Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Kayan yıldıza yemin olsun ki, Peygamberiniz ne şaştı, ne de bâtıla inandı.

Necm Sûresi, 1-2

27.01.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Tedbir gibi akıllılık yoktur, günahlardan sakınmak gibi takvâ yoktur, güzel ahlâk gibi de asâlet yoktur.

Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3878

27.01.2007


Bazen felâketten saadet çıkar

Hem yüzer tecrübenle, ey sabırsız nefsim! Kat’î kanaatin gelmiş ki, zahirî musibetler altında ve neticesinde, inayet-i İlâhiyenin çok tatlı neticeleri var. “Belki sevmediğiniz şey, hakkınızda hayırlıdır” (Bakara Sûresi, 2:216.) çok kat’î bir hakikatı ders veriyor. O dersi daima hatıra getir. Hem, feleğin çarkını çeviren kanun-u İlâhî, senin hatırın için—o pek geniş kanun-u kaderî—değiştirilmez.

Emirdağ Lâhikası, s. 173

***

Musibet şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar.

Sünûhat, s. 55

***

Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. (...)

..insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâniinin esmâsına ait binlerdir. Meselâ, Kudret-i Fâtıra’nın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki, serçe kuşunun istidadı, o taslitle inkişaf eder. Meselâ, “kar”ı pek bâridâne ve tatsız telâkki ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.

Sözler, s. 210

Lügatçe:

şerr-i mahz: Tam bir şer, kötülük.

hüsün: Güzellik.

müşevveş: Karışık.

ezcümle: Bu cümleden, meselâ.

firak: Ayrılık.

tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniye: Kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın Celâl’inin tecellileri.

tâzib: Azab verme.

ihzar: Hazırlama.

tahavvül: Hâlden hâle geçme; dönüşme.

27.01.2007


Hayal-akıl arkadaşlığı

Hayal nedir?

Cevher-i insâniyetin en küçük ve en hasis hizmetkârı olan hayal1, sûret giymiş mânâları akılların gözleri önüne getirme işidir.

İnsan dimağında bulunan kuvvelerden, yani hafıza kuvvesi, vehim kuvvesi, düşünme kuvvesi gibi kuvvelerden biri de hayal kuvvesidir.

Akıl dediğimiz şey, bu kuvvelerin hepsinin ortak kullanımı neticesinde ortaya çıkmaktadır. Meselâ Besmele yazmak isteyen bir kişinin evvelâ kalbinde onu yazmak meyli doğar, bu istek dimağa ulaşır, kuvve-i hafızadaki Bismillah sözü, kuvve-i hayaliyede canlanır. Sonra bu hayal, sinirler vasıtasıyla parmak uçlarına iletilir, parmaklar irade kuvvetiyle, dimağ ve organların yardımıyla Bismillah’ı yazar.

Yani hayal, duyu organlarıyla idrak edilen bir şeyi, o hazır değilken, akla gösterme işini yapar. Meselâ bir kimse gördüğü ve tanıdığı bir kimseyi, gezdiği bir şehri, dilediğinde, o kimse ve o şehir hâlihazırda yok iken, hayal kuvvesiyle göz önüne getirip, seyredebilir ve mânâları idrak edebilir hale getirir.

Onun için akıl nereye giderse, hayal de oraya gider.

Hayal ne işe yarar?

Hayal kuvvesinin kullanılması neticesinde olumlu veya olumsuz pek çok fiillere ulaşılır. Fiillerin nasıllığı hayal kuvvesinin beslendiği kaynaklarla doğrudan alâkalıdır. İnsanın işittiklerinin, gördüklerinin, okuduklarının, gözlemlediklerinin, seslendirdiklerinin ve kalpte oluşan meyillerinin yekünü aynı zamanda hayallerinin zeminini teşkil eder.

Hayal kuvvesi kontrol edilemeyen, sınırları olmayan, iradeyi aşan bir kuvve gibi gözükse de, aslında kontrolü, sınırlandırılması, irade edilmesi kısacası eğitilmesi mümkün bir kuvvedir. Nasıl aklın bir kuvvesi olan hafıza eğitimi yapılıyorsa, onun kadar önemli olan hayalin de eğitimi yapılmalıdır.

