Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Zikrimizden yüz çeviren ve dünya hayatından başka birşey istemeyen kimseden sen de yüz çevir.

Necm Sûresi: 29

10.02.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz acele edip de "Ben duâ ettim de kabul olmadı" demedikçe duâsı kabul edilir.

Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3892

10.02.2007


En büyük insanlık: İslâmiyet

Mâlumdur ki, insanda müdebbir-i galip, ya akıl veya basardır. Tâbir-i diğerle, ya efkâr veya hissiyattır. Veyahut ya haktır veya kuvvettir. Veyahut ya hikmet veya hükûmettir. Veyahut ya müyûlât-ı kalbiyedir veya temayülât-ı akliyedir. Veyahut ya hevâ veya hüdâdır. Buna binaen görüyoruz ki: Ebnâ-yı mazinin bir derece safî olan ahlâk ve halis olan hissiyatları galebe çalarak gayr-ı münevver olan efkârlarını istihdam ederek şahsiyat ve ihtilâfat meydanı aldı. Fakat ebnâ-yı müstakbelin bir derece münevver olan efkârları, heves ve şehvetle muzlim olan hissiyatlarına galebe ederek emrine musahhar eylediğinden, hukuk-u umumiyenin hükümferma olacağı muhakkak oldu. İnsaniyet bir derece tecellî etti. Beşaret veriyor ki: Asıl insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyet, sema-i müstakbelde ve Asya’nın cinanı üzerinde bulutsuz güneş gibi pertev-efşan olacaktır.

(Muhakemat, s. 31)

***

Ey ihvan-ı Müslimîn!.. Hal, lisan-ı halle bize beşaret veriyor ki: Sırr-ı “De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu” (İsrâ Sûresi, 17:81) boynunu kaldırmış, elle istikbale işaret edip, yüksek sesle ilân ediyor ki: Dehre ve tabâyi-i beşere, dâmen-i kıyamete kadar hâkim olacak, yalnız âlem-i kevnde adalet-i ezeliyenin tecellî ve timsali olan hakikat-i İslâmiyettir ki, asıl insaniyet-i kübrâ denilen şey odur. İnsaniyet-i suğrâ denilen mehâsin-i medeniyet, onun mukaddemesidir. (Muhakemat, s. 33)

***

İslâmiyet ise, insaniyet-i kübrâ; ve şeriat ise, medeniyet-i fuzla (en faziletli) olduğundan, âlem-i İslâmiyet, medine-i fazilet-i Eflâtuniye olmaya sezâdır.

(Divan-ı Harb-i Örfi, s. 47)

Lügatçe:

âlem-i kevn: Varlık âlemi.

basar: mec. Kalp gözü.

beşaret: Müjde.

cinan: Cennetler.

dâmen-i kıyamet: Kıyametin eteği.

dehr: Zaman, çağ, devir.

ebnâ-yı mazi: Mâzinin insanları.

ebnâ-yı müstakbel: Geleceğin insanları.

efkâr: Fikirler.

gayr-ı münevver: Aydınlanmamış.

hakikat-i İslâmiyet: İslâmiyet’in hakikati.

hevâ: Nefsin arzuları.

hüdâ: Doğruluk, hidâyet.

hukuk-u umumiye: Genel hukuk.

hükümferma: Hüküm süren.

ihvan-ı Müslimîn: Müslüman kardeşler.

insaniyet-i kübrâ: En büyük insanlık.

insaniyet-i suğrâ: Küçük insanlık.

lisan-ı hal: Hal dili.

medeniyet-i fuzla: En faziletli medeniyet.

medine-i fazilet-i Eflâtuniye: Eflatun’un “Faziletli Şehir”i.

mehâsin-i medeniyet: Medeniyetin fayda ve güzellikleri.

müdebbir-i galip: Galip, baskın olarak iş gören.

musahhar: Boyun eğen.

müyûlât-ı kalbiye: Kalbî yönelişler.

muzlim: Karanlık.

pertev-efşan: Işık saçan.

sema-i müstakbel: İstikbal seması.

sezâ: Münâsip, lâyık.

tabâyi-i beşer: İnsanların tabiat ve mizaçları.

temayülât-ı akliye: Aklî yönelişler.

