Türkiye geleceğini arıyor
Hem de bağırıp çağırarak, kavga yapıyor gibi konuşarak arıyor kendini. Her kafadan farklı sesler çıkıyor. Ne güzel; kimi köşe yazarları, kimi siyasetçiler, kimi halk; bu farklılıklarımız boşa akmasa da sonuçta anlaşsak! Gören duyanlar da bu millet birbirini yiyor sanacak! Hıh, bizim tabiatımızın böyle olduğunu nereden bilecekler ki. Bu zaten bizim müzakere tarzımız.
Müzakere tarzımız deyince bir hatıramı paylaşayım dilerseniz: Bir zamanlar, bir grup arkadaşla JFK Havaalanında bir şeyler yiyip içtik. Sonra sıra hesap ödemeye gelince manzara şuydu: Herkesin sol eli pantolonun cebinde, para çıkarmaya çalışıyor; sağ eliyle de parayı ödemek isteyeni engellemeye çalışıyor, tabiî bunun için fiziksel müdahalede bulunuyordu. Yani, herkes “Ben ödeyeyim” mânâsında; “Ya, olur mu Allah aşkına…” diye yüksek sesle bağırıp diğerine engel olmaya çalışıyordu. Derken bizim kavga ettiğimizi sananlar etrafımızı çevirmişler, polisin gelmesini bekliyorlardı. Sonra iş tatlıya bağlandı da ev sahibi pozisyonundaki arkadaş ödedi paraları… İşte biz bir ikramda bulunmayı bile kavga eder gibi yapıyoruz.
Şimdi de ittihatçılık geleneğinden gelenler, komitacılık ruhu hortlayanlar dernek, sendika, parti çatısı altında, kendilerine göre hain ilân ettikleri suçluları fişliyorlar. Dediklerine göre, bu kişileri zamanı ve yeri gelince ortadan kaldırmayı hedeflerken, ırkçılığa varan kuru milliyetçilikle yabancı düşmanlığını körükleme işini de sürdürüyorlar. Dink cinayeti sonrası, Türkiye’nin AB üyeliğini engellemek isteyen dahili bedhahlar da alabildiğince düşmanlık senaryolarıyla uğraşıyor. Hoş, bütün bunların, Cumhuriyet tarihi boyunca dört tarafı düşmanlarla çevrili (!) bir ülkenin kaderi olmasını normal karşılamak gerekir!
Bu ülke insanı karamsar... Bu karamsarlık sürekli empoze ediliyor. Bir yıldırma, bir bedbinlik politikası pompalanıyor bir yerlerden. Çevremizde kendi işini gücünü bırakmış ona düşman, buna düşman insanlar geziniyor. Kendinden ve kendine benzeyenden başka dostu yok. Bunun içinde herkesin kendisine benzemesini istiyor; kendi gibi olmasını istiyor, farklı düşünenleri yok etmek istiyor. Bunlar bu ülkedeki eğitim politikalarının tipik bir ürünü aslında. İnsanımızın sevgisi deniz kadar engin ama dalgakıranları yok; sevdiğini öldürebiliyor. Düşmanlıkları fırtınalar gibi; yeldeğirmeni olmadığı için ağaçları söküyor. Bu milletin dalgakıranı da, yeldeğirmeni de inanç kodlarında var. Onun duygularını o kodlar düzenleyebilir ancak. İnanç kodları dedikse, politik olmayan kodları anlıyorum. Yani Kur’ân ahlâkını kastediyorum. Siyasete bulaşmış, dini, bir parti programı gibi algılayan kafaların anladığı kod değil bu dediklerim. Said Nursî’nin dediği gibi diyorum: “Bu milletin ihyası din ile olur.” Milliyet de İslâmiyet’le taçlanmışsa “müsbet milliyetçiliğe” dönüşür ki, “Ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve imandır.” Selçukluların Osmanlıların, Çanakkale gazilerinin duyguları bunlar. İslamiyet’e zırh olan, kale olan bir milliyetçilik sözünü ettiğim müsbet milliyetçilik. Böyle bir Müslüman, hangi ırktan olursa olsun, bütün insanlığa merhamet ve şefkatle yaklaşır.