Kuvve-i hayaliye, bütün san’atların doğuşuna kaynaklık eden en önemli kuvvelerden biridir. Kuvve-i hayaliyenin plastik muhayyele, seyyal muhayyele, mistik muhayyele, ilmi muhayyele, ütopik muhayyele, pratik ve mekanik muhayyele gibi çeşitleri bulunmaktadır. Nitekim ressamların, heykeltıraşların, sinema, tiyatro, piyes yazarlarının, romancıların, edebiyatçıların, şairlerin kullandıkları plastik muhayyele, bu kadar edebî ve san’atsal birikimin temelini oluşturmuştur. Her muhayyele alanı, beslenmiş olduğu kaynağın eserini ortaya çıkarmaktadır.

İnsanlık tarihi boyunca dönem dönem ortaya çıkan eserlere bakıldığında, sosyal, kültürel zemin, muhayyeleyi oluşturmuş ve bunun sonucunda da farklı farklı san’at eserleri ve edebî eserler ortaya çıkmıştır. Yani sınırsız gibi görünen hayal gücünün aslında bir zeminden doğduğu aşikârdır.

Hayal eğitimi nasıl olur?

Hissedilen bir mânâ eğer sûret giymezse mânâsızlığa dönüşebilir. Bu yüzden birçok hakikatin mânâ kazanabilmesi için, hayal kuvvetine ihtiyaç vardır. Allah Kur’ân-ı Kerim’de “tenezzülât-ı İlâhiye” yaparak insanların ünsiyet ettiği, bildiği mânâ ve sûretleri kullanmış, Cennet ve Cehennemi anlatmıştır.

Meselâ Bakara Sûresi’nde Cennet’i anlatırken, altından nehirler akan köşklerden, rızık olarak verilecek Cennet meyvelerinin dünyadakine benzerlerinden örnekler vermektedir. İnsanların ekserisi avâmdır. Avam ise me’lufat (bilinenler) ve hayallerinden sıyrılıp hakikati çıplak olarak göremez. Anlamak için o me’luf olan bilgilerini hayal kuvvesiyle birleştirmesi gerekir, tâ o maksadı, mânâyı temaşa edip görüp tanısın.2 Fakat sûrete hasr-ı nazar etmemek gerektir.

Hayalin hayâlâta, safsataya dönüşmemesi için imanî bir terbiyeden geçip eğitilmesi gerekmektedir. Sınır konmamış aklın bir hizmetkârı olan kuvve-yi hayaliyenin de eğitilerek vasat seviyede kullanılması mümkündür.

Hayali etkileyen vehim kuvvesi

Akıl kuvvelerinden biri olan vehim kuvvesi, eğer hayal kuvvesine musallat olursa, bâtıl inanışlar, safsata ve hayalperestlik ortaya çıkar. Çünkü vehim kuvvesi, insan aklının içindeki şeytan gibidir. İşte kuvve-i akliyenin had konmayan kısmı bu kuvveden kaynaklanmaktadır. Çünkü vehmin işi, gördüğü veya görmediği, işittiği veya işitmediği şeyleri yalan yanlış nefse göstermek ve dış âlemde sûreti olan ve olmayan mânâları idrak ettirmektir. Bu yüzden hakikati tanımayan hayâlâta sapar.

Hayal, istikamette kullanılmazsa

ortaya ne çıkar?

‘Benim dünyam’ dediğimiz hayallerimizin çok da masum olmadığını, eğer intizam altına sokulmazsa bizi şirk derelerine, inkâr karanlıklarına kadar götüren bir kuvve olabileceğini bilmek gerekir. O halde hayallerimizin beslendiği kaynakların temiz olmasına dikkat etmek gerekir.

Hayalin intizam altına sokulması demek, hayalin hakikate yakın olması demektir. Yani her bir hayalde bir dâne-i hakikat bulunması şarttır. Hayal, mânânın yerine geçmemeli, hakikati incitmemeli, hakikate misal olması ve hakikatten kopmaması gerekir.

Bu sapmaların ferdî ve içtimâî boyutları bulunmaktadır. Eğer insan hakikat payı olmayan hayaller içerisine girerse, hayal kırıklıkları ve psikolojik problemler kendini gösterir.

