Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Yüzler var yüzlerce

Yüzler var gülen, mutlu olan, yüzler var üzülen, hüzün kokan, utangaç, narin bakışlı; yüzler var bedbin ve bezgin, mutsuz, amaçsız, beyhude yüzler var. Kederli, sıkılgan, kırılgan, sessiz, bir çocuğun bakışıyla gülen yumuşak yüzler olduğu gibi, çelik kadar sert, taş kadar sessiz yüzler var. Ak yüzler, kara yüzler, korkmuş veya korkutulmuş, yalancı ve kendine yabancı yüzler var.

Aranan yüzler var, her zaman görmek istenilen, gülüşüne hayran, bakışına kurban, yüzler var “Keşke hiç görmesem” denilen, ekşimiş yüzler var, sirke satan yüzler, bal damlayan yüzler ve yılların yorgunluğu üzerinde nasırlaşmış yüzler var.

Bazıları içeriye girince aydınlatırken, bazıları da çıkınca içerisi aydınlanan yüzler vardır. Geldiğinde memnun, gittiğinde mahzun bırakan yüzler.

Atalarımızın dediği gibi: “Ya sobanız yansın, ya yüzünüz gülsün.”

Isıtır demek ki bir gülüş kalpleri, yakınlaştırır, yanı başına alır ya da bir ömür ayrı düşürür asık bir surat. Bir tebessümü eksik etmeyelim sevdiklerimize, belki de bekledikleri sadece budur.

Aranan, özlenen, hatırlanan, istenilen, hasret çekilen, hayır ile yad edilen yüzler var.

“Odam kireçtir benim”

Yüzüm güleçtir benim”

Bu zamanda güleç yüzlere ne kadar da ihtiyacımız var.

Aşıklara destan, şairlere şiirler yazdıran, türkülere ve şarkılara konu olan, hasret ve hayret besteleri yaptıran yüzler. Hasretliğin koyu karanlığında vuslatın güneşini arayan ve bekleyen yüzler var.

Öyle yüzler de vardır ki, aradan yüzyıllar geçse de, hatırası hafızandan silinmez. Hasreti ile yüreğin yanarken, daha fazla ateş istersin. Onun yüzünden yanmak gönlüne serinlik verir.

Yüzler vardır, gülümsemesi gonca, gülmesi açılmış bir güldür. Kâinatın da bir gül goncasına benzediği biliniyor. Kâinat gülü de bir Gül’ün yüzü suyu hürmetine yaratılmadı mı? O Gül’e müteveccih olan yüzlerden olmayı nasip et Ya Rab!

Yüzlerin en güzeli, Sevgililer Sevgilisinin yüzü değil mi? Veysel Karani’yi çöllere düşüren, aşkıyla yandıran, bir bakışına, bir gülüşüne kurban olacağı işte o GÜL YÜZ’dür.

Çağlar çağ atlasa da, takvim yaprakları inadına bir sonraki gün için yarışsa da; hasretimiz, duâlarımız hep o yüzü görebilmek için, bir kez olsun o yüze bakabilmek için. Rüyalarımıza bırakacağı bir bakış için yanışımızdaki aşikârlık bundan işte. Bütün kelimeler onu görebilmek aşkına, o yüze el sürebilmek adına birbirleriyle yarışıyor, yazılmak için bir kâğıdın en ak sayfasına:

“Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım

O mücella çehreni izleseydim ebedî

Cemalini seyreden bir bakış da ben olsaydım”

Bitkiler, eşyalar, ağaçlar, kuşlar, böcekler bile sana bu kadar hasret, yüzüne bu kadar meftun iken, sana bakan bir yüz de ben olsaydım Ey Sevgililer Sevgilisi.

“O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır; güler ve sevinç içindedir.

Ve o gün, öyle yüzler de vardır ki üzerini toz bürümüştür. Bir karartı sarıp-kaplamıştır.” (Abese Sûresi: 38, 39, 40, 41)

Ya Rab! Huzuruna vardığımız zaman, o Gül Yüzlü’nün yüzü suyu hürmetine huzurunda yüzümüzü kara çıkarma.

Suveyda GÜNER

10.02.2007


Su dedi ki

Ortaokulda fizik dersinde öğretmen suyun iki hidrojen ve bir oksijenden meydana geldiğini uzun uzun anlattıktan sonra bir arkadaşı tahtaya kaldırmış ve “Şimdi şu tahtaya bir su yaz bakalım” demişti. Arkadaş da kocaman harflerle “SU” diye yazmıştı. Bütün sınıf kahkaha ile gülmüştük. Sonra öğretmen tebeşiri kendi almış ve “H2O” diye suyun formülünü yazmıştı.