10.02.2007


Üstadın tasavvuf cephesi

—Dünden devam—

Nakşibendî meşâyihinden, her harekâtını Peygamber-i Zîşan Efendimiz Hazretlerinin harekâtına tatbik etmeye çalışan ve büyük bir âlim olan bir zata sordum:

“Efendi Hazretleri, ulema ile mutasavvıfe arasındaki gerginliğin sebebi nedir?”

“Ulema, Resûl-i Ekrem Efendimizin ilmine, mutasavvıflar da ameline varis olmuşlar. İşte bu sebepten dolayıdır ki, Fahr-i Cihan Efendimizin hem ilmine ve hem ameline varis olan bir zata ‘Zülcenaheyn,’ yani ‘İki Kanatlı’ deniliyor. Binaenaleyh, tarîkatten maksat, ruhsatlarla değil, azîmetlerle amel edip, ahlâk-ı Peygamberî ile ahlâklanarak, bütün manevî hastalıklardan temizlenip Cenâb-ı Hakkın rızasında fanî olmaktır. İşte bu ulvî dereceyi kazanan kimseler, şüphesiz ki, ehl-i hakîkattirler. Yani, tarîkatten maksut ve matlup olan gàyeye ermişler demektir. Fakat, bu yüksek mertebeyi kazanmak, her adama müyesser olamayacağı için, büyüklerimiz, matlup olan hedefe kolaylıkla erebilmek için, muayyen kàideler vaz eylemişlerdir. Hülâsa, tarîkat şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarîkatten düşen şeriata düşer; fakat, maazallah, şeriattan düşen, ebedî hüsranda kalır.”

Bu büyük zatın beyânâtına göre; Bediüzzaman’ın açtığı nur yolu ile, hakîki ve şaibesiz tasavvuf arasında cevherî hiçbir ihtilaf yoktur. Her ikisi de rıza-i Barîye ve binnetice, Cennet-i âlâya ve dîdar-ı Mevlâ’ya götüren yollardır.

Binaenaleyh, bu asil gàyeyi istihdaf eden herhangi mutasavvıf bir kardeşimizin Risâle-i Nur külliyatını seve seve okumasına hiçbir mani kalmadığı gibi, bilakis, Risâle-i Nur, tasavvuftaki murakabe dairesini Kur’ân-ı Kerîm yolu ile genişleterek, ona bir de tefekkür vazifesini en mühim bir vird olarak ilâve etmiştir.

Evet, insanın gözüne, gönlüne bam başka ufuklar açan bu tefekkür sebebiyle, sadece kalbinin murakabesi ile meşgul olan bir sâlik, kalbi ve bütün letâifi ile birlikte, zerrelerden kürelere kadar bütün kâinatı azamet ve ihtişamı ile seyir ve temâşâ, murakabe ve müşahede ederek, Cenâb-ı Hakkın o âlemlerde bin bir şekilde tecellî etmekte olan Esma-i Hüsnasını, sıfat-ı ulyasını kemal-i vecd ile görerek, artık sonsuz bir mabedde olduğunu aynelyakîn, ilmelyakîn ve hakkalyakîn derecesinde hisseder. Çünkü içine girdiği mabed, öyle ulu bir mabeddir ki, milyarlara sığmayan cemaatin hepsi, aşk ve şevk, huşû ve istiğraklar içinde Hàlıkını zikrediyor. Yanık, tatlı ve güzel lisanları, şive, name, ahenk ve besteleri ile bir ağızdan Sübhanallah, Elhamdülillah, Lailaheillallah, Vallâhüekber diyorlar.