Mânâların hayalde bir şekil, sûret elbisesi giydiğini söylemiştik. Eğer mânâlar temiz, sûretler kirli ise, giymek yok fakat temas vardır. İşte vesveseli insanlar, bu teması telebbüsle (giyinmekle) karıştırırlar, ‘Eyvah! Kalbim ne kadar bozulmuş’ derler.3 Meselâ namaz esnasında hayale gelen pis sûretler, vesveseli insanları korkutur. Oysaki bir derece serbest hareket edebilen bu hayallere ehemmiyet vermemek gerekmektedir.

İnsanlar hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe gibi düşünüp, itikatlarını bozabilmektedirler. Oysaki “Tahayyül-ü küfür küfür değildir.”4 Küfür olması için, akıl ve kalbin tasdik etmesi gerekir. Hayal, tevehhüm, tasavvur, tefekkür bir derece serbesttir. Cüz-i ihtiyarîyi pek dinlemiyorlar. Tasdik ve iz’an ise öyle değildir. Bir mizana tabidirler.5

İçtimâî boyutta ise, hakikatten uzaklaşan düşünceler, geçmişlerde mitolojiyi, günümüzde ise, sapık inanış ve tarikatları ortaya çıkarmıştır.

İnsan niçin hayâlâta sapar?

Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemat adlı eserinde bu soruya şöyle cevap verir: “Hakikati tanımayan hayâlâta sapar.”6 (Demek ki hayâlâta sapmamak için öncelikle hakikatin ne olduğunu tanımak gerekir.) Hakikati tanıdıktan sonraki akıl hayal arkadaşlığının adı ise, tefekkürdür. Bu da insanı âlâ-yı illiyyine çıkaran bir sürecin adıdır.

İnsanların fikirlerini karıştıran, hayâlâtını intizamdan çıkaran şey, insandaki harikuladeliğe, hayret verecek acayip şeyleri görmeye ve göstermeye, teceddüde ve icada olan meylidir. Bu meyilden dolayı, ülfetin de yardımıyla, meylü’l-mübalâğa (abartma) ortaya çıkar. O mübâlağa ise, hayalin yüksek zirvesinden bir kar topu gibi lisana kadar yuvarlanır, sonra lisandan lisana yuvarlanıp giderken, kendi hakikatinin çok parçalarını dağıtır. Her lisandan da çok hayâlâtı kendinde toplar, bir çığ gibi büyür.7

Yani aslında bu mübalâğa, onun hakikatten çok çok uzaklaştığını gösterir. İnsanlık ne zaman böyle bir döneme girdiyse, bir peygamber gönderilmiş ve o peygamber de aslı, yani hakikati çıplak olarak göstermiş ve hak gelip batıl zail olmuştur.

Sonuç

Neticede hayal kuvvesi; temiz, mübalâğalardan arınmış, ülfet perdesi aralanmış, dakik nazarla bakılmış, temelinde dane-i hakikat bulunursa, hakikatin ortaya çıkmasında çok önemli bir vasıta olacaktır. İnsanı küçültülmüş bir âlem olarak yaratan Allah, Levh-i Mahfuz’un bir numunesini kuvve-i hafızada, âlem-i misalin bir numunesini de kuvve-i hayaliyede derc etmiştir.

Yani insan, hayal kuvvesini istikametli, intizamlı ve kısacası iman zeminli bir kaynaktan beslediği takdirde, hayalin vera-i perdesiyle (perde arkası) âlem-i misâle seyirci olabilir.8

Kuvve-i hayaliyeye akıl arkadaşlık yaparsa, ortaya tefekkür; vehim arkadaşlık yaparsa, ortaya safsata, hayalperestlik ve batıl düşünceler çıkmaktadır.

Dipnotlar:

1- Muhakemat, s. 124

2- Muhakemat, s. 40

3- Sözler, s. 249

4- Sözler, s. 248

5- Sözler, s. 251

6- Muhakemat, s. 43

7- Muhakemat, s. 44

8- Muhakemat, s. 57

Yasemin YAŞAR

27.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004