Şimdi düşünüyorum da, acaba hidrojen ve oksijen molekülleri çok mu merhametliler ki, çiçeklerin, yaprakların, kuşların, kelebeklerin, ineklerin, sineklerin, yaşlıların ve bebeklerin suya ihtiyaç duyduklarını fark edip onlara yardım etmeye karar veriyorlardı?! Hidrojen iki molekülünü, oksijen de bir molekülünü fedâ ederek bunları birleştirip suyu meydana getiriyorlar! Böylece canlıların hayatlarını devam ettirmelerine vesile oluyorlar.

Su, sadece içmek için değil, hayatın her alanında her canlının ihtiyaç duyduğu en büyük nimetlerdendir. Gökte bulut olur, damla damla yer yüzüne inerek toprağın yanık bağrını serinletir. Otların yeşermesine, ekinlerin yetişmesine, yaprakların yeşil kalmasına, çiçeklerin açmasına, meyvelerin olgunlaşmasına yardım eder.

Irmak olup akarken geçtiği yerlere hayat verir. Fırat ve Dicle olmasa, bir çok medeniyetin beşiği olan Mezopotamya olur muydu? Mısır’ın âb-ı hayatı, Nil Nehri değil midir? Amazon, Missisipi, Tuna, Volga gibi nehirler, her birisi bir kıt'anın can damarı mahiyetindedir. Büyük uygarlıklar büyük su kaynaklarının bulunduğu yerlerde kurulmuştur.

Su da meyveler gibi çeşitli tat ve lezzetlerdedir. Acısı, tatlısı, tuzlusu, sodalısı, kükürtlüsü köpüklüsü ve daha pek çok özellikler taşıyan çeşitleri vardır. Her biri bir derde deva, bir sadre şifadır.

Gemileri yüzdüren, tonlarca yükü sırtında gezdiren, barajlarda elektrik olup evlerimizi aydınlatan, sanayide güç ve kuvvet olup makinalarımızı çalıştıran, yeryüzünü kirlerden arındırıp dünyamızı pak eden su!.

- Ey su, sana ne kadar teşekkür etsek az değil midir?

- Ne dedin, teşekkürü sana etmeyelim mi?

- ………………

- Kime edelim peki?

Ve su dedi ki:

- Beni sizi yaratan, bana bu vasıfları yükleyip sizin hizmetinizle görevlendiren, Rahman ve Rahim olan O Zat’a şükür edin ki, rahmetini benim damlalarımla size gönderiyor. Yoksa, ben sizden çok daha âciz, fakir ve cüz’î bir maddeyim.

- Haklısın ey Rahmet damlası, teşekkürümüzü Rahman’a yöneltiyor, aczimizi itiraf ederek rahmetini talep ediyoruz.

Mehtap YILDIRIM

10.02.2007


İstanbul’a plaka tahdidi ve vize konusu yeni değil

?ehircilik dönü?ümlerinin en mübrem ve olmazsa olmazlaryndan biri; ça?yna ve ihtiyaçlaryna göre, alt yapy te?kilâtynyn gerçekle?tirilmesidir. Bu te?ekkül, öylesine hukukî düzenlemelerle sa?lamla?tyrylmalydyr ki, ne kimse onu i?levsiz kylabilsin, ne de i?leyi?ine halel getirebilsin.

Ystanbul Büyük?ehir Belediye Ba?kany Kadir Topba?, yerel yöneticisi oldu?u ?ehir için “Evi ve i?i olmayanyn gelmesinin önüne geçilmeli (Sabah, 16 Ocak 2007)” dedi ki; aman, ferman... Ortalyk toz duman... Uzun uzun yazylar, makaleler, ele?tiriler...

Belediye ba?kany ayryca:

“Ystanbul’a gelene ‘Ne için geldin?’ diye sorulmasynyn gerekti?i, i?i oldu?una dair belgesi varsa giri? yapmaly, turist ve ö?renciler de belgeyle gelmeli. Ystanbul’da e?ikler olu?turmamyz gerekiyor” tekliflerini syralayynca, kesâfet iyice artty.

Bu sözlerin muhtevasynyn yüzyyllar önce Ystanbul için benzer ?ekilde uygulandy?yna, biz a?a?yda belgeleriyle de?inece?iz. Kysacasy asyrlardyr hiç bir ?ey de?i?memi?... Ba?bakanyn “Ystanbul’un trafik sorununun çözümü için araç sayysynyn 2,5 milyondan 2 milyona indirilmesi” teklifi, yani “plaka dondurmak” formülü ile, tarty?manyn ba?lady?yny da hatyrlayalym.