Türkiye geleceğini arıyor. Yani nasıl bir ülke olması gerektiğini arıyor. Resmî ideolojinin ona giydirdiği elbisenin içinde daralmış, sıkılmış, nefes alamaz durumda. Türkiye AB’ nin şerefli bir üyesi olabilecek zemini hazırlayacak kendi demokrasisini arıyor. Hem siyasal, hem insanî ve hem de toplumsal demokrasisini. Bu da ancak milliyetçilikte olduğu gibi, inanç kodlarının rengini verdiği bir demokrasidir kanaatindeyim…
NOT:
Geçen haftaki yazımızdaki tırnak içindeki cümlede geçen “Dinine, (milliyetine) zarar gelecek diye evhamlanan ve korkan adamın dininde ve milliyetindeki payı “Beytü’l-ankebut” (Örümcek ağı) gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur; taklittir, onu telâşa düşürttürür.” cümlesindeki (milliyetin), (ve milliyetindeki) kısımları, yorum eklemeleri olduğu için parantez içinde olacaktı. Sözün tamamı Said Nursî’ye aitmiş gibi algılanmasın diye tavzih ediyorum.
|
B. Sait ÇİFTÇİ
13.02.2007
|
|
Ortak alanları paylaşım ve kullanım bilinci nasıl kazandırılır?
Okul, yapısı itibariyle çocukların bir arada yaşadıkları ve sürekli iletişim halinde oldukları ortamlardır. Okuldaki ortak kullanım alanlarının verimli biçimde kullanılması ve bütün öğrencilerin faaliyetlerinden yararlanabilmesi çok önemlidir. Öğretmenler, ortak gereçlerin belli bir düzen doğrultusunda kullanılmasının gerekliliğini anlatabilmelidir. Yine alınan kararlar sınıf temsilcileri vasıtasıyla bütün öğrencilere iletilmelidir.
Kütüphaneler bilgiye açılan kapılardır
Okul kütüphanesi genellikle bir sınıf büyüklüğündedir. Bu sebeple bütün öğrencilerin aynı anda kitap okumasına imkân olmaz. Okuma günlerini belli bir düzene oturtarak, her sınıfın farklı zamanlarda kütüphaneyi kullanmaları sağlanır. Öğle tatillerinde ve teneffüslerde bir öğrenci kütüphanede görevlendirilerek, diğer öğrencilerin kitaplardan faydalanabilmeleri amaçlanır. Öğrenciler farklı zamanlarda sınıfça kütüphanede meydana gelebilecek karışıklıkları giderir, kitaplıkları ve kütüphaneyi düzenlerler.
Sınıf, ortak hayat alanımızdır
Öğrencilerin sınıfı temiz tutması ve araçlara zarar vermemesi çok önemlidir. Çocukların sınıflarını temiz ve düzenli tutmaları için kullanılan ‘bayrak’ yöntemi iyi sonuç verebilmektedir. Öğrenciler ve öğretmenler kendi otokontrollerini sağlayarak sınıfın düzenini korurlar. Her hafta sonunda en temiz sınıf ‘bayrak’ ödülünü kazanır ve sınıftaki bütün öğrenciler övülür. Sonraki hafta hangi sınıf daha düzenliyse, bayrak o sınıfa gider. Diğer sınıflar da bayrağı kazanmak için büyük çaba harcarlar. Bu yöntemin püf noktası, değişikliklerin diğer öğrencilere de anlatılmasıdır. Meselâ daha önce temizliğe özen göstermeyen öğrenciler daha sonra kendilerini geliştirmeye başladıysalar onları da övmek, şevkle çalışmalarını teşvik eder.
