Bediüzzaman’a göre ülke birliği ve din
Ülke birliğinde, din birliği toplum bireylerinin kalp ve zihin derinliklerinde oluşturduğu kuvvetli bağlar ile birinci derecede rol oynar. Bu bağları zayıflatıp, ülke birliğini yok etmek isteyenlerin en önemli hedefi din birliği olmuştur. Çünkü, din birliği sarsıldığı zaman, dil ve vatan birliği de müsbet fonksiyonlarını yitirerek, ülke birliği açısından menfî anlamlar kazanır.
Bediüzzaman’a göre, insanın hareket tarzını tayin eden temel faktör, onun gayesi; insan gayesini tayin eden temel faktör ise, onun kendine verdiği, ifade ettiğine inandığı mânâdır. Bu sebeple, insanın ne olduğu, ya da ne olmadığı bilinmelidir ki, ona yüklediğimiz sorumluluk ve insanî vazifelerin, iyi ve kötü; doğru ve yanlış ayırımlarının, dürüstlük ve faziletin, ahlâk mükellefiyetinin, hak ve hukukun, toplumsal vazifelerin tutarlı ve objektif bir temeli bulunsun.
İnsanların şahsî çıkarları arasında bir zıddiyet vardır. Bu zıddiyetin bağdaştırılması, insanın adalet duygularına, hak ve hukuk bilincine, dürüstlük iradesine sahip olması ile mümkündür. İnsan, bir taraftan kendi içinden, sahip olduğu sınırsız arzu ve ihtirasların, tatmini iştihasının baskısına; bir taraftan da, toplum hayatının ve dış dünyanın koyduğu sınırların mukavemetine maruzdur. Eğer insan bu iki zıt durumu kendi içinde dengeleyemez ise, o insanın mutlu olması mümkün olmadığı gibi, bu sınırları bertaraf edici tutum ve davranışları ile toplum içinde de bir huzursuzluk unsuru olacaktır.
Bu itibarla, iyiliğe de kötülüğe de istidatlı olan insanı, iyilik ve hayır cihetine sevk ve idare edecek; ona, dürüstlüğü, güzel ahlâkı, hak ve hukuka saygıyı teklif ve telkin edecek, onun günlük menfaat ve kararlarında, ahlâkı ve dürüstlüğü üstün ve belirleyici seviyeye getirecek hayırhah bir kuvvete ihtiyaç vardır.
Eğer insan, kendisinin ne olduğunu ve hayatının gayesini doğru olarak bilmezse, fıtraten sahip olduğu sınırsız arzu ve ihtiraslarına ve menfaat duygularına mukavemet gösteremez ve yenik düşer. Bu arzu ve ihtiraslar onu diğer insanlara karşı gayr-i meşrû davranışlara sürükler. Böyle bir maneviyata sahip olmayan insanın şahsî çıkar ve ihtirasları, onun bizzat kendi kişiliğini ve topluma düzen veren kuralları yutacaktır. İnsanın, işte bu vahim akıbete sürüklenmemesi için, onu başkasının hak ve hukukunun başladığı noktada iradî olarak durduracak ve bundan dolayı da onu mutsuz değil, huzurlu kılabilecek bir anlayışa ulaşması gereklidir ki, bu ancak sağlam bir iman ile mümkündür. İnsanı rıza-i İlâhî gayesine yönelten imandır. İnsanları ahlâk, fazilet ve dürüstlük ile mükellef kılan şey ise, insanların iman ile yöneldiği rıza-i İlâhî gayesidir. Bu gayeye yönelmeyen insanların, menfaat gayesine yönelmemesi için hiçbir sebep kalmamaktadır.
Bediüzzaman, insanın varoluşunu, tesadüfen meydana gelen ve zamanla evrimleşen bir hücredir; veya, insan maymundan türemiştir; ya da insan tesadüfen meydana gelmiştir v.b. gibi düşünce tarzları ile açıklayan materyalist felsefeyi eleştirir ve bu felsefî teorilerin insana hiçbir insanî olgunluk kazandıramayacağını, aksine, mevcut olgunluklarını da tahrip edeceğini belirtir. Meselâ, “insan maymundan türemiştir; o halde dürüst olmalıyım, iyilik yapmalıyım, v.s.” gibi bir mükellefiyet algılaması mümkün mü?
