Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

Farz-ı muhal ve Saddam

Eskiler, “olmaz ama, ya olursa” diye akıl yürüterek, abes durumların göz önüne sergilenmesi için akla ters bir ön kabul ile akıl yürütür buna da “farz-ı muhal” derlerdi. ‘Zaman olur ki bir hayale cihan değer’ penceresinden Irak’a ve Saddam’ın hayatına biraz farklı bir kurgu ile bakalım dedik.

**

Irak ve Libya ortak bir deklarasyon yayınlayarak, ABD’nin Kızılderililere karşı soykırım yaptığını, siyahlara karşı ırk ayrımı yaptığını ve köle olarak çalıştırmak sebebi ile insanlık suçu işlediğini, vatandaşlarını uyuşturucuya karşı korumadığı ve ülkesine girmesine göz yumduğu, yine kendi ülkesinde ulusötesi sermayenin aşırı güç kazanması sebebi ile gerçek demokrasinin kurulmasının imkânsız hale geldiği, tüm bunlardan ayrı olarak ülkesinde tüm dünyayı yok edecek boyutlarda nükleer ve biyolojik silâh bulundurmakla suçlayarak 3 yıl önce Bağdat’ta toplanan BM Genel Kurulu ile müdahale kararı aldı. Yani, Irak gerçek demokrasiyi hakim kılmak için ABD’ye girmenin yolunu açtı.

Libya ve Irak birlikleri önce deniz, sonra hava ablukası ile ABD’yi kuşatıp, Washington’a saldırdı. Bu saldırı öncesinde Irak-Libya koalisyonunun ABD içerisinden kuzeyde ve güneyde yerel işbirlikçileri vardı. Güneyde Kızılderililer silâhlı güç oluşturmuş, koalisyon güçlerinin ABD topraklarına girişini kurtarıcı gibi karşılarken, kuzeyde siyahlardan oluşan “Siyah Birlikler” koalisyon güçlerine daha ziyade moral destek vererek önlerinin açılmasına yardımcı oldu.

Irak birlikleri tarafından Washington’u işgalinden hemen önce kayıplara karışan ABD Başkanı, yer altı sığınağında Irak birlikleri tarafından bulundu. Irak-Libya koalisyonunun atadığı askerî ve sivil valilerden sonra, yeni bir anayasa oluşturuldu. Bu anayasaya göre beyazlar çoğunluğu oluşturmalarına rağmen fiilen başkan olamayacaklardı. Özellikle birkaç dönem Kızılderili ve siyahların başkan olma yolu açılmış oldu. Kızılderili ve siyahlara yasa ve anayasayı veto etme yetkileri verildi.

Bu arada düzeni sağlamak, terörü bitirmek için ABD’ye giren Irak-Libya koalisyonu her geçen gün bir batağın içinde debelenmekte ve vatanlarını korumak için canlarını feda eden ABD’liler kanları içinde boğulmamak için yeni adımlar atmak gereğinin farkındalar. Irak-Libya Koalisyonu, BM eleştirilerinden kurtulmak için yanlışlıkla ve basın önünde kendi askerleri tarafından öldürülen ABD vatandaşları için 2 bin dolar, fakat kendi askerleri ölürse ailelerine şehit tazminatı diye 200 bin dolar ödemeye devam ediyor. İşgal sebebiyle ölü sayısının 650 bin civarında olduğu söyleniyor.

Bu arada bütün ailesi ölen ABD başkanını Kızılderili ve Siyahilerden hakim, jüri, savcı ve avukatlardan oluşan bağımsız! mahkeme yargılamaya başladı.

Başkan hakkında çok sayıda dâvâ açılmış durumda. Bu dâvâlardan ilk neticeleni, teknolojik üstünlüğü olduğu dönemde bunu bir silâh olarak kullanarak “ülkesinde tüm dünyayı yok edecek boyutlarda nükleer ve biyolojik silâh bulundurmakla” ilgili dâvâ oldu. Bu teknolojiyi İsrail’e satarak nükleer savaş tehdidini yaymak, biyolojik silâh satışı yoluyla Afrika ülkeleri arasında soykırım derecesinde katliâmlardan sorumlu olmak, oldu.

Irak-Libya işgali altındaki ülkenin bağımsız mahkemesinin, bağımsız yargıcının verebileceği tek karar idam olabilirdi nitekim öyle oldu. Fakat, sonraki mahkemelerde Başkanın konuşması ve başka delillerin ortaya çıkması halinde, Irak-Libya koalisyonunun rahatsız edecek bazı spekülasyonların var olma ihtimali infazın bir an önce gerçekleştirilmesini zarurî kılmaktadır.

Ayrıca ABD içinde var olan Kızılderili, Siyah, Beyaz, Protestan, Katolik, arasında bir fitne bırakılmasının sürekli “abi bize yardım et” hali icap ettirecektir. Yapılacak şey büyük bir kısmı İsevî olan bu topluluğa bir Noel hediyesi vermektir. Noel sabahı üç Kızılderili, üç Siyah polise devrik Başkanın gaz odasına gitmesi için refakat etmesi sağlandı. Beş polis bu işi yaparken altıncısı kamera ile görüntüleri kaydetti.