Risâle-i Nur’un açtığı îman ve irfan ve Kur’ân yolunu takip eden, işte böyle muazzam ve muhteşem bir mabede girer; ve herkes de, îman ve irfanı, feyiz ve ihlâsı nisbetinde feyizyâb olur.

—Devam edecek—

Ali Ulvi KURUCU

10.02.2007


Okuma -programlarının bir değerlendirmesi (1)

Son iki haftamı, yıllardan beri mutad olduğu üzere üniversiteli gençlerle “okuma programlarında” geçirdim. Muhataplarım, Ege ve Batı Akdeniz Bölgesinin on beş ilinde bulunan, ona yakın üniversitemizde eğitim gören gençlerdi. Ayrı mekânlarda ve farklı gruplarda kız ve erkek, yaklaşık iki yüz üniversiteli genç ve dinamik bir toplulukla sohbet, seminer, müzakereli ve soru-cevaplı, geniş boyutlu bir faaliyet icra ettik elhamdülillah. Bulunduğumuz merkezî mekânlar ise ilk önce Marmaris ilçemizde bir otel, daha sonra Afyon ilimizde hizmet merkezi olan vakıf binamız, Uşak, Uşak’ın bir yakın köyü ve Kütahya’nın Gediz ilçesindeki hizmet merkezleriydi.

Yoğun bir çalışma, tefekkür, okuma, müzakere, soru-cevap şeklinde devam eden bu “Nurlu Programlar” esnasında Risâle-i Nur deryasının engin sularında gençlerle ve o mahalde bulunanlarla birlikte ciddî konuları müzakere ettik. Bu eşsiz ummanda kulaçlamaya çalıştık. Öz benliğimizle hesaplaşma, buluşma, tahlil, tefekkür ve müzakere zemininde nurlu tohumlar ekmeye çalıştık.

Farklı mekânlarda, farklı metot ve değişik planlarla aynı dâvâya ve tesbit edilen hedefe kilitlenmek ve çağı yakalamak için yapılan bu tür programlar doğrudan doğruya insana yapılan bir yatırım olması bakımından çok önem arz etmektedir.

Bu bakımdan bu tür kapsamlı ve gayeli, önceden planlanmış ve tecrübelerin de dikkate alınmasıyla yapılmış programlar oldukça verimli, zevkli ve neşeli geçmektedir.

Beş yıldan beri kış aylarında, toplu olarak, yoğun bir şekilde, Akdeniz kıyı şeridindeki iklim şartlarının avantajıyla otellerde yaptığımız bu tür programların bünyemize getirdiği maddî yükü hiç düşünmeden, gençlerimize verdiğimiz önemi öne çıkararak devam etmemiz ve bütün yurt sathına yaymamız gerektiği kanaatimi özellikle altını çizerek belirtmek istiyorum.

Gazetemizin bölge temsilciliği olarak bu konuyu yetkili kurullarımıza taşıyıp meşrû zeminlerde müzakereye açacağız inşaallah. Bu işin yıllardan beri uygulayıcısı, sorumlu bir insan olarak şunun bir kez daha önemini vurgulamak isterim ki, gelişen dünya şartlarında bu mukaddes dâvâyı anlama ve anlatma, teoriyi derinlemesine araştırma, tatbiki noktasında da hayatın içerisinden deneme imkânlarının yakalandığı bu tür ortamların gençler üzerindeki tesirinin çok olumlu olduğu bunca tecrübenin tesbitleriyle sabitlenmiştir. Bizlere düşen ise, bu tür programları zaman ve zemine yayarak ve Akdeniz ve Ege Kıyı şeridindeki iklim avantajının getirdiği güzellikleri kullanarak, bilhassa kış aylarındaki boş tesislerde uygun fiyatla “toplu eğitim programlarını” gerçekleştirmektir. Kademe ve seviye olarak; en küçük birey olan okul öncesi eğitim çağındaki çocuklarımızdan tutalım da en yaşlı ağabey ve ablalarımıza kadar topyekûn bir eğitim, tebliğ ve irşat hamlesini aralıksız ve kesintisiz sürdürmek durumundayız.