Bediüzzaman’a göre, maddeci felsefe, insanı başıboş, sahipsiz ve tesadüfî bir varlık olarak tanımlamakla, onu, yalnız kendi sefil ferdiyetine ait şeylerle meşgul olan bencil bir varlık derekesine düşürür. “Hayatı bir tesadüften ibaret gören insanın ruhunda bir iç disiplin, hiçbir insanî ve ahlâkî kavramın yer tutmasına imkân yoktur.”(*) Çünkü, inançsızlık bir mükellefiyet, bir iç disiplin vücuda getirmez. Aksine, A. Carrel’in dediği gibi: “Er veya geç boşlukta yok olacaksak, vücudumuzu ve ruhumuzu bir iyilik ve hakikat idealine göre terbiye etmeye ne lüzum var?” duyarsızlığına yol açar.
Günümüzde materyalist düşünceler, insana bir iç disiplin ahlâk, fazilet ve dürüstlük teklifleri ile gelen inanç ve kültürleri de dejenere ederek çözmüşler, tahrif etmişlerdir. Bu sebeple de bu inanç ve kültürlerin toplumlarda oluşturduğu sosyal disiplin ve toplum barışı bazı yönleriyle yok olmuş, bazı yönleriyle de zayıflamıştır. Böylece, ferdî hayata disiplin ve düzen veren inanç ve kültürün yerini, bu düşüncelerin alması sonucu insan şahsiyeti, toplumsal barış ve düzeni bozan bir unsur haline gelmiştir.
Şüphesiz ki, inanç ve kültürlerin prensip ve kaideleri, insanın iç dünyasında bazı idealler, korkular, sevgi ve saygılar teşekkül ettirir ve onun günlük, hatta bir ömür boyu davranışlarını karakterize eder. Çünkü, insan idealleri için yaşar ve onu tahakkuk ettirdiği derecede mutlu olur. İşte, maddeci felsefe, bu inancı yıkmakla veya mukabil bir inançsızlığı empoze etmekle, aynı zamanda bu inancın hakim kıldığı ideal, korku, sevgi ve saygıları da yıkar ve değiştirir. Meselâ: Manevî ve ahlâkî idealler maddîleşir; Manevî istikbal endişesinin yerini maddî gelecek kaygısı alır; insan, millî, manevî ve ahlâkî ideallerini gerçekleştirdiği oranda mutlu olacağı yerde, şahsî çıkar ve ihtiraslarını tatmin ettiği nispette mutlu olur. Toplum ise, şahsî çıkar ve ihtiraslarını gaye edinen insan kalabalıklarına dönüşür.
Eğer bir toplumda, fertlerin idealleri, endişeleri böyle maddîleşirse, o toplumda insan ilişkileri de maddîleşir; insanlar, maddî menfaat ihtirasları ile birbirinin hak ve hukukunu türlü entrikalarla boğazlarlar. Her türlü kolektif faaliyet içinde gizli çıkar hesapları ortaya çıkar. Bu ise toplumsal başarıyı, her türlü organizasyonu ve en nihayet ülke birliğini bozacaktır.
Bediüzzaman’a göre, insana insanî nitelikler kazandıran, insanın ruhî cephesini aydınlatan esas faktör, manevî bilgidir. Çünkü, toplumlarda esas birleştirici kuvvet, bilim ve teknoloji değil, toplum hayatının bütünü içine bir solüsyon gibi karışmış olan manevî değerlerdir. Bu sebeple, ülke birliği, muktedir bir inanç ve maneviyatın temin ettiği yüksek hasletlerin tecessümüdür. Bir toplumda inanç değeri bulunan manevî değerler, o toplum yapısının çimentosunu teşkil eder. Bugün insanî olgunluğun en büyük dayanağı maneviyattır. Vazifeye bağlılık, doğruluk ve dürüstlük, adalet, yardımlaşma, karşılıklı güven gibi hasletler daima manevî değerlerden doğar ve beslenirler. Manevî değerler, ferdî ve toplumsal hayatın başarısı için zaruridir. Manevî değerler, birleştirici ve toplayıcı fonksiyonu ile fert ve toplum hayatında önemli bir disiplin ve düzen unsurudur. Ülke birliğinin de temel harcıdır.
(*)Ankara Kültür ve Eğitim Vakfınca düzenlenen “Anarşi Sebepleri, Kısa ve Uzun vadede tedbir ve çareleri” Konulu Konferans metni, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 1980, s. 29.
|
Av. Yusuf ÇAĞLAYAN
28.01.2007
|