|
|
Keith Ellison’a tebrik
İki bloklu dünya dengesi çöktükten ve ABD dünyanın tek kabadayısı olarak kaldıktan sonra orada yaşanan müsbet veya menfi gelişmeler, dünyanın başka noktalarını da etkilemeye başladı. Son örneği, Keith Ellison’un 7 Kasım 2006 tarihinde yapılan Kongre seçimlerinde Temsilciler Meclisi tarihinde ilk defa bir “Müslüman Temsilciler Meclisi Üyesi” olarak seçilmiş olmasıdır.
Bu durum ABD içinde olduğundan daha fazla, İslâm dünyasında ve internet ortamında ilgi uyandırdı. Nasıl yemin edeceği, Kur’ân yerine İncil ile yemin etmesi gerektiği gibi bir çok fikir yürüten olmasına rağmen “irtica hortladı, zinde kuvvetler hazır olsun” diyeni görmedim, duymadım. “İncil ile yemin etsin” diyenlere kendi ülkesinin anayasasını ve özgürlükleri hatırlatan Ellison 300 yıllık bir Kur’ân’a el basarak yemin etti.
Bunlara ek olarak; Irak ve Afganistan başta olmak üzere İslâm dünyasının karmakarışık olduğu bir zamanda, Keith Ellison’un seçilmesinin ilginç bir tevafuk olduğunu düşünerek kendisine açık bir mektup yazmayı ve tebrik etmeyi kendi iç dünyamda uygun gördüm.
**
Sayın Keith ELLİSON
Minesota Kongre Üyesi
Sizinle hayatımız boyunca belki hiçbir zaman karşı karşıya gelmeyeceğiz. Fakat bu zaten çok önemli de değil. Çünkü, sizin seçilmenizden dolayı binlerce kilometre uzaktan sevinç duymamız için yüzyüze gelmemize gerek yok. Bizim ortak değerlerimiz var. İnanıyorum ki, bu ortak değeri paylaşan yalnızca ülkenizdeki milyonlarca Müslüman değil, tüm dünyadaki Müslümanlar seçilmenizi sevinçle karşılamaktadır. Dolayısıyla, görev süreniz boyunca adil ve müsbet hareket etmeye dikkat edebilirseniz, hem halkınızın hem dünyadaki Müslümanların sevinçlerini yanınızda bulacaksınız.
Yeni olmak ve ilk olmak her zaman bazı zorlukları birlikte getirir. Sizinle başlayan güzel (Kur’ân ile yemin gibi) teamüllerin devam etmesi, Kongre üyeliğinizin uzun dönemler sürmesini diliyorum. Bu başarılı sonucu almanızı sağlayan başta aileniz olmak üzere tüm ekibinizi ve şahsınızı tebrik ediyor, başarılar diliyorum.
|
Emin Talha KARAMUSA
22.01.2007
|
|
Hrant Dink ve sivil itaatsizliğe çağrı
“Hrant’sız İstanbul”un ikinci günü de yoğun geçti. İnsanlar akın akın Agos’un önüne geldiler, çiçeklerini bıraktılar Hrant’ın resmine. Sivil toplum kaynayıp durdu, cenazeye ve tepkilere hazırlandı.
Medya hep Hrant’ı konuştu. Ama çok rahatsızlık verici bir haber de geçtiler. “Mersin Kürttür” diye bir miting hazırlanıyormuş. Bu nedenle dükkân sahiplerine ve gençlere baskılar yapılıyormuş. Hatırlarsak, Mersin’de daha önce de Türk bayrağı yakıldığı için büyük tepkiler doğmuşmuş!
Bu filmleri Kahramanmaraş’ta, Şemdinli’de defalarca gördük. Eğer böyle bir olay tezgâhlanıyor da bu TV haberleri bir merkezden yayılan öncü sarsıntılarsa, o vakit komplo teorilerinden çok nefret eden biri olduğum halde, Hrant’a sıkılan kurşunların devletin derinliklerinde bir yerde hazırlanan bir planın parçası olduğundan kuşkulanmaya başlayacağım. Umarım ve dilerim ki bunların hiçbiri gerçekleşmesin.