**

Farz-ı muhal buraya kadar.

Saddam “görünüşte” kendisine suikast girişiminde bulunanlara misilleme yaptığı için ölüm cezasına çarptırıldı. Büyük bir çoğunluk Saddam’ın sırf bu suikastleri işlediği için asıldığına inanmıyor. Saddam ABD’nin sadık bir bendesi olarak her dediğini yaptığı için bunlar başına geldi.

Saddam’ın asılmasına kimse şaşırmadı. Çünkü zalimdi, değil kendisini yargılayan tiyatro kılıklı mahkemeler, adil bir mahkemeden bile beraat etmesi beklenmezdi. Fakat, bütün dâvâlar bitmeden, bir Kurban Bayramı sabahı birilerine kurban misali asılması onun zalimliğine şahitlik edeceklerde bile “bu kadar da olmaz” dedirtti.

Türlü yalan, fitne ve iftiralarla gelip Irak’ı işgal edecek ve 650 bin kişinin ölümünden mesul olacaksın, bölüp ve yönetmeye devam edeceksin. Tüm bu yapılan zulümler karşısında Saddam’ın yaptıkları çok küçük kalıyor.

ABD’nin bu zulmü ilânihaye devam etmez. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Fakat burada kırk yanlış var, doğru çıkma ihtimali hiç yok.

Tüm bunlara karşı söylenebilecek tek cümle, Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi; “zalimler için yaşasın cehennem!”

Emin Talha KARAMUSA

15.01.2007


Sivilleşmeyi destekleyen kavramlar

Sivilleşme, genel bir ifadeyle yönetimde ya da siyasal sistem üzerinde sivillerin hakim olması demektir.

Bu tanımlama bağlamında, sivilleşme kavramını besleyen çok sayıda kaynak kavram bulunabilir. Bunların başlıcalarını “globalleşme”, “liberalizm”, “sivil toplum”, “demokratikleşme”, “postmodernizm”, ”çoğulculuk”, “örgütlenme”, “özgürlük” olarak sıralayabiliriz.

Tüm bu kavramlar aynı koridora açılan, bir birini destekleyen çok kuvvetli benzerlikleri olan kavramlardır. Bunların her biriyle sivilleşme arasında çeşitli biçimlerde bağlantı kurulabilir. Bu kavramlar elverişli siyasal ve sosyal zemin oluşturarak gerek teoride ve gerekse pratikte biri birlerinin gelişmesini kolaylaştırmaktadırlar.

Meselâ, liberalizme yaslanan globalleşmeyle devletlerin toplumların lehine sınırlandırılması, ulus devletlerin zayıflaması, coğrafî sınırların aşınması, ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişim sivil topluma daha çok alan açmaktadır.

Yine insan hakları, birey, özgürlük, sınırlı devlet gibi idealleri bulunan liberalizmin sivilleşmeye yapacağı katkı ortadadır. Diğer modern bir kavram olan “postmodernizm”i ele alacak olursak, aynı sonuca burada da varabiliriz. Çünkü geçmiş asırdaki tek aklı esas alan ve tek gerçekçilik olarak tanımlanan “modernizm”e karşı çok hakikatlilik prensibini getirerek geri planda kalmış tüm sosyal varlıklara –ki, bunlar arasında en önemlileri dini gruplardır- meşrûiyet zemini oluşturması sivilleşmeye büyük bir katkıdır.

Bütün bu örnekler gibi diğer yakın kavramlar olan “demokratikleşme”, “katılımcı demokrasi”, “çoğulcu demokrasi” ve “serbest piyasa ekonomisi” gibi kavramların da sivilleşme için uygun atmosfer oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kısacası, merkezinde bireyin bulunduğu 21. yüzyılın bu kilit kavramlarının bir birlerinin gelişmesini tetikleyeceklerini ve git gide önem kazanacaklarını ön görerek, ülke olarak enerjimizi boş işlere değil, bu gibi gündemlere odaklamamız gerekir.

[email protected]

Prof. Dr. Gürbüz AKSOY

15.01.2007


Gazetecinin “hak”kı

Basın emekçileri, Çalışan Gazeteciler Günü olarak anılan 10 Ocak’ın yıldönümünde sosyal haklardan yoksun olarak ve ağır çalışma şartları altında çalışıyor. 1961 yılında işverenlerin baskısına rağmen kabul edilen 212 sayılı yasa bugün de işverenlerin hedef tahtasında, sendikalı gazeteci yok gibi.

