Dünden devam
KIRIM - YEVPATORYA (GÖZLEVE)
Odessa’dan sonra Kherson üzerinden Karadeniz sahilini takip ederek ve Kırım Özerk Cumhuriyeti’ne bağlanan darboğazı geçmek suretiyle hafif doğuda önce Yevpatorya (Bahçesaray), sonra ise daha doğuda başşehir Simferepol’e, yani Akmescit’e varıyoruz. Ukrayna’dan Kırım’a geçerken farklı bir ülkeye geçtiğiniz hissine kapılmayın, zira Kırım sadece temsilî özerklik verilmiş bir bölge. Zira tamamıyla Ukrayna’ya bağlı olan bu bölgenin, sadece sözde kalan bir özerkliği bulunuyor. Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin nüfusu toplam 2 milyon 400 bin civarındadır. Bu nüfusun yüzde 11’i Kırım Tatarı, yüzde 60’ı Rus, yüzde 24’ü Ukraynalı, geriye kalan yüzde 5’i de ağırlığı farklı Tatar ırklarından oluşan karışık bir etnik yelpazede dağılmaktadır. Ukrayna’nın idarî bölümlenmesinde Kırım Özerk Cumhuriyeti (KÖC) ve Akyar (Sivastopol) şehir yönetimi ayrı idarî birimler olarak kabul görüyor ve nüfus sayımları da buna göre ayrı ayrı ilân ediliyor.
Kırım’a gidecek olanlara, THY’nin İstanbul-Akmescit seferlerini tavsiye ediyorum, çünkü karayolu ile ulaşmak gerçekten çok zor. Zira 1.700 km’lik Türkiye - Bulgaristan - Romanya - Moldova - Ukrayna – Kırım kara yolunu kullanmak zorundasınız. Bunun dışında TIR’lar için haftada en az bir sefer Ro-Ro taşımacılığı için Zonguldak-Gözleve Limanlarına sefer düzenlenmekte. Ayrıca İstanbul Karaköy Limanından da haftada en az üç sefer Akyar, Yalta ve Gözleve limanlarına yolcu gemileri seferleri yapılıyor.
Zorlu karayolu seferinden sonra nihayet ilk olarak Yevpatoria’da, yani Gözleve’deyiz. Gözleve’ye akşama doğru vardık. Gözleve de bir tatil beldesi. Burada bulunan Mevlevîhaneyi gezdik ve kayıt altına aldık. Mevlevîhane şu anda kültür merkezi olarak Elife Yaşlavskaya isimli bir Tatar Hanımefendi tarafından korunuyor. Elife Hanımın hikâyesi çok ilginç. Ailesi ile birlikte Kırım’dan sürgün edilenlerden o da. Uzun yıllar Özbekistan’da sürgün yaşadıktan sonra ülkesine geri dönen Yaşlavskaya, burada çok mücadeleler vermiş ve bu tarihten kalma Mevlevîhane’yi korumayı kendine vazife bilmiş. Kırım’daki Tatar varlığı konusunda ve Mevlevîlikle de ilgili kitaplar yazmış, tahsilli bir pîr-i fanî Elife Hanım. “Anadan üryan” diye tabir ettiği Ukraynalı ve Rus kadınları Mevlevîhaneye sokmuyor, kapıda azarlıyor ve onlara uygun kıyafetler verdikten sonra içeriyi gezmelerine izin veriyor. Çok tatlı bir şive ile Türkçe konuşuyor Yaşlavskaya, aynı zamanda Rusça’yı da çok iyi biliyor.
Gözleve turizm merkezi haline gelmiş. Özellikle Ruslar için uğrak bir mekân burası. Rusya’dan gelen bir çok turist bulunuyor burada. Bunun yanında, hemen merkezde de güzel bir cami yükseliyor, kilisenin tam karşısında. Burada turistler Tatar geleneksel kıyafetleri giyerek poz veriyorlar ve camiyi de geziyorlar.
SİMFEREPOL ve BAHÇESARAY
Gözleve’den sonraki durağımız Kırım’ın başşehri Simferepol, yani Akmescit olacak. Sivastopol’u güneybatıda bırakıp Akmescit’e yöneliyoruz. Akmescit’te bizi Kırım Fahri Konsolosu Seyran Osmanov’un yardımcısı Server Bey karşıladı ve ağırladı. Burada Kırım Haber Ajansı’ndan muhabirler ekibimize ilgi gösterip haber yaptılar. Burada dinlenip Akmescit’i de gezdikten sonra tarihî Kırım Hanlığının sarayı olan Hansaray’ın bulunduğu Bahçesaray iline hareket ettik. Bahçesaray sürgünden dönen Kırım Tatarlarının en yoğun olarak yaşadığı bölge. Bahçesaray’da yaşayan yazar İdris Assanin’i de ziyaret ettik. İdris Bey, Rus Sovyet hapishanelerinde tam 25 yıl mahkûm olarak yaşadıktan sonra vatanına geri dönebilmiş. İdris Bey’in yakındığı bir nokta var, o da Türkiye’nin bölgeye yeterince ilgi göstermemesi. Ayrıca İdris Bey Rusların dilini öğrenmek gerektiğinden de bahsediyor. İlginç bulduğum için aktarmak istiyorum, İdris Bey “Kişi düşmanının dilini mutlaka öğrenmelidir” diyor. Zira İdris Beyin söylediğine göre, bugün Rusya’da hükümet bütün ajanlarına Türkçe öğretiyor. İdris Bey “Biz de onların dillerini öğrenmeliyiz” diyor.
