YETER ARTIK...
Hrant Dink’in ölümü beni 16 Ekim 2005 Pazar günü Agos Gazetesi’nde Dink’le yaptığım röportaja götürdü. Halaskargazi caddesindeki binaya girerken yaklaşık iki sene sonra Dink’in burada alçakça öldürüleceğini düşünemezdim. Çünkü biz gençtik, gazeteciydik ve bu ülkenin demokratik bir ülke olduğuna kendimizi inandırmaya çalışıyorduk. Malesef bu cinayetle “güvercin”lere kurşun sıkan insanların olabileceğini hep beraber öğrendik. Burada devletin demokratikleşmesini isteyen, iktidar olup muktedir olamadıklarını söyleyen yöneticiler korkmak ve savunma taktikleri geliştirmek yerine cesaretle devleti demokratikleştirmeli. Eğer bu yönde bir çaba sarf edilmezse, bu cinayetle hiç alâkası olmasa dahi, her devlet katildir anlayışıyla atılan sloganlara maruz kalacağız. Bu da beni Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak rahatsız etmektedir. Başbakanın dediği gibi karanlık eylemler aydınlatılmalıdır. Ancak Şemdinli’de aydınlık bir tecrübe yaşanmadığı için insanlar devletine güvenmekte zorlanmaktadır.
Gençliğin verdiği heyecandan mıdır bilmem ama karamsar olmaktan ziyade bence Hrant Dink’in ölümü de yaşayışı gibi insan hakları mücadelesine, demokratik toplum olma inisiyatifine katkı sağlamalıdır. Artık farklı düşünenler vatan haini olarak suçlanmamalıdır. Hrant Dink’in cansız bedenini taşıyamayan ayakkabısının altındaki deliğin anlattığı ve Dink’in cenazesinin başında ağlayan ablasının “O size ne yaptı? Devleti soyanlara hesap sorun” dediği gibi asıl vatan haini devleti soyanlardır ve bu ülkenin demokratikleşmesini istemeyen mihraklardır. Bunları söylemek canımızı sıktı, yeter artık...
Türkiye’deki ve Ermeni diasporasındaki azgın ırkçılara göğüs geren Hrant Dink ismi sağduyunun ve demokrasinin simgesi olmalıdır, tıpkı bir güvercin gibi...
Şimdi 16 Ekim 2005 Pazar gününe gidelim ve Hrant Dink’in sözlerinin arkasındaki derinliği ölümünün ardından tekrar değerlendirelim:
SESİMİ SOLUĞUMU KESMEK İSTİYORLAR
*Size haksızlık yapıldığını düşünüyor musunuz?
Benim zihniyetim, gayretim, kastım ortada. Ben Ermeni kimliği üzerinden yazıp, Ermenileri biraz Türklere yaklaştırmaya çalışmıştım. Böyle bir yazı sebebiyle, benden bir Türk düşmanı üretmelerini nasıl hukuk olarak karşılayabilirim. Bunu bir art niyet olarak ve siyasî bir hareket olarak değerlendiriyorum.
Benim düşündüğüm kadarıyla, Türkiye’deki derin zihniyet, benim ve gazetemin yapmış olduğu bu çalışmalardan ve demokratik duruştan rahatsız oldu. Benim sesimi, soluğumu kesmek istiyorlar. Bunun örneklerini yaşadım. Atatürk’ün manevî kızı Sabiha Gökçen’in, Ermeni bir yetim olduğuna dair bir haber yapmıştım, inanılmaz şekilde üzerime gelindi. Ondan beri de, bana rahat yüzü yok.
BU ÜLKEDEKİ YURTTAŞLAR KARDEŞTİR
*“Demokratik duruş” dediniz. Çatışmalar ortadan kalktıkça, derin dediğiniz zihniyet de güç kaybediyor galiba...
Türkiye’nin artık iç ve dış düşmanları kalmıyor. Komşuları düşman olmaktan çıkıyor. Ama derin zihniyete düşman lâzım ki, derinliğini sürdürebilsin. Ben bu ülkedeki yurttaşların kardeşiyken, sonuna kadar onları sarmış sarmalamışken, beni beraber yaşadığım insanlara Türk düşmanı olarak lanse etmeye çalışıyor. Derin zihniyet, buradan kendine siyaset üretmeye çalışıyor. Kendi varlık mücadelesini bu mesele üzerinden de yürütmeyi hedefliyor. Barış kültüründen kendine çatışma kültürü oluşturmaya gayret gösteriyor, ağır olan bu...
ACILARIN SEBEBİ MİLLİYETÇİLİK
*Ermeni kimliği üzerinde, İslâmiyetin ve Türklüğün etkisi olduğundan bahsediyorsunuz. “Ermeni kimliğinin bugünkü yapısını şekillendiren ve Ermeni kimliğinde bir tür kanserojen tümör işlevi gören asıl etken ‘Türk’ olgusudur” diyorsunuz. Burada İslâmiyetle Türklüğü ayırıyor musunuz?
