|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Sizi, ey insanlar ve cinler! Yakında hesaba çekeceğiz.
Rahman Sûresi: 31
|
21.04.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Allah'a en sevimli amel, vaktinde kılınan namazdır. Sonra anne babaya iyilik, sonra da Allah yolunda cihad etmektir.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 117
|
21.04.2007
|
|
Risâlet-i Muhammediye (asm) kâinatın ruhudur
Hem hayatın sırr-ı mahiyeti “peygamberlere imân” rüknüne bakıp remzen ispat eder. Evet, mâdem kâinat hayat için yaratılmış ve hayat dahi Hayy-ı Kayyûm-u Ezelînin bir cilve-i âzamıdır, bir nakş-ı ekmelidir, bir san’at-ı ecmelidir. Mâdem Hayat-ı Sermediye, resûllerin gönderilmesiyle ve kitapların indirilmesiyle kendini gösterir. (Evet, eğer kitaplar ve peygamberler olmazsa, o Hayat-ı Ezeliye bilinmez. Nasıl ki bir adamın söylemesiyle diri ve hayattar olduğu anlaşılır; öyle de, bu kâinatın perdesi altında olan âlem-i gaybın arkasında söyleyen, konuşan, emir ve nehyedip hitâb eden bir Zâtın kelimâtını, hitâbâtını gösterecek, peygamberler ve nâzil olan kitaplardır.) Elbette kâinattaki hayat, katî bir sûrette Hayy-ı Ezelînin vücûb-u vücuduna katî şehâdet ettiği gibi, o Hayat-ı Ezeliyenin şuââtı, celevâtı, münâsebâtı olan “irsâl-i rusül” ve “inzâl-i kütüb” rükünlerine bakar, remzen ispat eder. Ve bilhassa risâlet-i Muhammediye (asm) ve vahy-i Kur’ânî hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan, bu hayatın vücudu gibi hakkàniyetleri katîdir denilebilir.
Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hulâsadır ve şuur ve his dahi, hayattan süzülmüş, hayatın bir hulâsasıdır; ve akıl dahi, şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hulâsasıdır ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfî bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (asm) dahi, hayattan ve ruh-u kâinattan süzülmüş hulâsatü’l-hulâsadır ve risâlet-i Muhammediye (asm) dahi; kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfî hulâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (asm), âsârının şehâdetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risâlet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur’ân dahi, hayattar hakàikının şehâdetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.
Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risâlet-i Muhammediyenin (asm) nuru çıksa, gitse, kâinat vefât edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyâreye çarpacak, bir Kıyâmeti koparacak.
Sözler, s. 103; Lem’alar, s. 329
Lügatçe:
sırr-ı mahiyet: Birşeyin mahiyetinin gerçeği.
remzen: İşaret
ederek.
Hayy-ı Kayyûm-u Ezelî: Zaman ve mekânla kayıtlı olmayan, her canlıya hayat veren ve onların varlıklarını devam ettiren Allah.
cilve-i âzam: En büyük tecellî,
görüntü.
nakş-ı ekmel: Mükemmel nakış, süs.
san’at-ı ecmel: Çok güzel san'at.
Hayat-ı Sermediye: Sonsuz hayat.
resûl: Peygamber, elçi.
âlem-i gayb: Görülmeyen âlem.
nehy: Yasaklama.
vücûb-u vücud: Varlığı gerekli ve zorunlu olmak.
şuâât: Şuâlar,
ışınlar.
celevât: Cilveler.
irsâl-i rusül: Peygamberler gönderme.
inzâl-i kütüb: Kitaplar indirme.
risâlet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in peygamberliği.
hulâsa: Özet.
ruh-u kâinat: Kâinatın ruhu.
hulâsatü’l-hulâsa: Özetin özeti.
âsâr: Eserler.
küre-i arz: Dünya.
seyyâre: Gezegen.
|
21.04.2007
|
|
Olgun meyveler birer birer düşerken
Bahar mevsimiyle birlikte, Cenâb-ı Allah, Haşrin bütün numunelerini gözler önüne sererken bir yandan da hazan mevsimini yaşıyoruz sanki. Bir taraftan kurumuş, yok olmuş otlar, ağaçlar ve böcekler hayata yeniden merhaba derken, öbür yandan da olgunlaşmış, kemale ermiş meyveler birer birer yere düşmekte. Dünya kurulduğundan beri hep aynı olan bu sahne, kıyamete kadar da hiç değişmeyecek.