Diğer öğrencilere de saygı göstermeliyiz
Sabahçı öğrenciler öğlencileri, öğlenci öğrenciler de sabahçıları öğretmenlerine sürekli şikâyet ederler. Diğer öğrencilerin sınıfı temiz bırakmadıklarından yakınırlar. Ortak kullanım alanlarında herkes birbirinin hakkına saygılı olmalı ve empati duygusunu geliştirmelidir. Beden eğitimi dersinde olan öğrencilere müdahale etmemek ve onlara öncelik vermek gerekir. Ağaçların ve yeşil alanın bulunduğu bahçenin de öğrencilerce sırayla kullanılması, sıkıntıları giderecektir.
Eğitimciler, okuldaki alanların doğru biçimde kullanılmasında çocuklara yardımcı olmalıdır. Ne kadar anlatılırsa anlatılsın; tuvaletlerin, spor gereçlerinin, bahçenin, sınıfın kullanımında öğrenciler arasında anlaşmazlıklar doğabilir. Böyle durumlarda birlikte yaşamanın ve insan olmanın gerekleri öğrencilere anlatılmalıdır. Okulda hayat ile ilgili kompozisyon ve şiir yarışmaları düzenlemek, seçilen yazı, resim ve şiirleri panolarda sergilemek çocukların duygularını olumlu yönde etkileyecektir.
|
Mustafa OĞUZ
13.02.2007
|
|
Yeni bir eğitim dönemine başlarken...
Yepyeni bir eğitim dönemine başlarken, öğretmenler çocukları derse yoğunlaştırmakta zorlanabilirler. Öğrenciler, özellikle tatil dönüşlerinde hemen derse başlamak istemezler. İlk zamanlar, arkadaşlarıyla eğlenmeyi ve yaşadıkları olayları anlatmayı yeğlerler. Öğretmen, sınıfa girer girmez her zaman davrandığından farklı davranarak öğrencileri şaşırtabilmelidir. Sınıfa girince öğrencilere tebessüm eden ve herkesin tatilinin güzel geçmiş olmasını temenni eden bir öğretmeni hangi öğrenci sevmez ki? Onlara başarı ve mutlulukla ilgili bir hikâye anlatın ve bu hikâyenin kahramanının öğrenciler olduğunu hissettirin. Bütün çocukların tatilde neler yaptıklarını uzun uzun anlatmalarını istemek yerine, karşılaştıkları en ilginç olayları paylaşmalarını isteyebilirsiniz. Bu eğitim döneminde neler işleneceğine ve işleyişinin nasıl olacağına değinmek de derse olan ilgiyi artırır. Şimdiden kolay gelsin!
|
13.02.2007
|
|
Eğitim dünyasından haftaya bakış
• ÖSYM’den yapılan açıklamaya göre, Yükseköğretim Genel Kurulu, yüksek öğretim kurumlarında öğretim elemanı kadrolarına atanmak için yapılması gereken sınavla LES’in birleştirilmesine ve yeni sınavın adının “ALES” olmasına karar verildi. ALES, ilkbahar ve sonbahar dönemlerinde olmak üzere iki kez yapılacak. Sınavda 40’ar sorudan oluşan Sayısal-1 ve Sayısal-2 testleri ile 80 sorudan oluşan sözel testi yer alacak. Testlerde yer alacak soruların niteliği daha önce yapılan LES’te yer alan testlerdeki sorulara benzer olacak. ALES ile LES arasındaki tek fark, LES’te yer alan 80 soruluk sayısal testin yerine ALES’te 40’ar soruluk Sayısal-1 ve Sayısal-2 testlerinin bulunması.
