Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Aile

Televizyon insanın psikolojisini bozuyor

Hacettepe Üniversitesince yapılan bir araştırmaya göre, aşırı televizyon izleme alışkanlığı çocuklarda uyku bozukluğuna yol açıyor. Araştırmaya göre, yatmadan önce televizyon izlenmesi sonucunda parlak ışığın uyku/uyanıklık döngüsünü düzenleyen melatonin salgısını baskılaması veya yayında yer alan şiddetin olumsuz etki oluşturması, uyku sorunlarının ortaya çıkmasına sebep oluyor.

Uzmanlar, 2 yaşından küçük çocukların televizyon izlememesi, bu yaştan sonra ise günlük sürenin 2 saatle kısıtlanmasının gereğine işaret etti.

Hacettepe Üniversitesince 2 anaokulu ve bir ilköğretim okulunda yapılan bir başka araştırma, anaokulu öğrencilerinin günde ortalama 2, ilköğretim okulu 2. ve 3. sınıf öğrencilerinin 2.5, 7. ve 8. sınıfların ise yine 2 saatten fazla televizyon izlediklerini ortaya çıkardı. Araştırmaya göre, anaokulundaki çocukların yüzde 65.2’si, ilk öğretimdekilerin ise yüzde 57.7’si günde 2 saatten fazla televizyon izliyor.

Televizyonun çocuklardaki etkilerinin de irdelendiği araştırmaya göre, aileler, televizyonun çocuklarının genel kültürünü artırdığını, eğitimine katkıda bulunduğunu, toplumu tanımasını sağladığını, espri ve dil yeteneklerini geliştirdiğini, görsel algısını arttırdığını, gelişimini hızlandırdığını düşünüyor. Ailelere göre, televizyon çocuklarda anti-sosyallik, arkadaşlarıyla ilişkilerde olumsuzluk, gereksiz korkular, duygu sömürüsü, şiddete eğilim, uykusuzluk, tembellik, okuma alışkanlığı, sorumluluk duygusunun gelişmemesi ve üreticiliğin azalması gibi sonuçlar da ortaya çıkarıyor.

Sizden gelenler

Merhaba, internette gazete okumalarımda gazetenizin yürüttüğü kampanyaya rast geldim. Kampanyanız çok ihtiyaç duyulan, tepkili olduğumuz bir dönemde bizlerin rahatsızlıklarını yansıtıyor. Tebrik ediyor ve sonuna kadar destekliyorum. Hepimiz bu konudan çok muzdarip olduğumuz için ben de tepkimi sizlerle paylaşmak istiyorum:

Son dönemlerde şiddet, cinsellik, vb. konularının medyada fazlaca işlendiği görülmektedir. Hemen hemen bütün televizyonlarda “Halk bunu istiyor” mantığıyla hazırlanan, kişi onurunu zedeleyici programlar ve bunlara gülmenin, bunlarla dalga geçmenin mubahlığına inandırmaya çalışan sunucuları, yarışma jürileri görebilmekteyiz. Bu kişiler sayesinde insanları aşağılama gibi kötü vasıflar, popüler vasıflar haline gelmektedir. TV insanlara saygısızlığı, dalga geçmeyi karizma kazandıracak davranışlar olarak göstermektedir. Bu da kültürel bir yozlaşmaya sebep olmaktadır. Biz izlediğimiz sürece de bu yayınların biri bitmeden biri başlamaya devam edecektir. Böylece dalga geçme, aşağılama / aşağılanma toplumumuzun bir duygusu haline gelecektir. Lütfen buna izin vermeyelim.

Fazilet BAYİRAltındağ Belediyesi

Halkla İlişkiler Uzmanı

Sizler de bu kampanyanın bir parçası olabilirsiniz!

Televizyon yayınlarından her türlü rahatsızlığınız için RTÜK 444 1 178 nolu telefonu arayabilirsiniz. Ayrıca bu konudaki tepkilerinizi, görüş ve tekliflerinizi:

[email protected] adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.

10.02.2007


Lütfen komşum hatırım kalır!