Duygusal tepkiler geldiği gibi çabuk gidiyor. Ne yapıp edip, bu tepkileri, hem bu “olayın arkasındaki gerçeği” ortaya çıkarabilecek, hem de Hrant’ın kimliğinde “farklı” olanlara nefreti körükleyen, linç kültürünü azdıran şoven temelleri sarsacak etkili ve kalıcı bir çabaya doğru kanalize etmeliyiz.
Bir merkezden yönetilmeyen özgür bir yöntemle “sivil itaatsizlik” eylemleri düzenlemeye/katılmaya davet ediyoruz. Siz de katılmak istiyorsanız, adınızı, meslek ve ünvanınızı ve e-posta adresinizi şu adrese göndermeniz yeterlidir: [email protected]
Sivil itaatsizlik için ne yapmak gerek?
Çok büyük, yaygın ve coşkulu bir tepkiyi yaşadığımız günlerde sözden ve kınamadan öte,—bir yaptırımı olabilecek—adımlar için çok uzun vaktimiz yok. Bütün imzaların bir merkezde toplanması sadece duyurma amaçlı olabilir. Ama eyleme, yani “sivil itaatsizlik”e dönüşmesi için bu işin küçük gruplar halinde yapılması, hem hızla sonuca ulaşmak, hem de olabilirlik açısından çok önemli.
Öneri şu: Yakın arkadaşlardan oluşan gruplar halinde—veya bir sivil toplum kuruluşundan bir grup insan, ya da tek başınıza—,hazırladığımız metni bir kâğıda geçirip altına ad, adres ve imzalarınızı ekleyerek bulunduğunuz ilçe adliyesine gidip nöbetçi savcıya kendiniz hakkında suç duyurusunda bulunarak siz de Hrant Dink olabilirsiniz. 100, 1000, 10.000, 100.000 Hrant Dink karşısında sistem çökecek, ve bu 301. maddenin de sonu olacaktır. Hrant’ın katliyle deprem geçiren Türkiye’nin onurunu böyle bir toplu halk hareketiyle gene biz, Hrant’lar onarabiliriz.
Devletin anti demokratik ve çoğu kez keyfî davranışlarına karşı oluşturduğumuz baskı, onu sık sık “faul yapmaya” zorluyor. Yaptığı her faul sonunda biraz daha hukuk dışına düşüyor.
Biz ısrarla “hukuk” zemininde kaldıkça ve yapılan hukuk dışı uygulamaları ısrarla zapta geçirdikçe çember daralıyor. Nereye kadar kaçabilecekler? Yolun sonu Strasburg ve o da çok yaklaştı.
Evet, yorucu, bıktırıcı, bezdirici bir mücadele ve işe gerçekten yarıyor, kuşkumuz olmasın. Benimle yaşıt olanlar, ilkokul okuma kitaplarında yeralan “Süt kavanozuna düşen fareler” öyküsünü anımsayacaktır.
Süt dolu bir kavanoza düşen iki fareden biri ümitsiz kalarak kendini bırakıp boğulurken, öteki yılmadan uğraşır, çırpınır. Sonunda sütün üstünde kaymak oluşturur ve onun üstüne çıkarak sağ kalmayı başarır.
Bize okulda böyle güzel şeyler de öğretirlerdi.
|
Şanar YURDATAPAN
22.01.2007
|
|
Toplum, kamusal ve tabusal alan
İki soruyla başlamak istiyorum. Sonsuz ihtiyaç ve arzuları olan insan, tüm bunları kendi sınırlı gücüyle elde edebilir mi? Sınırsız varlık âlemini kendi sınırlı algılarıyla tanımlayabilir mi?