Evet, kesinlikle ayırıyorum. Ben inanıyorum ki, asırlardır barış içinde yaşayan bu topraklardaki insanların kaderi, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın bir arada yaşama geleneğine terk edilmiş olsaydı, bu tarihî acılar ve dramlar ortaya çıkmazdı. Araya milliyetçilik girdiği için, bu tarihî dramlar yaşandı. Kanserojen görevi gören, bugün hâlâ Türk olgusudur.
* Türk değil de, Türkçülük diyebilir miyiz buna?
Türkçülük, bizim aramızdaki kendi problemimiz. Ermeniler açısından Türk olgusu hâlâ devam ediyor. Ermeni için Türk, 1915’te bıraktığı Türktür. Onun kafasındaki Türk kendisini kesen, biçen Türktür. Oysa ben bunun tersini savunuyorum. Onlar için ne kadar zehir işlevi görüyorsa o Türk olgusu, Türkiye’deki Ermeniler içinde panzehir işlevi görüyor
*Nasıl panzehire dönüyor?
Çünkü Türkiye’deki Ermeniler Türklerle beraber yaşıyorlar. Türklerle yaşıyor olmak, bütün bu olumsuz anlatımlara karşı bir ilaç gibi geliyor.
YABANCI PARLAMENTOLARIN SOYKIRIM
KARARININ YARARI OLMAYACAK
*Peki Türkiye’de yaşayan Ermeniler bu sorun konusunda ne yapabilir?
Çok şey beklememek gerekir, ancak Türkiye’deki Ermenilerin samimiyetine inanmak lâzım. Türkiye Ermenileri, bu iki halk arasında kalıcı bir barış istiyorlar. Sonuçta Allah, bu iki halkı birbirine komşu kılmış. Bunlar isteseler de, istemeseler de yan yana, barış için de yaşamak zorundalar. Bizim amacımız, bu barışın biran önce tesis edilmesidir.
* Bu barışın tesisi için Türkiye, sizce Ermeni soykırımını kabul etmeli mi?
Ben konuyu soykırım üzerinden tartışmıyorum, siyasi ve bilimsel yönüyle de ilgilenmiyorum. Ben sizin aracılığınızla Ermeni dünyasına sesleniyorum. Başka ülkelerin Ermeni soykırımı konusunda parlementolarında aldığı kararların, sonuçta bir yararı olmayacak. Çünkü hiçbir devlet aygıtının vicdanı olmaz, çıkarı olur. Birgün Türkiye devletinin çıkarı, Ermeni soykırımını tanımak olabilir. Ama olması gereken bu değildir. Bugüne kadar, Türkiye’deki değişim, tabandan tavana doğru değil, yukarıdan dayatmalarla gerçekleştirildi. Sonuç, siz Türkiye devletine soykırımı kabul ettirirseniz, devlet dün ‘soykırımı kabul etme’ dediği halka, bugün ‘kabul et’ diye dayatacaktır. Burada asıl olan devletlerin vereceği kararlar değildir. Burada asıl olan halkların vicdanlarıdır.
*Bu konumda Türkiye toplumuna ne sormak gerekiyor peki?
Gerçeği biliyor da inkâr mı ediyor, yoksa ne biliyorsa onu mu söylüyor?
*Sizce...
Rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki, bu halk, ne biliyorsa onu söylüyor. Türk halkının, tarihte yaşananları tam mânâsıyla bildiğini düşünmüyorum. Sadece Ermeni konusunda değil, birçok konuda tarihin gerçekleri Türk halkından saklanmıştır. Dolayısıyla, dışardan topluma yapılan ‘ikrar et’ baskısıyla, Türkiye devletinin kendi toplumuna yaptığı ‘inkâr et’ baskısı aynı derecede hatalıdır ve bu halka yapılmış en büyük haksızlıktır. Türk toplumunun önündeki ne inkâr, ne ikrar sürecidir, Türk toplumu önündeki süreç, idrak sürecidir. Bu toplum, öncelikli olarak tarihi öğrenmek durumundadır. Bunun için ifade özgürlüğüne, demokratik sürece ihtiyacı vardır. Konuşmaya diyaloğa sorgulamaya bilginin özgürlüğüne ihtiyacı vardır
KORKULARIN ÇÖZÜMÜ DİYALOG
*Tam yeri gelmişken Türk toplumunun da paranoyadan kurtulması gerektiğin söylemişsiniz?
Demokratikleştikçe paranoyadan kurtulacak. Paranoya burada Ermenilere karşı olan paranoyadır. İnsanların kafasında “Bu Ermeniler topraklarını veya tazminat isterler” gibi sorular vardır.
