Bir âyetin “evliliğe dair” düşündürdükleri…
Geçmişten günümüze hak dinler, her zaman insanlara yol gösterici olmuştur. Her konuda insana rehberlik eden hak dinler hiç mümkün müdür ki toplumun temel yapıtaşı ve sigortası olan aile konusunda rehberlik etmesin?
Kur’ân-ı Kerim’in birçok yerinde insanların kadın ve erkek olarak, aralarına muhabbet koyularak yaratıldığı, vs.. konulardan bahseden aile hayatına yönelik âyetler görmek mümkün. Ama aralarından birinin örtülü anlatımının altında mesajlar aramadan geçmek mümkün değil. Ne kadar müfessir olmasak ve Kur’ân’ı yorumlamak haddimize düşmese de, Kur’ân’ın insanı direkt muhatap alan hitabına karşın âyetin işaret ettiklerini yazmadan edemedim.
Âyet şöyle:
“Hanımlarınız sizin için örtüdür, siz de onlar için bir örtüsünüz.” (Bakara, 187. âyet)
Ne demektir örtü? Kur'ân'ın belâgatlı anlatımının parçası olan âyetin maddî örtüden bahsetmediğini hepimiz anlıyoruz muhakkak! Öyleyse bu kadar katiyetle altı çizilen örtü ne?
Örtü deyince “Neyi örtmek?” sorusunu yöneltebiliriz ilk olarak. Meselâ, birbirimizin sırlarını örtmek olabilir mi? Bunu gerçekten yapabiliyor muyuz, yoksa tam tersi teşhir edici miyiz? Birbirimize olmamız gerektiği gibi aile hayatımıza da örtü olabiliyor muyuz? Vücudumuzun muhteşem bir mekanizmasının olmasına, ince milyonlarca sanat bulunmasına rağmen ten ile Rabbimizin onu örtüyor olması ile âyetteki örtü aynı şeyi düşündürmek için olamaz mı? Fertler teker teker zikredilirken, eşlerin her birinin aile hayatının mahremiyetini koruması noktasında o örtücülüğü yapması gerektiği mesajı çıkarılamaz mı? Acaba denildiği gibi, kol kırılıp yen içinde kalabiliyor mu?
Başka bir ciheti de maddî olmadığını katiyetle anladığımız örtülecek bir şeylerin varolması, eksiklerin kapatılması, örtülmesi gerektiğini çağrıştıramaz mı bize? Her iki bireyin de tek tek zikredilmesi, her ikisinin de örtüye ihtiyaç duyması, iki tarafın da hatalarının olabileceğini, kimsenin mükemmel olmadığını, kişinin kendini kusursuz algılamaması gerektiğini belirterek, mükemmellik aramanın önüne geçip “İkinizin de örtülecek yanları var. Hiç kimse kusursuz değil. Eksiğini bil, eksik arama. Sen ört ki o da senin hatalarını örtsün” anlamında bir örtüdür belki de?
Peki örtüyü bir zırh gibi de düşünemez miyiz? Maddî saldırıların önüne zırh olmamız gibi, zamanın, şeytanın, nefsin, toplum hayatının ruha saldırılarına karşı birbirimize bir koruyucu, bir kalkan, bir örtü olmakta kastediliyor olamaz mı?
Kadına ve erkeğe ayrı ayrı örtü olma görevi yüklenmiyor mu âyette? “Birbirinize” yerine ayrı ayrı söylenmesiyle eşit görev dağıtılıp, örtme görevinde olduğu gibi eşit sorumluluğunun olduğu anlamını da çıkaramaz mıyız kendi payımıza?
Evet bir âyetin benim kasır fehmime bile düşündürdükleri, bir satırın gördüğümüz, görmediğimiz onlarca anlamının olması ne muhteşem değil mi? Sadece tek bir satırla aslında aile hayatının en önemli problemleri olan, eşlerin hatayı hep karşı tarafta arayıp, kendini kusursuz görmesi; aile hayatının mahremiyetinin gereğince korunmaması ve eşler arasında çözülmesi gereken problemlerin dışarı sızdırılması, eşlerin iletişiminin zayıflamasıyla manevî destek vermemenin, korumamanın, yalnızlığın kişileri dışarı yöneltmesi ya da ruhsal yönden çökertmesi gibi daha göremediğimiz nice anlam, nice problem tespiti ve hepsine birden tek cümleyle sunulan çözüm:
“Hanımlarınız sizin için örtüdür. Siz de onlar için bir örtüsünüz!”