Bu ziyaretten sonra Hansaray’a gittik. Hansaray tamamen turistik bir ziyaretgâh haline gelmiş. İçerisi tıklım tıklım turist kaynıyor. Tabiî ki bunların çoğu da Rusya’dan geliyor, Almanlar da ağırlıkta. Hansaray çok iyi korunmuş bir halde. Buranın camiinden ezan okunuyor. Biz de hemen abdest alıp o camide namaz kılıyoruz. Ne yazık ki, içeride bizden başka kimse yoktu.
Hediyelik eşyalar satanlar hep Türkçe konuşuyorlar. Bizim Türkiye’den geldiğimizi anladıklarında, hemen ilgi gösteriyorlar. Bahçesaray mutlaka görülmesi gereken bir yer. Hemen merkezde bizi kahraman İsmail Gaspıralı’nın heykeli karşılıyor. Heykelin üstünde İsmail Gaspirinsky yazıyor. Hansaray’a giden yol üzerinde de ünlü Rus yazar Puşkin’in heykeli var.
Gaspıralı’yı tanımayanlar olabilir. Türk dünyasının büyük düşünce adamlarından ve reformistlerinden biri olan Gaspıralı İsmail Bey, Kırım Harbi (1853-1856) bütün şiddetiyle devam ederken, Bahçesaray’a iki saat mesafedeki Avcıköy’de dünyaya geldi. Babasının doğduğu köye nisbetle Gaspirinsky (Gaspıralı) lâkabını alan İsmail Bey’in çocukluğu, Kırım Türk kültürünün beşiği olan Bahçesaray’da geçmiş ve bu şehir, onun ruhunda, sokakları, camileri, evleri ve özellikle Hansaray ile silinmez izler bırakmış. Gaspıralı İsmail Bey, 11 Eylül 1914 Cuma günü Bahçesaray’da vefat etmiş. Ertesi gün muhteşem bir cenaze töreniyle, Mengligiray Han türbesi civarında toprağa verilmiş.
Bunca gezintiden sonra, artık Kırım’dan geri dönüş yolculuğuna başlama zamanı gelmişti.
TRANSDNİESTER BÖLGESİ
Geri dönüşte Dzahnkoy ve Kherson üzerinden bu sefer Odessa’yı paralel geçip Tiraspol kapısından Moldova’nın başşehri Kişinev’e gideceğiz. Ancak Tiraspol kapısından Kişinev’e gidecekken karşımızda Moldova sınırı yerine, farklı bir ülkenin bayrakları ile bezeli bir sınır buluyoruz. Haritalarımızı tekrar tekrar kontrol ediyoruz, ancak durum anlaşılır gibi değil. İlk anda harita okuma ve tercümanlık görevi bende olduğu için ekip arkadaşlarım şaşkınlık içinde bana bakıyorlar “Nereye geldik?” der gibi. Ancak kesinlikle doğru yerde bulunduğuma emin olduğum için, hemen inip kapıdaki görevlilere durumu soruyorum. Yarım yamalak İngilizceleriyle buranın Moldova olmadığını ve bağımsız Transdniester bölgesi olduğunu açıklıyorlar. Burası ayrılıkçı Moldovalıların, Moldova’ya bağlı olmak istemedikleri için Rus askerleri ile birlikte özerkliklerini ilân ettikleri bölge. 1992 yılında Sovyetlerden sonra yapılan toprak dağılımlarında sorun teşkil eden yerlerden biri de bu bölgeymiş meğer. Burada yaşayan halkın çoğunluğu Rus olduğu için Moldova’ya bağlı olmak istemiyorlar, çözümü de böyle bağımsız bir ülke kurmakta bulmuşlar. Bu bilgileri tabiî sonradan öğreniyoruz, askerlere sorduğumda durumu pek açıklayamıyorlar, onlardan ülkeleri ile ilgili bir broşür istiyorum, broşürleri olmadığını söylüyorlar. En azından bir internet sitesi var mı diye sorduğumda da, bizi saatlerce güldüren bir cevap verdiler: “Ülkemizin adını Google’a yazın oradan gerekli bilgileri bulursunuz”...
Bu şekilde adam başı 25’er Euro ödeyerek bu ülkeye giriyoruz. Zaten kapının kuruluş amacı da o olsa gerek. İnsanlardan para almak. Arabamızla ilerlerken Moldova’ya giriş kapısını arıyoruz haliyle. Orta yaşın üstünde bir vatandaşın yanında durarak sormak istiyoruz. “Moldova ne tarafta?” Adam gayet sakin bir şekilde “Moldova burası ya” deyip yanımızdan ayrılıyor. Herhalde akşam haberlerini izlemiyor, başka bir ülkenin kurulduğundan habersiz diye düşünüp daha genç birine soruyoruz. Bu genç olaylardan haberdar, bize hemen Moldova kapısını tarif ediyor. Bununla da kalmayıp, bu ülkenin durumunu soruyoruz kendisine, olayları 1992 yılından bugüne kadar sırasıyla anlatıyor. Teşekkür edip kapıya doğru yolumuza devam ediyoruz. Bu ülkeyi 10 dakikada doğudan batıya kat edip diğer taraftan Kişinev’e doğru geçmek üzere bu sefer gerçekten Moldova kapısına vardığımızda, Moldova’daki sarhoş güvenlik görevlisi bu absürd durumu özetleyecek son noktayı koyuyor. Diyalog aynen şu şekilde cereyan ediyor:
Görevli: Nereden geliyorsunuz?
Ben: Transdniester’den.
Dostoyevski’nin romanlarındaki Saint Petersburg sarhoşlarının edasıyla ıslak bir kahkaha atarak:
Görevli: Haaa! Şu Muz Cumhuriyeti mi? (“Banana Republika” diyor aynen...)
—Devam Edecek—
|