Acı inleyişle duyulan siren sesi bütün mahallenin ilgisini çekmiş ve insanları pencerelerine çağırmıştı. Herkes birbirine olan biteni soruyor hem korkan hem acıyan gözlerle etraflarına bakıyorlardı. Bir telâşla ambulanstan sedye indi ve koşuşturmaca içinde apartmana girdi. Girmesiyle çıkması bir oldu. Evinde yalnızlıktan ölmüş bir insandı sedyenin üzerindeki. Herkes nasılda onunla ilgileniyor onu görebilmek için yarışıyordu. Komşuları ona buna ‘yalnız bir insandı, yazık oldu’ diye lâf yetiştire dursun. O insan içimizden siren sesiyle çoktan uzaklaşmıştı. Hem de hayatı boyunca görmediği kadar büyük bir ilgiyle…

Oysa içinde bulunduğu yalnızlık kuyusundayken ne yanına gelen, ne yüzüne bakan, ne de hatırını soran vardı. Görünürde onca komşusu olsa da.

Komşuluk neydi? Evine geleni nasıl ağırlayacağını şaşırmak, beş çeşit yemek, on çeşit tatlı, pasta yapmak mıydı? Yediği harika kurabiyelerin ‘asla senin gibi yapamam ama’ diyerek tarifini almak, midesini tıka basa doldurduktan sonra bir tıp profesörü gibi davranıp sebep ve sonuç ilişkisi içinde diyet püf noktaları vermek…

Evine asla çağırmadığı zaten kendinden değildir. Onu sadece yaptığı gürültüden tanır. Alt komşu kocasıyla hiç geçinemez, bir de durmadan ağlayan bir bebekleri vardır, üst komşu desen zavallı, yalnız yaşayan bir ihtiyardır.

Bu tanımlamalar bize çok uzak değil. Etrafınıza bakın, bazen de aynaya.

Evimizde ağırladığımız misafir, hazırladığımız o nefis yiyecekleri yemeyince ‘lütfen hatırım kalır’ der, ısrar ederiz. Oysa etrafımızda o kadar aç insan vardır ki onları hem görmeyiz hem de onların bizde hiç de hatırı kal(a)maz(!)

Duruma tercüman bir olaya geçenlerde haberlerde şahit oldum. Bir kadın torunu ile kış vakti oğlu tarafından kapı dışarı ediliyor, o da kendine baraka gibi bir yer bulup yaşamaya çalışıyor. Oradaki insanlar muhabire, ‘çok yazık çok acıyoruz kaç gündür burada hem aç hem de açıkta’ diye anlatıyorlar. O kadının kaç gündür orada olduğu belli değil ama şu gayet belli: Oradakilerden hiçbiri de ‘bu kadını akşam yemeğine eve çağıralım’ ya da ‘bir günlüğüne bile olsa misafir edelim’ demiyor, sadece anlamsızca sözleriyle hem çevresini hem de vicdanlarını avutuyorlar. Hep etrafımızdakilere acıyor ya da üstün körü üzülüyoruz.

Bize neler oluyor? Hatırı sayılanların hatırını saydık, diğerlerinin hatırları hep kapı dışında kaldı. Tıpkı vicdanlarımız ve misafirperverliğimiz gibi…

[email protected]

İlknur BELLİKLİ

10.02.2007


Ruhsal problemler kaçarak çözülmez

Toplumumuzun eğitilmesi gereken bir konu da ruhsal problemlere ve uzman yardımına bakış açısıdır. Ruhsal hastalıklar da bedensel hastalıklar gibi tedaviyi ve konunun uzmanlarına başvurmayı gerektirir. Ancak toplumumuzdaki ön yargılı bakış açısı yüzünden hasta, bir psikiyatriste başvurmak zorunda ise bunu tanıdıklarından gizlemeye çalışır. Sorun büyüyüp durumu kötüleştiğinde, hastahaneye yatılması gereken bir durum söz konusu olduğunda ise hem kendisi hem de ailesi bundan kaçınır. Çünkü aile, hem kendilerinin hem de toplumun o yanlış inancı yüzünden, ruhsal hastalık sebebiyle hastahaneye yatmayı kendileri için bir utanç kaynağı olarak görür. Birçok ailenin bu korkudan dolayı hastasını gözlerden uzak, evde gizlediklerine şahit olmaktayız. Hastanın durumu iyice ağırlaşıp vahim hale gelince, artık onu eski durumuna çevirmek de maalesef mümkün olmuyor.