Şimdi Kur'ân'ın başta değindiğimiz yol gösterici yönüne bir daha dönelim ve rehbere ne kadar uyduğumuzu düşünerek, bildik bu âyet için ilmiyle amel edenlerden olup olmadığımızı sorarak kendimize, bir daha bir daha okuyalım âyeti ve tekrar tekrar sorgulayalım aile hayatımızı!
|
Şenay ÖZER
15.02.2007
|
|
Medya özendirici değil, sorgulayıcı olmalıdır
Her gün televizyon ekranlarında haber diye sunulan defile gösterileri, gazetelerdeki manken fotoğrafları ve diyet tarifeleri ile reklâmlarda oynatılan sıfır beden mankenler genç kızlarımızı olumsuz yönde etkiliyor.
Çocuklar ve gençler de, televizyonu izlerken sorgulama ve eleştirme olmadığı için, sunulanı doğru ve ideal bir yaşam felsefesi olabileceği vehmine kapılıyorlar, aynı zamanda bunların kendileri için bir idol olduğunu düşünerek onlar gibi olmanın mücadelesini veriyorlar.
Medya bu konuda daha duyarlı ve bilinçli haber ve programlar yapmalıdır. Medya özendirici değil, sorgulayıcı olmalıdır. Bu aynı zamanda medya açısından sosyal bir sorumluluktur.
Bilinçsiz diyet uygulamalarıyla genç kızlarımızın vücutlarını iflasa götüren ve ölümlere sebep olan sıfır bedenli olma çabalarında devletin, defilecilerin ve medyanın ortak hareket etmesi gerekir.
.……
Ayrıca çalışmalarınızdan dolayı tebrik ediyor ve devamını diliyorum.
Doç Dr. Hamza ÇAKIR
Erciyes Üniversitesi, İletişim Fakültesi
Gazetecilik Bölüm Başkanı
Sizler de bu kampanyanın bir parçası olabilirsiniz!
Televizyon yayınlarından her türlü rahatsızlığınız için RTÜK 444 1 178 nolu telefonu arayabilirsiniz. Ayrıca bu konudaki tepkilerinizi, görüş ve tekliflerinizi: [email protected] adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.
|
15.02.2007
|
|
Bebeğim, karnımdayken beni hissediyor musun?
Ultrasonografi yöntemi gelişmeden önceki dönemlerde doğmadan önce bebeklerin duyularının hiç gelişmemiş olduğu ve verdikleri hıçkırık, tekme atma gibi tepkilerin tamamen tesadüfî, refleks hareketlerden ibaret olduğu düşünülürdü. Halbuki bugün, bebeğin beş duyusunun gebeliğin en erken aşamalarında gelişmeye başladığını, verdikleri tepkilerin aslında oldukça anlamlı cevaplar olduğunu biliyoruz. Bebekler doğduklarında belleklerinde doğum öncesi dönemde depoladıkları bilgilerle karşımıza çıkıyor.
Yediklerimden tat alıyor musun?
Anne karnındaki bebeklerde ilk olarak tat alma duyusu gelişir. Gebeliğin 12. haftasında gelişmeye başlayan tat alıcı hücreler 28. haftada gelişimlerini büyük ölçüde tamamlamış olurlar. Amnios sıvısının tadı anne adayının aldığı gıdalara göre değişir ve buna bağlı olarak bebeğin tepkileri de alınan gıdalara göre değişkenlik gösterebilir. Örnek olarak hayvan deneylerinde amnios sıvısının içine sakaroz (“çay şekeri”) verilerek yapılan çalışmalarda sakaroz verildikten sonra ultrasonda yavrunun yutma hareketlerinde artış gözlenmiş. Acı ve asit içerikli maddeler ise yutma hareketlerinin azalmasıyla sonuçlanmış.
Kokumu nasıl tanıyorsun doğar doğmaz?
Tat ve koku birbirlerinden ayrılamaz iki duyumuzdur ve bu iki duyu beraberce gelişirler. Yeni doğan bir bebeğin koku hafızası o kadar gelişmiştir ki, annesine ait kokuları binlercesi arasından tanıyabilir.