• Sözleşmeli öğretmenler askerlik sonrası da öğretmenlik yapabilecekler. Sözleşmeli öğretmen olarak görevli iken askere alınanlar, terhis olduktan sonra görevlerine dönebilecek. Millî Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürü Remzi Kaya imzasıyla yayımlanan genelgeye göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4/B maddesi kapsamında istihdam edilen öğretmenlerden askere alınanların, görev yaptıkları eğitim kurumlarında ilişkilendirilmiş oldukları norm kadroları açık gösterilmeyecek. Askerlik hizmetini tamamlayanlar, terhis tarihinden itibaren 1 ay içinde başvuruda bulunmaları halinde daha önce görev yaptıkları eğitim kurumlarında göreve başlatılacak. Askerlik hizmetini yapmak üzere 4 Temmuz 2007 tarihinden sonra ayrılanlardan askerlik görevini tamamlayanların, görevden ayrıldıkları il veya ilçe millî eğitim müdürlüklerine başvuruda bulunmaları gerekiyor.
• Eğitim-Sen’in hazırladığı “OECD 2006 Yılı Eğitim Göstergeleri Işığında Türkiye’de Eğitimin Karşılaştırmalı Durumu” raporuna göre, Türkiye’de eğitimciler OECD ülkeleri içinde Macaristan’dan sonra en çok çalışıyor, ancak en düşük ücreti alıyor. Buna göre, Türkiye’de eğitimciler yılda 1808 saat çalışırken, İspanya’da 1425, Portekiz’de 1561, Yunanistan’da ise 1762 saat çalışıyor. Macaristan’da ise bu rakam 1864 saatle Türkiye’nin üzerinde. Rapor öğrencilere yapılan eğitim yatırımına ilişkin rakamlara da yer veriyor. Buna göre, Türkiye’de bir ilköğretim öğrencisi için yapılan yıllık harcama miktarı 869 dolarken, İspanya’da 4 bin 829, Macaristan’da 3 bin 286, Yunanistan’da ise 4 bin 218 dolar harcanıyor (NTV).
• Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), 2006 yılında en çok bilimsel yayın yapan üniversiteler ile öğretim üyesi başına düşen yayın oranını belirledi. Bilimsel yayın sıralamasında İstanbul Üniversitesi, Öğretim üyesi başına düşen yayın oranına göre ise TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi ilk sırada yer aldı. “Tam makale”ler dikkate alınarak çıkartılan tasnîfe 78 üniversite dahil edilirken, yeni kurulan 15 üniversite yer almadı. Öğretim üyesi sayısı, ÖSYM’nin 2005-2006 yılı Yükseköğretim İstatistikleri kitabından alınarak belirlendi. Üniversitelerdeki bilimsel yayın sayıları sıralamasında İstanbul Üniversitesi 1161 bilimsel yayın ile ilk sırada yer alırken, bunu 1017 yayın ile Hacettepe Üniversitesi ve 904 yayın ile Ankara Üniversitesi izledi.
• Millî Eğitim Bakanlığı, daha önceki öğretim yıllarında mezun olamayıp beklemeli durumda olan ve sınav hakkı bulunan son sınıf öğrencilerine de ikinci dönemin ilk haftasında yapılacak sorumluluk sınavlarına girme hakkı tanıdı. Milli Eğitim Bakanlığı, Müsteşar Vekili Necat Birinci imzasıyla “Sorumluluk Sınavları” konulu bir genelge yayınladı. 2006-2007 öğretim yılında 11 ve 12. sınıfa devam eden öğrencilerden alt sınıflarda sorumlu ders veya dersleri bulunanlar bu ders veya derslerden, 2006-2007 öğretim yılında üç yıllık sisteme tabi olarak ayrı sınıf oluşturulan 10’uncu sınıf öğrencileri alt sınıfta sorumlu oldukları ders veya derslerden, Üç yıllık sisteme tabi olmalarına rağmen ayrı sınıf oluşturulamadığından dört yıllık sisteme tabi olan 10’uncu sınıf öğrencileri 9’uncu sınıfta sorumlu oldukları ders veya derslerden”
|
13.02.2007
|
|
Dostluk, emek ve anlayışın sonucudur
Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayabilecek kadar uzundur (Montaigne). Pek az kişi vardır ki, iyi talihli bir dostun başarılarını kıskançlık duymadan kutlayabilsin (Aiskhylos). Ön yargılar insanları birbirinden uzak tutmak için bilgisizlikten yapılmış zincirlerdir (Blessington K.) Başkalarında iyilik ararsan kendinin en iyi yönlerini keşfedersin (M.Wolsh). Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül ahbap ister kahve bahane (La-edri). Vefasız denmek için sevilmiş olmak lâzım (Racine). Kimseyi sevmemek, kimse tarafından sevilmemektir (Demokritos). Başkalarının iyi taraflarını bulup takdir etme alışkanlığı insanın ruhunu zenginleştirir (Z.W. Hall) . Ne başarırsanız başarın, size yardım eden biri mutlaka vardır (Athea Gibson). Bir akıllının dostluğu bütün delilerin dostluğundan daha iyidir (Demokritos). Hakikî arkadaşlık, sıhhatten farksızdır, kıymeti, ancak elden gittikten sonra anlaşılır (Golti). İyi dostluklar temiz hesaplarla kurulur (Balzac).