Bedensel hastalıkların, birçok çeşidi olduğu gibi ruhsal hastalıkların da hafifi ve şiddetlisi var. Çocuklarda uyum sorunu, gençlerde davranış bozuklukları, kimlik bunalımı, karı-koca geçimsizlikleri, zihinsel özürlü çocukların davranışlarındaki sorunlar gibi. Bütün bunların tedâviye ihtiyacı var. Bu tedâvi ruhsal tedâvidir.

Diğer bir yanlış düşünce de kullanılan ilâçlar konusunda. Ruhsal sorunların bazılarında ilâç kullanılması gerekiyor. Bu ilâçlar bittikten sonra “insanı bağımlı yapar bu yüzden hasta onu devamlı kullanmak zorunda kalır veya akla zarar verir” gibi yanlış düşünceler var.

Başka bir sorun da, ilâçların neden hemen etkisini göstermediği konusunda. Hastalar, “Ateş düşürücü ilâç etkisini hemen gösterirken bu ilâçlar niye bu kadar hızlı etki etmiyor?” düşüncesiyle bu ilâçların da aynı hızla etki etmesini bekliyorlar.

Ruhsal bozukluklar bedenin sisteminde meydana gelen bir takım değişiklerdir. Iztırap, moral bozukluğu, bunalım, uyku düzensizliği, bedenî zaafların artması, zihinsel kontrolün azalması, çevreyle bağları koparmak vs. şeklinde olabilirler. Bu rahatsızlıklar, insanın beden ve beyninde kimyasal ve biyokimyasal değişikliklerin göstergesi olduğu için normal duruma dönmek de yavaş yavaş gerçekleşecektir. Yani bu değişikliklerin giderilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Birçok bozukluk 4–6 haftalık süre sonunda düzelir. Bazıları ise 6–12 hafta sürebilir. Ayrıca iyileştikten sonra hastalığın nüksetmemesi için en az altı ay daha ilâca devam edilmelidir. İlâç kullanımı, daha sonra doktor gözetiminde yavaş yavaş azaltılabilir. Bu zaman aralıkları tüm ruhsal bozukluklar için değildir. Sadece bir kısmı için geçerlidir. Birçoğunun ilâçlı tedâviye ihtiyacı yoktur bile. Danışarak ve ilâç kullanarak -dinî inançlar da ön plana çıkarılırsa- iyileşme çabuklaşır.

Ayrıca araştırmalar gözler önüne seriyor ki, aileler, hastanın sorunlarını bilip onu desteklerse, en kötü ruhsal sorunlar bile, beş kat daha çabuk iyileşme belirtileri göstermekte.

Son olarak şunu da ekleyelim. Herkesin bedenî hastalıklara yakalanma ihtimali kadar ruhsal birtakım sorunlar yaşama ihtimali de vardır. Unutmayalım ki tedâviden kaçmak ya da sorunu görmezlikten gelmek hiçbir derde derman değildir.

Dr. Emine UÇAR

10.02.2007


Aşk farklılıklara saygı demektir

Hiç şüphesiz kadın ve erkek birbirinden çok farklı varlıklardır. İki cins arasında bulunan bu farkları bilip ona göre davranmak, ilişkilerin sağlıklı olması açısından çok önemlidir.

Farklılıkları insanların uyuşmamasının sebebi olarak kabul etmek çok yanlış olacaktır, aksine onları birbirine çeken mıknatıs niteliğini taşımaktadır. Kadın ve erkek arasındaki farklılıklar kesinlikle onların tamamlayıcısı olabilir, yalnız denge oluşana kadar herkes birbirine süre tanımalıdır.