12 EYLÜL DARBE VURDU

ÇGD Başkanı Ahmet Abakay, “45 yıl önce gazetecileri koruyan 212 sayılı yasanın yürürlüğe girmesine karşı çıkan medya patronlarının eylemine karşı, basın çalışanları bir araya gelip gazetelerini kendilerinin çıkarabileceği bir gücü ve geleneği oluşturmuşlardı. Ancak bugünkü süreçte, Türkiye’de basının durumu çalışanlar açısından içler acısıdır” diye konuştu.

12 Eylül’le birlikte gazeteci örgütlülüğüne darbe vurulduğunu, sendikal hareketin işlevsiz hale getirildiğini ifade eden Abakay, “Gazetecilerin toplu sözleşme hakkı yok edilmiş, iş güvencesi medya patronlarının insafına terk edilmiştir. Küreselleşme adı altında insanı yok sayan anlayış basına da damgasını vurmuştur” açıklamasını yaptı. ÇGD Başkanı Abakay, bugün basında örgütlülüğün her zamankinden daha önemli olduğunu vurguladı.

600 GAZETECİ TOPLU SÖZLEŞMELİ

Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı (TGS) Ercan İpekçi de gazetecilik işkolunda 12 bin civarında çalışanın olduğunu, ancak sadece 600 gazetecinin toplu sözleşme hakkından yararlanabildiğim ifade etti.

Mesleğe yeni giren genç gazetecilerin işi öğrenmek ve kalıcılık sağlayabilmek için örgütlü mücadeleden uzak durduğunu belirten İpekçi, “Ancak belli deneyimlere ulaşmış gazeteciler örgütlü mücadeleye katılmalıdır. Bir zamanlar sendikal haklardan yararlanmış, şu an üst düzey yönetimlerde patronlara yakınlaşmış pek çok gazeteci var. Özellikle onların, bir zamanlar haklarını korumuş sendikalarını yüz üstü bırakmamalarını, genç meslektaşlarına sahip çıkmalarını bekliyoruz” diye kaydetti.

Pek çok gazetecinin son derece ağır çalışma şartlarında meslekî hayatını sürdürdüğünü dile getiren İpekçi, “Gazetecilerin sigortasız ve zaman kavramı göz önüne alınmadan çalıştırılmaları bir yana, bir de gazeteciye birden fazla iş yüklenmesi söz konusu. Sektörde emek sömürüsü en üst düzeyde yaşanıyor. Bir de elektronik ortamda çalışan gazeteciler var ki onlar kanun kapsamında bile değiller, 212’den yararlanamıyorlar” diyerek gazetecilerin karşı karşıya oldukları sorunları sıraladı.

TEKELCİ YAPIYA VURGU

Basında tekelci yapının varlığını eleştiren TGS Başkanı İpekçi, “Büyük holdingler sektörün yüzde 90’ına hakim oldukları için kamuoyunu etkileme gücü de birkaç patronun tekelinde. Yaygın medya, yerel medyayı da ele geçiriyor. Çok sesliliğin yerini, İstanbul sermayesinin egemenliği alıyor” diye ifade etti.

İfade özgürlüğünün önündeki engellere de değinen İpekçi, “Sadece basın açısından bakıldığında dahi, fikir özgürlüğü önünde engel olan otuza yakın madde var. İktidar, 301 ile patlayan ifade özgürlüğü sorununu AB’nin eleştirileri artınca ‘değiştireceğiz’ dedi ama, değişikliğe yönelik hiçbir girişim yok” dedi. İpekçi, ifade özgürlüğünün önündeki engellemeler konusunda kamuoyunu yeterince bilgilendirmeyen basının bu konuda sorumluluğunu yerine getirmediğinin de altını çizdi.

9 PATRON OLAYI

Gazetecilerin çalışma şartlarında önemli iyileştirmeler getiren, basın mesleğinde çalışanlarla işverenler arasındaki ilişkileri düzenleyen, “5953 Sayılı Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair 212 Sayılı Kanun”un 10 Ocak Gazeteciler Günü 1961 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 9 gazete sahibi yasayı protesto etmek için 3 gün boyunca gazeteleri yayımlamama kararı aldı. Bu gelişme karşısında gazeteciler 10 Ocak 1961 günü haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak amacıyla İstanbul Gazeteciler Sendikası önünde toplanarak Valilik’e kadar yürüdü. Patronların boykot kararı karşısında sendikanın öncülüğünde bir araya gelen gazeteciler, ‘Basın’ adıyla kendi gazetelerini hazırlayarak 11 -12 ve 13 Ocak 1961 tarihlerinde yayımladı. Basın Gazetesi’nin son sayısında yer alan başyazıda, basın emekçilerinin elde edilen hakların korunması amacıyla el birliğiyle mücadele edecekleri kaydediliyordu. Boykot, 14 Ocak 1961 tarihinde sonra erdi, gazeteler yeniden yayına başladı, ancak üç günde yaşanan olaylar Türk basın tarihine “Dokuz Patron Olayı” olarak geçti. 0 tarihten sonra her yıl 10 Ocak, ‘Çalışan Gazeteciler Bayramı’ olarak kutlandı. (Özlem Zorcan)

15.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004