Sesimi duyunca nasıl da uyuyorsun huzurla
Doğmamış bebekte 10. haftada dış kulak ve kulak zarı gelişir, 18. haftada gelişmeye başlayan orta kulak kemikleri bu gelişimlerini takriben 32. haftada tamamlarlar. Kız fetusların işitme duyularının erkeklere göre daha hızlı olduğu da gözlemler arasındadır.
Yeni doğan bebeklerin annelerinin seslerine daha kuvvetli yanıtlar vermeleri, fetusların erken dönemden itibaren sesleri belleklerinde depoladıklarını göstermektedir. Hatta anne adayının doğmamış bebeğine söylediği şarkıları bebeği doğduktan sonra söylediğinde bebeğin bunları tanıdığı ve bu seslerle ağlamasını kestiği de yine anneler tarafından sık gözlenen bulgular arasındadır.
Kalın sesler uterusu daha kolay geçer ancak içeride dağılırlar. İnce sesler ise daha zor geçmelerine karşın fetus tarafından daha net algılanırlar. Fetuslar gibi yenidoğan bebekler de ince seslere daha olumlu kar-şılıklar verirler. Belki de bu yüzden anne ve babalar bebekleriyle konuşurken bilinçaltı bir mekanizmayla seslerini incelterek konuşurlar. Yüksek desibelli sesler doğmamış bebeği olumsuz etkileyebilir. Her ne kadar uterus gürültünün bir kısmını süzse de, onun anne karnında sıçramasıyla sonuçlanır. Bu konuda yapılan diğer araştırmalar bebeğin anne karnında anne ve babanın seslerini belleğinde depoladığını ve doğumdan sonra da bu sesleri ayırt edebildiğini göstermektedir.
Annelerin bebeklerine kendi sesleriyle şarkı söylemeleri bebekleri üzerinde muhtemelen olumlu etki bırakır.
Piyasada karnın üzerine yerleştirilen ve sesin teypten bebeğe daha iyi ulaşmasını sağlayan hoparlörler bile satılmaktadır. Bu tür âletlerden sakının. Bebeğinizin bu müzikleri kendi isteği dışında dinlemesi onun üzerinde olumsuz tesir doğurur.
Dokunsa babacığın sana hisseder misin?
Dokunma reseptörleri (algılayıcıları) henüz fetus 7 haftalıkken ilk olarak ağız çevresinde ortaya çıkar. Buradan tüm yüze, kollara, bacaklara ve nihayet vücuda yayılarak 20. haftada son şeklini alır. Doğmamış bebekte dokunma ve ağrı duyusunun 24. haftada tamamlanmış olduğu kabul edilir.
Anne elini karnının üzerine koyduğunda ya da babası ona oyun yaptığında (örneğin annenin karnına parmağıyla bastırdığında) bebek bunu hisseder. Bazı bebekler bu hareketlere içeriden eli hissettiği yere vurarak cevap verir.
Kırmızıyı neden çok seviyorsun bebeğim?
Doğmamış bebekte en son gelişimini tamamlayan duyu görme duyusudur.
Fetusun 25. haftadan önce görsel uyaranlara duyarlı değildir. Bu haftadan itibaren ise giderek artan bir şekilde ışık gibi görsel uyaranlara güçlü yanıtlar verdiği gözlenmiştir. Göz kapağı hareketleri de yine bu dönemde başlar.
Anne karnındaki bebekler de tıpkı bizler gibi suyun içinde gözlerini uzun süre açık tutamazlar. Bebek uyumasa da göz küresini korumak için gözlerini açar ve kapatır. Doğmamış bebeğe dışarıdaki ışığın sadece yüzde biri ulaşır. Ancak bu miktar doğmamış bebeğin renkleri algılaması ve belleğine kaydetmesi için yeterlidir. Özellikle kırmızı tonlar daha iyi algılanır. Bebeklerin kırmızı renge karşı olan zaaflarını bu şekilde açıklanabilir.
Sonuç olarak fetus eskiden sanıldığı gibi duyuları az gelişmiş bir canlı değildir. Aksine çok erken dönemlerden itibaren duyuları gelişmeye başlar ve çevresini tanıyarak hafızasında bilgileri depolar. Yani bebek doğduğunda her şeyden habersiz, savunmasız bir “yavru” değil, kendine zararlı olabilecek uyaranlar konusunda az da olsa çeşitli tecrübeler edinmiştir ve fetal yaşamına ait çeşitli anılarla dünyaya gelir. Bu nedenle gerek ses, gerek ışık, gerekse dokunma gibi uyaranların bebeğe ölçülü olarak uygulanmasında fayda vardır.
