Zamanla oryantalistlerin Arap milliyetçiliğine yaptıkları kültürel yatırımlar, nasıl Şerif Hüseyin gibi, bir Arap krallığının kurulmasına yatkın unsurların işbirliğini sağlamış ise, günümüzde de bölgedeki bazı etnik unsurlara yönelik faaliyetleri, Şerif Hüseyin’in çağdaş versiyonlarını sahneye çıkarmıştır. ABD ve İngiltere’nin Irak politikasını, Kürt, Türkmen ve Arap ayrışması üzerinden yürüttüğü çok açıktır. Bu ayrışma, ABD için Irak’ta hâkimiyet kurmakta sözkonusu alt kimlikleri kullanılabilir hale getirirken, İslâm toplumlarının da tepkisizliğine yol açmaktadır. Irak ve Afganistan’da olan bitenlere İslâm Dünyasının seyirci kalmasının en temel sebebi, sözünü ettiğimiz unsurların İslâm’ı temsil eden bir duruş yerine etnik ve mezhep temelli ihtilaflara düşmeleridir. Bu ihtilaflar sayesinde, İslâm toplumlarının hukuku ve namusları ayaklar altında çiğnenmekte, Müslüman toplum, ancak birlik ve beraberlik ile karşı koyabileceği kültürel, politik ve askerî müdahalelere karşı koyamaz hale getirilmektedir.
1990’lı yıllarda 7 bin Kuzey Iraklı’nın ABD tarafından topluca tahliye edilmesi ve daha sonra da tekrar bölgeye getirilmesi, bu etnik ayrıştırmayı ve daha sonra devletleşmeye doğru evrimi hızlandırmak, nihaî olarak da, kurulacak uydu bir devletin yönetiminde kullanılmak amacıyla yapılan hızlı bir etnik bilinçlendirme operasyonu olduğu açıktır. Etnik kimliği azamî seviyede uyandırılan bu yedi bin Kuzey Iraklı maya olarak kullanılmıştır. Bu mayanın yol açacağı sosyolojik süreç, tüm bölgeyi etkileyecek nitelikte bir fonksiyonelliğe sahiptir.
Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de bulunan farklı etnik unsurları, birlik ve bütünlükten gittikçe uzaklaştıran ve hızla ayrışmaya doğru sürükleyen bu sosyolojik yönlendirmelerin arkasında, başta ABD ve Orta Doğudaki en önemli müttefiki olan İsrail olmak üzere, Osmanlı’yı parçalayan Batılı güçler bulunmaktadır. İsrail diyoruz, çünkü, İsrail’e yakın ve etrafını çevreleyen bazı Müslüman devletler, İsrail ile aynı sıklette değildir ve ufalanması gerekmektedir.
Aslında başta ABD olmak üzere, İsrail ve Batılı bazı ülkelerin gerçek siyasî amacı, Osmanlı döneminde aktif olarak başlatılmış ve büyük oranda gerçekleştirilmiş olan ayrıştırma ve yeniden gruplara çalışmalarını tamamlamaya yöneliktir. Çünkü, halihazırdaki ayrışma, artık ABD ve İsrail açısından yeterli derecede fonksiyonel görülmemektedir. Osmanlıdan parçalanan ve zor kontrol edilebilir büyüklükte kalmış, stratejik işbirliğine gitmeleri halinde de büsbütün kontrolden çıkabilecek ülkeler üzerinde yeni ayrıştırma çalışmaları sürdürülmektedir. Bu ülkeler, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Türk Cumhuriyetleridir. Bu amaca hizmet edecek bütün farklılıklar istismar edilmekte, adı geçen ülkelerdeki etnik unsurlar işbirlikçi olarak kullanılmak istenmektedir.
Jeopolitik, jeokültür
Jeopolitik, politik gücün etkin olduğu coğrafya; jeokültür ise, kültürün etkin olduğu coğrafî alan olarak tanımlanırsa; bu iki kavram arasındaki ilişki, bir kültürü temsil eden devlete, o kültürün etkin olduğu coğrafî alan oranında jeopolitik güç vereceği şeklinde açıklanabilir.
Bir devletin jeopolitik gücü, temsil ettiği jeokültürel olgudan kaynaklanır. Örneğin, Fransız ihtilâlinin veya komünizmin jeokültürel etkinliği oranında, Fransa veya SSCB’ne jeopolitik güç kazandırdığı malûmdur. Nazi Almanya’sının jeopolitik gücünün Alman ırkı ile sınırlı kalması ve zamanla bu ırk üzerinde de etkisini yitirmesinin temelinde, Nazizmin jeokültürel sınırlılığı bulunmaktadır.
Osmanlının Jeopolitik Gücünün Yıkılması
İslâm coğrafyasının etnokültürel temelde farklılaştırılması yönündeki oryantalist çalışmaları, yukarıda belirttiğimiz açıdan değerlendirdiğimizde, bu faaliyetlerin amacının, tüm İslâm coğrafyasının bütünlüğünü sağlayan jeokültürü; dolayısıyla da bu jeokültürden doğan jeopolitik gücü saf dışı bırakmak ve etkisizleştirmek olduğu görülecektir.
İslâm coğrafyasındaki siyasal sınır ve rejimlerin oluşturulmasında, Batı’nın askerî müdahalelerinde olduğu gibi, kültürel, ekonomik ve politik müdahalelerinde de asıl hedef tahtasını Osmanlı teşkil etmekteydi. Çünkü, dünya coğrafyasının “hammadde deposu” ve “tüketim pazarı” niteliğindeki bir bölgesinde “İslâmî dayanışma” temelinde yer alan Osmanlı, kaçınılmaz olarak hedef haline gelmiştir. Bu sebeple, başta ABD olmak üzere tüm Batılı güçlerin İslâm dünyasına karşı tavrı, Osmanlı’nın bölgedeki “İslâmî dayanışma”dan kaynaklanan “jeopolitik gücünü” yıkmaya yönelik olmuştur.
Günümüzde de, ABD ve müttefiklerinin İslâm’a karşı yürüttükleri savaşın perde arkasında, “İslâmî dayanışma”nın yeniden hayatiyet kazanmasını önleme amacı bulunmaktadır. Çünkü, Müslüman toplumların en kapsayıcı ve üst kimliği olan “İslâm” ortak payda haline gelerek, bu toplumları siyasî, ekonomik, kültürel, hatta savunma konularında işbirliğine organize edebilir. Bu yöndeki bir uyanışın önlenmesi için verilen savaşta en etkili araç, “yerli işbirlikçiler”dir. Yerli işbirlikçiler, alt kimlik hassasiyetleri körüklenip, sözde bağımsızlık iştahları kabartılan etnik gruplar, İslâm adına şiddet ve teröre başvuranlar ve İslâm inanç ve kültürü ile barışık olmayan siyasî, askerî ve ideolojik çevrelerdir.
–Devam edecek–
|