*Tanıma, toprak, tazminat diye bir kural var. Ermeni soykırımını tanıdıktan sonra toprak ve tazminat isterlerse?..
Bu korkuları anlıyorum. Ancak kendi korkularımızla yaşayacak değiliz. Bu korkuları nasıl bertaraf edeceğiz, bunlar için çözüm aramalıyız. Bunun için yegâne çözüm, Ermenilerle kurulacak diyalog. Bu işbirliği içinde iki halkın korkularından uzaklaşacağını, birbirleriyle olan sorunlarını halletmiş bir şekilde yaşayacağını düşünüyorum.
BEN İYİ ŞEYLER YAPIYORUM
*Bilgi Üniversitesi’ndeki Ermeni Konferansında, “Türkiye değişmez, onlar lâf anlamaz, onlarda vicdan yok diyen diaspora şaşkına dönecek” demişsiniz. Şaşkına döndüler mi?
Bu etkiyi, zaman içersinde göreceğiz. “Türkiye’de insanlar bunu konuşuyor bir değişim mi var?” diye düşünüp, bu tartışmaya Ermeniler de katılabilir. Bu aslında Türkiye’nin de arzu ettiği birşeydir. Türkiye başbakanının ağzında arşivleri beraber karıştıralım sözü duyuldu. Ancak Ermeniler çekiniyorlar, çünkü Türklere güvenmiyorlar.
*Güvenmedikleri noktalar nelerdir?
Samîmî olabileceğine güvenmiyorlar. Ermenilerin kafasındaki Türk, tarihte bıraktıkları Türk. Oysa bu değişimleri gördüklerinde, içerden benim gibi Ermeniler, çıkıp da onlara bu değişimi anlattıklarında, elbette kafaları karışıyor. O zaman, Ermenilerin bize yakınlaşması söz konusu, bu da iyi bir şey. Biz aslında iyi şeyler yapıyoruz. Ben iyi şeyler yapıyorum.
*Bir de Ermenilerin bu topraklarda gözü var, diyorsunuz biraz açar mısınız?
Bizim kökümüz burası. Biz burdan ayrıldık, yüzümüz gözümüz hep buralara dönük. Bizim kültürümüz burada, çünkü biz kültürümüzü bir yere götüremedik. Bu ülkeyi parçalayalım, topraklarını alalım “ hayır”. Biz bu toprakları ölünce gömülmek için istiyoruz.
AVRUPA’DA MÜSLÜMANLARDAN
KORKMAYIN DİYORUM
*Günümüzde Osmanlı devlet anlayışındaki hoşgörü eksikliği mi var?
Mesele sadece Müslüman-Hıristiyan meselesi olsaydı, sorunsuz yaşanırdı. İran’da, Lübnan’da bütün Müslüman ülkelerde Hıristiyanlarla Müslümanlar yanyana yaşayabiliyorlar.
*Türkiye’de Müslüman bir ülke...
Müslüman bir ülke, ama zamanında milliyetçilik girdi. Ne yazık ki milliyetçilik Müslümanlığı ve Hıristiyanlığı çatışma aracı olarak kullandı. Ben burada, beş vakit ezan sesi duyduğumda, beş kere Hıristiyan olduğumu hatırlıyorum. Bu olumlu bir etkidir. Bir tür olumlu kıskanmadır. Bu birliktelik, birbirini besleyen bir birliktelik. Avrupa’ya çıktığımda da bunu anlatıyorum. “Müslümanlardan korkmayın” diyorum. “Bizim yaşadığımız tatlı deneyimleri çoğaltırsınız, acı deneyimlerimize bakar, neleri yapmamanız gerektiğini görürsünüz” diyorum.
*Peki acı deneyiminiz var mı?
1915 acı deneyimi yetmez mi?
ALLAH BEDİÜZZAMAN’DAN RAZI OLSUN
*Bediüzzaman Said Nursî’yi tanıyor musunuz?
Tabiî ki...
*Bediüzzaman Doğuda aşiretleri gezip meşrûtiyeti anlatırken, halk meşrûtiyetin Ermenilere tanıyacağı eşitlikten rahatsızlık duyuyor, o da, “Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bilhakkın adalet-i şeriatı gösteremedik... Hem de dostluğun sebebi vardır. Zira komşudurlar. Komşuluk dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyat tohumlarını topladılar; vatanımıza ekecekler” diyor ve Ermenileri korumak gerektiğinden bahsediyor.
Bunları kaç yılında söylüyor?
*1910 yılında...
Çok ilginç. Allah Bediüzzaman’dan razı olsun. Zamanın ölçülerine ve bakış tarzına göre, burada Bediüzzaman’ın ahlâklı ve etik bir duruş sergilediğini görüyoruz.
|