Ystanbul’un sorunlary, nasyl çözülür bilemeyiz. Biz ?u anda Mardin ‘deyiz... Ve de iki defa ya?an karyn peri?an etti?i cadde ve sokaklarda, atletik hareketlerle, zyplaya zyplaya yürüyebiliyoruz. Bizim Belediye Ba?kanyndan çözüm için bir formül, bir çözüm teklifi bile yok, çok ?ükür(!) Parlak ceketi ve süslü kravatyyla lokanta ziyareti yapyp, milleti dinliyor anla?ylan... Amma sadece dinliyor.

1978’li yyllarda Ystanbul’da bulundu?um esnada, yine bir çok sorun vardy. Var olan problemler ise, sürekli basyn-yayyn organlarynda gündemi i?gal ediyordu. O günlerde Eminönü ve Sirkeci taraflaryndaki balyk-ekmek satanlara kafayy takmy?lardy.

Hani ?u TV kanallarynda, tekrar tekrar verilen yerli filmler var ya... Ynsanlar Eminönü’nde kayyklarda pi?irilip satylan, ekmek arasy çingene palamudu diye yutturulan, ucuz uskumru alyp yiyorlar.

Y?te o günlerde bu balykçy kayyklary ve i?porta tezgâhlary hercümerce sebep oluyorlar diye basynyn diline dü?mü?tü de, belediye sert tedbirler almak zorunda kalmy?ty. Kayyk ve tezgâhlar syk syk kaçmak zorunda byrakylmy?lardy. Derken bir gün film çekmek için oraya gelen bir film ekibi, âdettendir diye balyk-ekmek yeme sahnesi çekmek istemi?ti de, kayykçylardan bir araba sopa yemi?ti...

Dememiz ?u ki; her çe?it tedbir almak mümkün olmakla beraber, en uygun çare “hukukun üstünlü?ü” konusunu hakim kylabilmektir.

Meselâ Ystanbul’da “Atatürk Havalimany” ihtiyacy kar?ylayacak kadar kocaman bir otoparka sahiptir. Park alanlary vardyr. Buna ra?men “Yç Hatlar Çyky?y”nda park yasa?y olan yerlerde park etmi? bir yy?yn araç görülür. Geçi? de haliyle acayip zorla?yr. Eziyet haline gelir. Hiçbir devlet görevlisi de, bunlary engellemez.

Yapyla gelen in?aatlarda Pakistanly, Sudanly, Irakly kaçak i?çiler karyn toklu?una çaly?tyrylyr da, görülmezden gelinir.

Hemen her yerden çykynyny alyp, Ystanbul’a giden i?sizler, haftasynda mahalle kenarlarynda, bulvarlarda börek, lahmacun, çi?köfte yapyp-yo?urup satarlar. Temizlikse hak getire...

Asayi? olaylary da cabasy...

Eski Osmanlyca kayytlarda ve birer belge niteli?i ile kar?ymyza çykan ?er’iye sicillerinde, asyrlar öncesinde bu durumun vehameti dile getiriliyordu. Ystanbul’a dy?arydan gelen göçün sakyncalary, mahkeme kayytlaryndan ?u ?ekilde özetlenebilir:

— Terk edilen yerlerde tarym arazilerinin i?lenemeyip, ürün vermeyi?i,

— Metruk ba? ve bahçelerin, mahsulünün azalmasy,

— Ülke düzeninin bozulmasy,

— Göç edenlerin ehliyet sahibi olmadyklary halde, ticarete yönelip mesle?i dejenere ettikleri,

— Karma?a ve anar?i çykarmalary,

— Yeni geldikleri bu yerde, halka ve e?yasyna zarar verdikleri...

Görüldü?ü gibi, ?imdi de sorunlar aynydyr. Fazla bir?ey de?i?medi?i gibi, olumsuzluklarda arty? bile vardyr. M:1843 senesinde padi?ah, konuyla ilgili olarak defalarca ferman çykarmakla beraber, durumda fazla bir de?i?iklik olmamy?tyr. Bunu; bir çok Osmanly ar?ivi ve “Mardin ?er’iye Sicilleri”nden çykarabiliyoruz. Bakynyz 7 Temmuz 1748 tarihinde Üsküdar’dan Anadolu’nun orta kolu sonuna varyncaya kadarki; vezirlere, beylerbeylerine, kethüdalara, vs. gönderilen fermanda, ne diyor:

“Seferler dolayysyyla Anadolu’da olan reaya, yrgat-y göçebe ve ekradyn, vergi korkusundan yerlerini ve köylerini byrakyp, Ystanbul’a göç ettikleri, buradaki halka ve e?yalaryna zarar verdikleri...