|
13.02.2007
|
|
Safari
İki avcı safariye çıkarlar. Her ikisi de teknoloji harikası silâhlarını birbirlerine gösteriş yapmak için yanlarına alırlar. Birinci avcı, tüfeğini doğrultur ve aslana ateş eder ama vuramaz. Diğeri de tüfeğini doğrultup ateş eder fakat o da vuramaz. Aslan avcıları fark edince üzerlerine doğru gelmeye başlar. Birinci avcı şaşkın bir şekilde beklerken diğeri hemen botlarını çıkarıp spor ayakkabılarını giyer. Bekleyen avcı: ‘Ne o, aslandan hızlı mı koşacaksın?’ diye sorunca ikinci avcı cevaplar: ‘Yoo, senden hızlı koşsam yeter.’
|
13.02.2007
|
|
Seminerlerde teknik yönden dikkat edilmesi gerekenler
İletişim yönlerini ve kendilerini geliştirmek isteyen yetişkinlerin katıldığı seminerlerde eğitimcinin kullandığı araçlar, eğitimin verimini etkiler. Eğitimci, öncelikle seminer ortamını doğru biçimde düzenlemeli ve bu alanı nasıl etkin olarak kullanabileceğini planlamalıdır. Eğitim sırasında, dinleyicilere verilecek araçlar ve kaynaklar ulaşılabilecek bir yerde hazır tutulmalıdır. Işıklandırma, tepegöz, bilgisayar, yazı tahtası gibi araçların gözden geçirilmesinde fayda vardır. Sınıf karanlık olursa öğrencilerin uykusu gelebilir. Sandalyeleri dinleyiciler için uygun hale getirmeli, gıcırdamalar giderilerek, sallanmalar varsa vidaları sıkılanmalıdır. Yer açmak için, sıraları iç içe sıkıştırmak doğru olmaz. Sıraları yerleştirirken mümkünse ‘U’ biçimi tercih edilmelidir. Dışarıdan çok fazla güneş geliyorsa, perdelerin rahatlıkla kapanıp kapanmadığına bakılmalıdır. Sınıfın havalandırmasının yapılıp yapılamadığı gözlenmeli, varsa klimanın nasıl kullanıldığı öğrenilmelidir.
|
13.02.2007
|
|
Püf noktasını öğrenmek
Vaktiyle testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkân açmayı hayal eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona: ‘Sen daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor’ diyormuş. Ustasının bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkân açar. Açar açmasına da yeni dükkânında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, sürahiler onca titizliğine rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar.
Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta: ‘Sana demedim mi evlâdım, sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu san’atın bir püf noktası vardır. Usta bunun üzerine tezgâha çamur koyar ve: ‘Haydi geç bakalım tezgâhın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim.’ Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta önünde dönen çanağa arada sırada ‘püf!’ diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir. Böylece çırak da bu san’atın püf denilen noktasını öğrenmiş olur.
|
13.02.2007
|