi: 147) “Kullarımdan bir topluluk: ‘Rabbimiz! İnandık, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın’ diyordu.” (Mü’minûn Sûresi: 109)
“Kalp inceliği ve şefkati” mânâsını ifâde eden “Rahîm” lafzının Cenab-ı Hak hakkında müteşâbih olarak kullanıldığını beyan eden Bedîüzzaman, bu ismin mikro-nîmetlere delâlet ettiğini, gözle görünmeyen mikro nimetlerin küçümsenemeyeceğini; çünkü küçük nimetlerin, büyük nimetlerin tamamlayıcısı hükmünde olduklarını kaydeder.
Kur’ân’da iki yüz yirmi defa Rahîm ismi geçtiğini belirten Bedîüzzaman, Rahîm ismine mazhar olan Risâle-i Nûr’un, çok hakîkatleri rahîmiyet sırrının inkişâfiyla ispat ettiğini kaydeder.
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, besmelede hiçbir zaman dilimizden düşürmediğimiz Rahîm ismi, insanın topyekûn rûhî kuvvelerindeki şefkat ve rahmet incelikleri ile merhamet pırıltılarında tezâhür etmektedir. İnsânın maddî mânevî sîmâsında rahîmiyetin yüksek mührü vardır. Rahîm ismi şefkat etmek istemekte, şefkate muhtaç ve mazhar her bir canlı ise, bütün hayatıyla, kendisine bir şefkat elinin uzandığını îlan ederek Rahîm ismini göstermektedir.
Bedîüzzaman’a göre canlılar ve hayvanlar âlemi, Rahîm isminin şefkat burcunda görünmesiyle ışıklanıyor. Bu nur üzüntü, keder ve hüzünden gelen yaş damlalarını; ferah, sürûr ve şükrün lezzetinden gelen sevinç damlalarına çeviriyor. Rahîm isminin Gafûr burcunda görünüşü de, insanın içindeki çok âlemi aydınlatıyor, nûrânî âhiret âleminden pencereler açıyor ve insanın karanlıklı dünyasına nurlar serpiyor. Aşktan daha keskin ve daha geniş bir yol olan şefkatle insanın ulaştığı isim, Rahîm ismidir.
Deniz içinde ve yeryüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanâtın ve yavruların, “Yâ Cemîl! Yâ Rahîm!” dediklerini, kedilerin dahî, “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” diye zikrettiklerini beyan eden Bedîüzzaman, insanlara ve hayvanlara rızkı yetiştirmek için suyun semadan gönderilişinde, şefkat etmek kabiliyetinde olmayan hissiz ve şuursuz toprağın kapısının canlıların rızıkları ve nîmetleri için açılışında, açlara merhamet etmekten çok uzak olan otların ve ağaçların eliyle meyvelerin ve hubûbâtın ihsân edilmesinde, perde arkasında bir Hakîm-i Rahîmin rahmet ve merhametinin bulunduğunun gözlerden aslâ kaçmadığını kaydeder.
Rahîm isminin ufku, gaybtan harikulâde bir tarz ile nîmetlerin her mevsim ihsân edilişini haber veren âyetlerde de gözükmektedir.
Acımak ve şefkat etmek mânâlarının rahmet ve nîmeti tahrik ettiğini beyan eden Bediüzzaman Saîd Nursî, Cenâb-ı Hakkın zâtî olan cemâl ve kemâl sıfatlarının, Rahmân ve Hannân isimlerinin tezâhürünü istediğini, bu isimlerin de Rahîm ismini cilveye sevk ederek rahmet ve nîmeti dünyaya gösterdiklerini kaydeder.
Bediüzzaman Saîd Nursî’nin ifâdesiyle, kâinatta her şeyi hadsiz bir mukaddes şefkat kuşatmıştır. O mukaddes şefkat, hadsiz bir mukaddes şevki nazara vermektedir. O mukaddes şevkten gelen hadsiz bir mukaddes sevinç, o mukaddes sevinçten gelen hadsiz bir-tâbir câiz ise-mukaddes lezzet, o mukaddes lezzetten gelen hadsiz bir rahmet ile tecellî etme isteği, mahlûkatın istidatlarını kuvveden fiile çıkarmak ve kemâle erdirmekten dolayı memnun olmalarından ve olgunlaşmalarından gelen, Rahmân ve Rahîm olan Allah’a ait-tâbir câiz ise-hadsiz bir mukaddes memnûniyet ve sınırsız bir mukaddes iftihâr bulunmakta ve bu yüksek keyfiyetler, hadsiz bir faaliyeti gerektirmektedir. Nitekim, kâinatta hadsiz bir rahmetin varlığı ve hakîkati, güneş ışığından daha net görünmektedir. Işığın güneşe kat’î şehâdeti gibi, bu geniş rahmet dahî perde arkasında bir Rahmân-ı Rahîme şehâdet etmektedir.
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)
|
08.01.2007
|
|
Günlük (8Ocak 1960)
İsmet İnönü’nün Bediüzzaman’la ilgili sözleri
İsmet Paşanın CHP Bursa İl Kongresinde “mühim” bir konuşma yapacağı, günler öncesinden duyurulmuştu.
İsmet Paşa, daha Bursa’ya varmadan Gaziantep’e çektiği bir telgrafla hareketi başlattı.
Gaziantep Merkez İlçe Kongresine çekilen telgrafta Paşa, “1960 yazında seçim yapılması için iktidarca geniş hazırlığa girilmiştir” diyor, bir seçime karşı, CHP örgütünün hazırlıklı olmasını istiyordu. Ama orada bir cümle, Adnan Menderes’le kavganın başlangıcı oldu. İsmet Paşa “Bu arada Bediüzzaman iktidar partisinin seçim mekanizmasında kendine düşen vazifeyi yapmaya başlamıştır” diyordu. CHP’nin yayın organı Ulus gazetesi, İnönü’nün mesajını manşete çıkarmıştı.
Ulus, 8 Ocak 1960:
“İnönü: DP seçim hazırlığına başlamış bulunuyor.”
“Bediüzzaman iktidar partisinin seçim mekanizmasında kendine düşen vazifeyi yapmaya başlamıştır.”
Peki Bediüzzaman o sırada ne yapıyordu?
8 Ocak tarihli Cumhuriyet gazetesi, Bediüzzaman gezilerini “5 bin kilometrelik esrarengiz gezi” olarak nitelendirmişti. Said Nursî’nin 40 gün içinde, hasta haliyle 5.000 kilometre yol yaptığına dikkat çeken Cumhuriyet, bu geziler için “esrarengiz” deyimini kullanıyordu. Cumhuriyet bir de döküm vermişti:
“Said Nursî’nin Anadolu’da giriştiği uzun otomobil gezileri fazlasıyla dikkat çekmeye başlamıştır. 93 yaşında olan hasta bulunduğu belirtilen Said Nursî’nin 40 gün içinde beş bin kilometre yol katettiği tesbit edilmiştir. Esrarengiz seyahatler, Kasım ayının son günü başlamıştır. O zamandan beri hususi otomobili ile ‘Bediüzzaman’ diye adlandırılan Nurcu, Konya’ya 5, Ankara’ya 4 defa uğramış, İstanbul’da 23 saat kalmıştır. Said Nursî, Ankara’ya yaptığı ziyaretlerden birinde de DP’li milletvekilleri ile görüşmüştür.”
(Serdar Murat, Ankara Siyaseti ve Said Nursî, Y.A.Neş., s. 46)
|
08.01.2007
|
|
|
|