[email protected]
|
15.02.2007
|
|
En yaygın bağımlılık: Tuz
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yalçın TEKOL yaptığı araştırmalarda tuzun insan hayatına sonradan katıldığını, insanların tuzu bilmeden yıllarca yaşadığını ve hala dünyada tuzu bilmeyen topluluklar olduğunu belirtti.
Tekol, tuzun insanın ihtiyacı kadar vücutta bulunduğunu, suni olarak alınmasının yanlış kanıdan ibaret olduğunu kaydetti. Vücuttan atılan tuzun vücuda alınan tuz kadar olduğunu, tuzun alınmadığı takdirde atılmasının gerekmediğini belirtti.
Tuzun sebep olduğu hipertansiyondan yılda yedi milyon insanın öldüğüne değinen Tekol, “Tuzu tanımayan toplumlarda hipertansiyonun görülmediği gözlenmiştir. Mide kanseri, kemik erimesi, kalp ve böbrek yetmezliği sebebi olarak da gösterilen tuzun vücuda çok miktarda alınması astım ve bronşiti ağırlaştırdığı da bilinenler arasındadır” diye konuştu.
Yemeklere eklenen tuzun hiçbir bilimsel yanı olmadığını, birtakım yanlış inanç ve kanılardan doğduğuna dikkat çeken Tekol tuzun damak zevki değil sigara ve alkol gibi bir bağımlılık yaptığını dile getirdi.
|
Esra AKBIYIK- Yeliz KARAÇAY
15.02.2007
|
|
Öfkeli ergene nasıl davranmalı?
Uyumlu çocuğunuz ergenlikle beraber son derece öfkeli oldu. Üstelik yalan söylediğini de anladınız. Peki ne yapmanız gerekiyor? Çocuğunuzla iletişiminize zarar vermeden bu durumla nasıl baş edebilisiniz?
Pratik yolları şöyle sıralayabiliriz:
“Paniklemeyin, cezalandırmayın: Paniğe kapılır, çocuğunuzun her sorumsuz davranışının üzerine gider ve cezalandırırsanız, yalnız çocuğunuzu değil, kendinizi de deliye çevirirsiniz.
“Sorumluluk üstlensin: Sorumsuz davranıyorsa yakınmayın, sorumluluk verin. Yardım etme çabalarıyla sadece büyümesini engellersiniz.
“Teşvik edin: Geri çekilerek kendi sorumluluğunu taşımasına imkân verirseniz, yararını göreceksiniz.
“Karşılık vermeyin: İlk öfke nöbetlerinde sağduyulu davranırsanız kendine çekidüzen verecektir.
“Dikkatle dinleyin: Hakaretlerin, şikâyetlerin ve isteklerin anlamını keşfedin. Öfkenize gem vurursanız, çocuğunuz sorunlarıyla baş edebileceğini ve destek verdiğinizi görür.
|
Zeynep TURGUTLU
15.02.2007
|
|
Sigarayı bırakana altın
Samsun’da Gazi Belediyesi tarafından başlatılan kampanya ile sigarayı bırakanlara Cumhuriyet altını verilecek. Tüm dünyada sigaranın zararlarına karşı mücadeleler sürerken, çeşitli kampanyalarla da tiryakiler, sigarayı bırakmaları için teşvik ediliyor. Bu kapsamda, sigaraya karşı Samsun’da Gazi Belediyesi tarafından ‘’Cumhuriyet Altın’’ ödüllü bir kampanya başlatıldı.
Kampanya ile sigaranın verdiği zararlara dikkat çekmek ve tiryakilerin sigarayı bırakmalarının sağlanması amaçlanıyor.
Kampanya katılmak isteyenlerin belediyenin sağlık birimine başvurmaları istendi. Başvuran kişiler, form doldurduktan sonra, kan tahlili ve ciğer filmi çektirmeleri için anlaşmalı sağlık kuruluşlarına gönderiliyor.
Yetkililer, kan tahlili ve ciğer filmleri kaydedilen kişilerin bir ay sonra yeniden aynı aşamadan geçerek bu sürede sigara içip içmediklerinin tespit edileceğini, sigarayı bu süre içinde bıraktığı belirlenen tiryakilere birer adet Cumhuriyet altını verileceğini belirttiler.
|
15.02.2007
|