Yaptığımız her çalışmanın da amaçlarını, hedeflerini, araçlarını, metot ve neticelerini önceden belirleyip sonunda da bir değerlendirmeye tabi tutup bunu sistemleştirmeliyiz. Yapılan bütün faaliyetleri kaydedip “hizmet hafızası” olarak yetkili organ ve kuruluşlarımızda, zamanında kullanılmak üzere arşivlemek ve saklamak da ayrı bir sorumluluğumuzdur.

Bu bakımdan günübirlik değil de, gelecek ayları, yılları içine alan geniş perspektifli ve ufuklu plan, program ve çalışmalara büyük önem verme mükellefiyetimiz var diye düşünüyorum.

Yaz okuma programlarının bütün detayları şimdiden gözden geçirilip planlanması gerekir. Yer, zaman, sorumlu şahıslar, faaliyetlerin hepsi bu programlara katılacak şahısların da katılımıyla gerçekçi bir çerçevede ve uygulanabilir standart ve ölçülerde yapılmalıdır. Kendimize ait mevcut tesislerimizin, yetişmiş elemanlarımızın envanteri çıkarılıp yetkili kurullara bilgi olarak verilmelidir. Bu doğrultuda bölge ve yurt çapında faaliyetler organize edilmeli ve icrası yapılmalıdır.

İşte sizlere örnek olabileceğini düşündüğümüz bu yıl yaptığımız programın kısa bir değerlendirmesini programa katılan arkadaşlarımız adına sunmak istiyorum.

Amaç ve hedeflerimiz vardı. Onları önce kendi şahsî hayatımızdan başlayarak gün be gün bire bir tatbik edip yaşamayı ve yaşatmayı hedefledik.

En büyük nimet olan “insan olmanın” gereği olarak “mükemmel insan olma” hedefini yakalamaya çalıştık.

Başta güzel ülkemiz olmak üzere, bulunduğumuz her mekânda, gücümüz ve imkânlarımız ölçüsünde yerküreye bir “artı değer” katmayı amaç edindik.

Genel bir prensip olarak: “Kimse bizi rahatsız etmesin! Biz de kimseyi rahatsız etmeyelim! Herkese rahat, huzur ve mutluluk servisi yapalım. Birlikte mutluluğu yakalayalım” parolasının planlarını yaptık.

“Okuduğumuz hakikatleri ilkönce nefsimizde yaşarsak bir mânâ ifade eder” gerçeğine odaklanmaya çalıştık.

“Hatayı, yanlışı, kusuru, sorumsuzluğu başkalarında değil, kendimizde aramaya ve kabullenmeye” çalıştık.

“Doğruları olduğu gibi itiraf etmeyi, özür dilemeyi” bir fazilet olarak görmeyi hedefledik.

“Fedakârlığın” şahikasını bu asırda yaşayan gönül sultanının hayatına bir de bu yönden bakmaya çalıştık.

“Güvenilir olmak hazinedir” peygamberî emrinin önemini kavramayı, yaşamayı ve yaşatmayı hedefledik.

“Kardeşlik, huzur, barış ve hoşgörü iklimini” her zaman ve her yerde yaşama ve yaşatmayı amaçladık.

“İktisadın, şükrün, hamdin, zikrin ve tefekkürün” hayatımızın her karesinde var olmasına dikkat çektik.

“Zamanımızı, enerjimizi, gençliğimizi ve birikimlerimizi” milletimiz başta olmak üzere insanlığın uğruna adamayı ve bunları idealimiz olarak yaşatmayı programımıza aldık.

“Hürriyetlere, demokratik haklara ve hukuka, adalet ve insan haklarına—çifte standartlı uygulamaları kabullenmeden—saygı duymaya” sahip çıkıp sonuna kadar müdafaa etmeye ve doğruları savunmaya söz verdik.

—Devam edecek—

Nejat EREN

10.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004