Çünkü çok sinirliysek, sakin ve soğukkanlı insan bizi cezbedecektir, onunla kurulan ilişki sonucunda bizim de sakin birisi olma ihtimalimiz artacaktır. Bunun bir diğer adı da aşktır, aşk yani farklı özelliklerdeki insanların birbirlerini cezbetmesidir. Genelde gençler, kendilerinde bulunan kötü huyların olmadığı kimselerle hayatlarını birleştirmek isterler.

Her ne kadar bütün insanlar farklı olsa bile, gene de birçok yönden ortak özelliklere sahiptirler. Bütün bu farklılıklar bizi, çok ilginç bir gerçeğe doğru sürüklemektedir. Başka bir tabirle; hayat arkadaşınız birbirini tamamlayan farklı ve ortak özelliklerden oluşmaktadır. Gerçekten birbirlerine âşık olan eşler, bu oluşumu çok daha iyi anlayacaklardır.

Aşk zamanla eşlerin birbirini anlayıp, kabullenmeleriyle daha da güçlenmektedir. Bu şekilde birbirinizin farklılıklarını anlayıp ve bu farkları ortak noktada toplayarak güzel ve kalıcı bir ilişkiyi sağlayabilirsiniz.

Belki de, günümüzdeki birçok aile gerçek aşktan yoksundur, birçok kimse eşini istediği gibi oluşturma peşindedir. Sadece bir takım düşünce ve davranışları değiştirmek, insanların birbirleriyle uyum içerisinde yaşamalarını sağlamaz, bütün farklılıklarla beraber dengenin oluşması gerekir. Eşler arasında denge oluşmadığı takdirde farklılıklar problem olmaya başlayacaktır, mesele dengeyi sağlamaktır.

Günümüzdeki bütün psikologların gerçek aşk hakkında ortak düşüncesi; eşlerin birbirini olduğu gibi kabul edip, farklı özelliklerine karşı saygı göstermesi olduğudur. Kesin kabul etmeniz gereken en önemli mesele; bütün dünyayı dolaşsanız da asla tamamen kendinizle uyuşacak birisini bulamayacağınızdır. Dünyada hiçbir zaman aynı özelliklere sahip ve değişik zevkleri olmayan iki insan bulamazsınız. Bu yüzden mutlu ve kalıcı bir evlilik için eşinizin bütün farklı yönlerini olduğu gibi kabul etmeniz gerekir.

Şenay ÖZER

10.02.2007


Çocuk ahlâkı üzerine

Müreffeh bir toplumu oluşturmada temel yapı taşı olan çocuklara kendimce değinmek istiyorum. Çocuklarımız ilerinin aile reisi, ev hanımı ya da öğretmenleri olabileceği için, vereceğimiz ahlâk çok iyi bir kaynağa dayanmalıdır. Bu da bence, dinimiz İslâmdır. Nitekim dinimiz ve Peygamber Efendimiz (asm), çocuk ahlâkında ve terbiyesinde model olarak, en güzelini sunmuştur bizlere.

Peygamber Efendimiz (asm) bir baba ve dede olarak çocukların en olumsuz hallerinde bile, sevgisini eksik etmemiştir. Meselâ, torunları Hasan ve Hüseyin için: “Onlar benim dünyamdan (öpüp kokladığım) iki güzel kokularımdır.” demiştir.

Onların, inci tanesi olduğunun idrakine vararak, en güzel ahlâkı enjekte etmeliyiz. Düşünün; ileride aile reisi olan bir çocuğu; eğer yanı başındakiler (anne-baba), yürümeye, konuşmaya başlama merhalesinden bu yana, iyi bir eğitim ve hoşgörüyle eğitmemişse, o çocuk artık potansiyel bir suçludur bir bakıma.

Çocuklar ebeveynin lisan-ı halinden daha çabuk etkilenir. Tasvip edilmeyen bir ahlâk ile ahlâklanmışsa, anne babanın yanlış davranışlarını benimsemişse bir çocuk, aile bir takım tehlikelere karşı tetikte olmalı. O artık potansiyel suçludur. Başka bir deyişle, maya ne ise, yoğurt da öyle çıkar. Benim, çevremden gözlemlediğim kadarıyla, böyle yetişen bir çocuk, hep kötü adam rolünü oynar toplum filminde.