Felsefî arka planı bu sorulara verilecek ‘evet’ ya da ‘hayır’ cevaplarının hangisine dayanıyorsa, yaşanmakta olan toplum hayatının da ona göre şekilleneceğini söyleyebiliriz.
Bu sorulara “hayır” cevabının ağır bastığı toplumlarda ve onların yönetim sistemlerinde, insanlar kendi sınırlarını yani hadlerini bilmekte; toplumsal hayatta başkalarına da muhtaç olunduğu ve ihtiyaçların diğer insanların katkılarıyla daha fazla karşılanabileceği bilinci gelişmektedir.
Böylece “ben” yerine “biz” kavramı öne geçerek örgütlü hayat kolaylaşmakta, herkes kendi doğrusunun sevgisiyle yaşarken, doğru nereden gelirse gelsin kabul etme erdemi hayat bulmakta, toplumdaki genel işleyiş ve yarara her insan katkıda bulunarak sağlıklı bir yapı şekillenmektedir.
Bu hayatta tek insan aklının cevap veremedigi zor konularda başkalarıyla birlikte oluşturulan ortak akıl çerçevesinde çözümler bulunmakta, o da olmazsa külli bir akla yani Yaratıcı’ya teslim ve sadece ona ‘kul’ olunarak tam bir özgürlüğe kavuşulabilmektedir.
Kendi bünyemizin anatomisi ve fizyolojisine baktığımızda da benzer bir işleyişi görebiliyoruz. Hücrelerimiz kendilerine benzeyen hücrelerle birlikte kalp, ciğer, böbrek, kulak, göz gibi onlarca “organ örgütü”nün oluşmasında görev almakta; bir yandan kendi görevlerini yaparken, diğer yandan da vücut denilen kamusal alanın sağlıklı işleyişini birlikte yürütmektedirler.
Bu biyolojik sistemimizin sosyal hayata yansıyarak yukarıdaki şekilde devamı, ancak sivil, özel ve devlete ait kurum ve örgütlerin kamusal bünyede toplumun hizmetinde çalışmalarıyla mümkündür. Son zamanların ünlü Alman düşünürü Habermas’ın ortaya attığı kamusal alandan da kastedilen budur.
Başlangıçtaki soruların cevabı “evet” ise, işte o zaman farklı bir tarz söz konusudur. Bu sefer “ben” kavramı öne çıkmakta, başkaları yok kabul edilerek onların doğrularına kulak kapatılmakta, insanlar tek tipçiliğe zorlanmakta, farklılıklar reddedilmektedir. Eğer elde iktidar gücü de varsa değil sosyal alandaki ortak kullanılan alanlara, özel alanlara dahi karışılmak istenmektedir.
Farklı görüşlere tahammül ve hoşgörü olmadığı gibi linç psikolojisi hakimdir. Günümüz dünyasında artık pek fazla karışılmayan dinsel muhtevalı hususlara —Hindularca kutsal sayılan ineklerin bile kamusal alanda saygı gördüğünü eskiden beri biliyoruz— dahi karışılan böylesi bir zihniyetin oluşturacağı alana “tabusal alan” adını vermek yanlış olmaz. Burada sadece güce dayalı bir iktidar ve o iktidardan nemalanmak isteyenlere oluşturulan alan söz konusudur. Herkesi kendi sınırlı alanına hapsetmek ister.
Bereket ki, dünyadaki gidişat “tabusal alancılar”ı çağdışı konuma bırakacak yönde gelişiyor. Tabiî yine de tercih serbest olmalı, zorlama olmamalı…
|
Prof. Dr. Gürbüz AKSOY
22.01.2007
|
|
TÜSİAD’ın demokrasi raporu
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), 10 yıl önce yayımladığı “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” raporunu güncelledi. Genel itibariyle kâğıt üzerinde göze-kulağa hoş gelen düşüncelerin TÜSİAD tarafından uygulamada nasıl takip edileceğini beraber göreceğiz.