Recep ayynyn 6. gününde be?-on kadar hyrsyzyn Ystanbul’da çar?y içindeki esnafyn dükkânyna hücum ettikleri, bunlaryn yakalanyp cezalandyrylmalary gerekti?i, seferler bitmesi sebebiyle verginin hafifleyece?i dolayysyyla böyle ki?ilerin yerlerini byrakyp, Ystanbul’a gelmelerinin önlenmesi...

Geçit yerlerine muhafyzlar konularak yerlerinden ayrylanlaryn tekrar eski yerlerine geri gönderilmeleri (252 No’lu Mardin ?er’iye Sicili Belge Özetleri ve Mardin, Shf:153)”

Anla?ylaca?y üzere; göç sebepleri, bu fermanla tesbit edilmi? olup, tedbirler de buna uygun olarak alynmaya ba?lanmy?tyr. Ancak alynan bu tedbirlere ra?men, geçip giden zaman içinde Ystanbul’a yapylan göçün, kesin olarak önüne geçilememi?tir.

Bunu da; 95 yyl sonra yazylan ba?ka fermanlardan anlyyoruz. 242 No’lu Mardin ?er’iye Sicili’nde (Shf: 44-51, Belge: 89-108) 30 Mayys 1843 tarihiyle 07 Temmuz 1843 tarihi arasynda neredeyse bir ay arayla gönderilen iki buyrultuyla konunun önemine ve tekidine rastlyyoruz. Ylkinde:

“Memleket ahalisinin Ystanbul’a göçleri hem usul-i zabiteye aykyry oldu?undan, hem de ziraaty olumsuz etkiledi?inden bu durumun tamamen engellenmesi, buna bütün memurlar tarafyndan ihtimam gösterilmesine dair defalarca irade-i seniye yazylmasyna ra?men bazy mahallerden halen Ystanbul’a göçler ya?andy?y ve göç edenlerin ticarete giri?tiklerinden bunlara dikkat edilmesi, çok gerekli olmadykça ve kefil gösterilmedikçe Ystanbul için ‘Mürur Tezkiresi’ verilmemesi ve bundan sonra Ystanbul’da serseri gezenler, hangi mahalden Tezkire almy? ise o mahallin memurlarynyn bundan mesul tutulacaklaryna...” olan bahistir. Ykincisinde:

“Mir-i miran-y kiramdan Mardin kaymakamy Mustafa Pa?a dergâh-y âli kapycyba?laryndan nüfus nazyry ve kaza müdürü Hacy Süleyman A?a, naib, müftü, vücuh-y memleket ve bi’l-cümle i? erlerine;

Memleket ahalisinin Ystanbul’a olan göçünün hem ülke düzenine, hem de ziraate zarar vermekte oldu?u, yapylan tahkikat sonucunda zabitlerin ‘Mürur Tezkiresi Kanunu’na uymady?ynyn tespit edildi?i, bundan böyle Ystanbul’a gitmek iste?iyle ‘Mürur Tezkiresi’ talebinde bulunanlara gerekli tahkikat yapylmadan ‘Mürur Tezkiresi’ verilmemesi...” emrediliyor.

Görülüyor ki; bugünlerde Ystanbul’a “vize” alynaraktan gelinmesi veya “belge” ile ?ehre sokulmasy konusu yeni de?ildir.

Osmanlylar zamanynda, bu konu ile ilgili özel kanun vardyr. Ve “Mürur Tezkiresi (Geçi? Belgesi)” olmadan içeri girmek de, silsilevî olaraktan cezayy gerektiren bir davrany?tyr.

Ayryca ba?bakan hiç üzülmesin. Ystanbul’da plaka dondurulmasy ve vize hususunda belediye ba?kany “Ben buna cebir uygulamasy yapamam. Otoriter ve totaliter bir rejimde de?iliz. (Hürriyet,14 Ocak 2007)”demi?.

Do?rudur.

Ancak...

Yukarydaki belgelerden de, anla?ylaca?y üzere:

Otoriter ve totaliter olan padi?ahlyk dönemlerinde bile, bu i? pek ba?ary kazanamamy?tyr.

Yusuf ENSARİ

10.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004