Yukarıda dediğim gibi, çocuklarımız inci tanesidir, en ufak bir aile sarsıntısında bile, psikolojileri tuz-buz olabilir. Ailenin sarsıntılı dönemlerinde, çocuk (bilhassa 10-12 yaş arası), derslerinde başarılı iken, tembel öğrenci durumuna düşebilir. Ben bir baba değilim ama, en az bir baba kadar, bir psikolog kadar, çocuğun halet-i ruhiyesine inebilecek tecrübelerim var. Üniversiteye hazırlık dönemimde, üniversitede asistan olan amcamın bekâr olan üniversite arkadaşlarının yanında derslerime çalışıyordum. Onlar, okul masraflarına katkı olsun amacıyla, bulunduğumuz bölgenin yaramaz ve tembel öğrencilerine, ailelerinin isteği üzerine, parayla ders veriyorlardı. Ben de çorbada tuzum olsun misâli, bir İmam Hatip mezunu olarak yine ailelerinin isteği üzerine, bildiğim kadarıyla, bu çocuklara din eğitimi ve Türkçe dersi vermeye çalışıyordum. İçlerinden adı Tarık olan bir öğrencim, ders aralarında şakalaşırken diğer öğrencilerle, zahiren gülse bile, nihayetinde gülüşünü yüzünü somurtarak bitiriyordu. Bu durumu fark ettim ve Tarık’a sordum. “Babam hep içki içiyor, annemi ve bizleri azarlayıp, dövüyor. Annem şu an babamdan ayrı yaşıyor, ben annemle beraberim” cevabını almıştım. Derse adapte olma açısından, kapasitesinin geniş olduğuna inandığım Tarık, hem benim öğretmek istediklerimde, hem de diğer üniversiteli ağabeylerimin öğretmek istediklerinde muvaffak olamıyordu. Diğer öğrencilerimizin durumu buna benzerdi. Anne ve babası çalışan, Ömer diye bir öğrencim ise aşırı yaramazdı. Bazı davranışları da dikkat çekiciydi. Meselâ tuvalet ihtiyacını ayakta görmenin günah olduğunu söylediğimde: “Bilmiyorum, bizimkiler bana hiç söylemedi.” demişti. Ne yazık... Bazı geceler bizim evde kalan Osman adında bir öğrencim ise, sabah kalktığında yatağını toplamazdı. Bunun da sebebi; tembelliğin yanı sıra, alınmayan bir aile eğitimi ve ahlâktı.

Velhasıl, yukarıda yaşanılan örneklerdeki gibi, çocuklar, gördüklerini ahlâk sanırlar, ya da şöyle söyleyeyim, göremedikleriyle hayata atılırlar. Eğer anne-baba, çocuğundan/nasihat verdiği halde/ahlâkından memnun değilse, tatmin olamıyorsa, bu durum için anne baba, kendi mazisine, çocukluğuna gitmeli. Değişik bir ifadeyle “men dakken, dakke”yi bilmeli. Bu gibi olumsuzlukların menbaı bence geçmişteki olumsuzluklardır.

Çocuklarımıza en güzelini verelim ahlâkında. Çünkü onlar, yarınlarımızın güzel geçmesine teminattır. Topluma yararlı bir fert, ancak iyi bir aileyle oluşur. Onları sevelim, akıbetlerinin iyi halde olması için duâ edelim. Unutmayalım biz de çocuktuk.

[email protected]

Ali KARABİBER

10.02.2007


Göbek kordonuna dikkat

Bebeğinizin göbek kordonu düştükten birkaç hafta sonra göbeği tamamen iyileşir. Göbek kordonu düştükten sonra bebeğinizin göbeğine daha fazla dikkat etmelisiniz. Bezlenme sırasında göbeği dışarıda bırakmalı hatta giydirilen giysilerin de burayı kaplamamasını sağlamalısınız. Göbek yeterince hava almalı ve suya kesinlikle değdirilmemelidir. Yaranın temizliğini yapmak için steril olmuş pamukları kullanmak gereklidir. Burada olağan dışı bir durumla karşılaşıldığında doktora başvurmak gerekir.

Fatma KARAKISA

10.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004