Prof. Dr. Zafer Üskül tarafından hazırlanan, “Türk Demokrasisi’nde 130 Yıl” başlıklı raporda yer alan görüşler kısaca şöyle:
Kürt sorunu: Siyasi partiler mevzuatında kültürel talepler ve faaliyetler, radyo ve televizyonlarda Türkçeden başka dillerde yapılan yayınları kısıtlayan hükümler mevcuttur. Yerleşim yerlerinin adları ile sorunlar devam etmektedir. Türk vatandaşlarının Türkçe dışındaki anadilleri en azından okullarda seçimlik ders olarak okutulmalı.
Seçim barajı: Yüzde 10 ülke barajı temsilde adaleti önlüyor. Ülke barajı yüzde 4-5 seviyesine düşürülmeli.
Cumhurbaşkanının görevleri: Gerçek yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanının, yaptığı işlemlerden sorumlu tutulamaması sistemin mantığıyla bağdaşmıyor. Bu sebeple cumhurbaşkanının görevlerinin ilgili olanları yasama, yürütme ve yargı organına devredilmeli.
Sivilleşme: Sivilleşme sorunu, askeri bürokrasinin de siyasal otoriteye tabi olmasını ifade eder. Genelkurmay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı.
Bilgi Edinme Yasası: Kamu yönetiminde şeffaflığın sağlanması ve yönetime katılma hakkının kullanılabilmesi için, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun istisnaları daraltılmalı.
Dinsel özgürlük: Kimlik belgesindeki ‘din’ hanesi çıkarılmalı. Din dersi zorunlu olmaktan çıkarılmalı. Ailelerin çocuklarına dinini öğretme ihtiyacına cevap vermek üzere, liselerde, normal ders saatlerinin dışında, din dersi okutulmasını sağlamak için, nota ve sınava tabi olmayan din dersleri konulmalı.
Düşünce özgürlüğü: Demokrasinin ‘olmazsa olmaz’larındandır. Bu sebeple anayasal güvencesinin de tam olarak sağlanması gerekir. Özellikle TCK’nın 301. maddesi ifade özgürlüğünü tehdit ediyor. Anayasa’nın basın özgürlüğünü düzenleyen maddeleri yeniden kaleme alınmalı.
YAŞ kararları: Devletin işlem ve eylemleri yargı denetimine tabi olmalı. Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler, Yüksek Askeri Şûrâ kararları ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu kararları yargı denetimine tabi olmalı.
Kitlesel iletişim özgürlükleri: Haber alma, haber verme ve basın ve yayın yoluyla düşünce açıklama yönleriyle ele alındığında, haber almada sıkıntılarla, sansürle, zoralımlarla, imha ve kapatmalarla dolu bir tarihsel geçmişe sahiptir. Basın Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nun pek çok hükmü bu konuda demokratikleşme adına gözden geçirilmelidir.
Kolektif özgürlükler: Dernekler özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğü ve sendikal özgürlükler konularını kapsamaktadır. Kamu görevlilerine getirilen dernek özgürlüğü kısıtlaması aşırıdır, Anayasa’nın bu konuya ilişkin 33. maddesi daha özgürlükçü bir bakış açısı ile yeniden düzenlenmelidir. Dernekler mevzuatının bürokratik zorluklar içeren yapısı değiştirilmelidir. Anayasa’nın toplantı ve gösteri yürüyüşlerini düzenleyen 34. maddesinin sınırlayıcı yapısı değiştirilmelidir. Sendikaların faaliyet alanlarına ilişkin Anayasa’nın 51/1. maddesinde yer alan kısıtlamalar kaldırılmalı, kamu görevlileri sendikalarına ilişkin mevzuat Sendikalar Kanunu dikkate alınarak değiştirilmelidir.
|
22.01.2007
|
|
|
|