Yaklaşık yirmi günlük bir zaman diliminde, şöyle bir geriye bakacak olursak, önce Asaf Ağabey, ardından Kaptan Fikret’in muhterem anneleri, derken Mehmet Birinci Ağabey ve şimdi de Cavit Ağabey... Hazan mevsiminin olgun birer meyvesi gibi, fani âlemden baki âleme göçtüler. Cennet misâl bir baharda, asıl Cennete müteveccih bir yolculuğa çıktılar. Zaten hedefleri orasıydı. Asıl Cennet varken numunesine kim bakardı... Cennetin müştakı insan olduğu için, onlar da Üstadlarının tabiriyle “insan olan insan” kimliğiyle bu yolun yolcusu oldular...
Onlar, öncelikle “Kimsin, necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” sorularını kendilerine sorup, cevabını alan insanlardı. Onlar, önce Allah’a kul, Peygamberimize ümmet ve Üstada lâyık bir talebe olmuşlardı. Sağlam temeller üzerine inşâ edilen bu insan binası, artık hizmet için vardı. Onlar da öyle yaptılar. Sadece dilleriyle değil, lisan-ı halleriyle de mesajlar veriyor, üstlendikleri misyonu en iyi şekilde temsil ediyorlardı. Ayrıca onlar, hasta asrın, hasta insanlarına şifa kaynağı olan nurlu reçeteleri sunmak gibi bir görevin içindeydiler...
Her fani insan gibi onların da bir çok gayesi vardı. Ancak fani dünyaya değil, baki âleme bakan bir gayeydi bu. Cennetü’l-Firdevste, Peygamberimizle, sahabelerle ve Üstadımızla komşu olmaktı onların en büyük gayesi. Evet, gaye için çalışılırsa, gaye elde edilebilir. Dünya için geçerli olan bu kural, âhiret için de geçerliydi. İnşaallah öyle de oldu. Onlar resmi geçit halinde Rab’lerine kavuştular. Kim bilir orada nasıl karşılandılar? Birinci Ağabeyin cenazesinde, İhsan Atasoy’un dediği: “Bugün onun Şeb-i Aruz’u” sözü çok manidardır. Bunun içindir ki onlar her an hazırdılar. Tıpkı, Kaptan Fikret’in annesinin cenazesinde, bir ağabeyin Enver Ağabeye: “Sıra sana geliyor” demesi üzerine onun: “Her zaman ölüme hazırız” dediği gibi...
Birinci Ağabeyin sekerat anında verdiği mesaj çok anlamlıdır. Ondan herkesin ders alması gerekir. Ölümüyle de insanlara ders vermek herkesin harcı değildir. Bunu ancak Allah’ın sevgili kulları yapabilir. Cavit Ağabey de bir ziyaret için gittiği Çanakkale’de rahatsızlanıp orada Hakkın rahmetine kavuşuyor. Çok ibret verici bir şeydir ki, Üç Ayların başlangıcında (26 Temmuz 2006) Sakaryalı kardeşimiz Şenol Lomlu’nun Balıkesir’de aynı şekilde rahatsızlanıp vefat etmesi gibi ki Cavit Ağabey onun için çok koşturmuştu.
Gayb âleminden gelenler yine gayb âlemine gidiyor. Deve kuşu olmaya gerek yok. Devamlı sûrette bir sevkiyât var. Her ânımızda ve her halimizle bir imtihanda olduğumuz da bir gerçek. Yaşantısıyla olduğu kadar ölümleriyle de bizlere ders veren bu ağabeylerimizi ebed yolculuğuna uğurlarken Cenâb-ı Erhamürrahimin’den af ve mağfiret niyaz ediyoruz. Bu bahtiyar insanlardan da, Peygamberimize (asm), Üstadımıza ve merhum Nur Talebelerine selâm götürmelerini istiyoruz.
Kabirleri pür nur, makamları Cennet olsun. Âmin... Âmin... Âmin..
[email protected]
|
Şahin TÜMER
21.04.2007
|
|
|
|