Çocuklarımızın ebedî hayatını da düşünelim
Risâle-i Nur’un en mühim bir esası şefkat olmasından, nisâ taifesi şefkat kahramanları bulunmaları cihetiyle daha ziyade Risale-i Nur’la fıtraten alâkadardırlar. Ve lillâhilhamd bu fıtrî alâkadarlık çok yerlerde hissediliyor. Bu şefkatteki fedakârlık, hakikî bir ihlâsı ve mukabelesiz bir fedakârlık mânâsını ifade ettiğinden, şimdi bu zamanda pek çok ehemmiyeti var.
Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük numunesi şudur:
O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.
Eğer hakikî şefkat sû-i istimal edilmeyerek, bîçare veledini haps-i ebedî olan Cehennemden ve idam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsa, o veledin bütün ettiği hasenâtının bir misli, validesinin defter-i amâline geçeceğinden, validesinin vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlât olur.
Lem’alar, 24. Lem’a, Birinci Nükte,
s. 461, Y.A.Neş., Renkli Bas.
Lügatçe:
nisâ: Kadın.
fıtraten: Yaratılışça.
vazife-i fıtriye: Yaratılış vazifesi.
inkişaf: Açılma, gelişme, keşfetme.
hayat-ı dünyeviye: Dünya hayatı.
hayat-ı ebediye: Ebedî hayat, ahiret.
şekvâ: Şikâyet.
terbiye-i İslâmiye: İslamî terbiye.
hasenât: İyilikler, güzellikler.
defter-i amâl: Amel defteri.
|
ESMA-İ HÜSNA
Karîb
Allah (c.c.), Karîb’dir. Yani mutlak yakın olandır. Allah (c.c.), her şeye her şeyden daha yakındır. Kullarının gizli açık hiçbir hali Ona gizli kalmaz. Kullarının duâlarını ve arz-ı hâcetlerini harfiyen işitir, cevap verir ve hikmeti iktizâsınca kabul eder.
Kur’ân, Cenâb-ı Hakkın kullarına yakın olduğunu şöyle beyan eder: “And olsun ki, insanı Biz yarattık. Nefsinin kendisine verdiği vesveseleri Biz biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf Sûresi: 16) Bir diğer âyette Karîb ismi şöyle zikredilir: “Kullarım sana Benden sorarlar. Bilsinler ki, Ben onlara karîbim (oldukça yakınım). Benden isteyenin, duâ ettiğinde duâsını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar. Umulur ki, doğru yola ererler.” (Bakara Sûresi: 186)
Allah’ın Karîb olduğunu bildiren Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), yüksek sesle duâ eden Müslümanlara, “Kendinize hâkim olunuz. Siz sağır ve gaip olan bir kimseye değil, işiten, gören ve çok yakın olan Allah’a duâ ediyorsunuz. O sizinle beraberdir” (Buharî, Tevhid: 9) buyurmuştur.
Bedîüzzaman, bu “yakınlık” kavramını izah için, yine güneşten, onun ısı ve ışığının bazı özelliklerinden istifade eder:
Güneş, sınırsız, engelsiz nûru ve hadsiz yansıması vâsıtasıyla insana, kendi gözbebeğinden daha yakındır; ama insan, kayıtlarla çevrili olduğu için, güneşten gayet uzakta bulunmakta ve güneşe yaklaşmak istediğinde çok kayıtlardan sıyrılması ve çok geniş mertebeleri geçmesi gerekmektedir. Meselâ, dünya küresi kadar büyüyüp ay kadar yükseldikten sonra, doğrudan doğruya güneşin aslî mertebesine bir derece yanaşabilmesi ve güneşle perdesiz görüşebilmesi mümkün olabilmektedir.
Karîb ismine, bu örnek açısından baktığımızda, şu mantıklı sonuca ulaşmamız mümkündür: Maddeden soyut, kayıtlardan ve kütle karanlığından uzak, bütün nurlar ve bütün nûrânî şeyler Onun kudsî isimlerinin nûrlarının yoğun bir gölgesi; bütün varlık ve bütün hayattan, ruhlar âlemine ve misâl âlemine kadar, her şey yarı şeffaf bir güzellik aynası olan ve sıfatları bütün eşyayı kuşatmış bulunan Celîl-i Zü’l-Cemâl, Cemîl-i Zülkemâl, Mûcid-i Küll-i Mevcud, Şems-i Sermed, Sultan-ı Ezel ve Ebed elbette insana insandan daha yakındır, insan ise Allah’tan sonsuz derece uzaktır.
Onun büyük huzuruna perdesiz girilmek istenilse karanlık ve aydınlık, yani maddî ve mânevî, ismî ve sıfâtî yetmiş binden fazla perdeden geçmek, her ismin binler hususî ve küllî tecellî derecelerinden çıkmak, tâ yüksek olan sıfat tabakasından geçmek, tâ İsm-i Âzamına mazhar olan Arş-ı Azamına yükselmek gerekir ki, bu yükseliş, Allah’ın lütfu olmadan gerçekleşmez. Resûlullahın (a.s.m.) Mirâcı, böyle bir İlâhî cezbe ve lütuf ile vâki olmuştur.
Cenâb-ı Hakkın bize her şeyden daha yakın olduğunu, bizim ise Ona sonsuz derece uzak olduğumuzu kaydeden Bedîüzzaman, Allah’ın yakınlığını kazanmanın iki şekli bulunduğunu beyan eder: (1) “Yakınlığa mazhar olma” sırrı, (2) “yakınlığa ulaşma” sırrı.
1. “Yakınlığa mazhar olma” sırrı
Peygamberlerde ve peygamberlerle görüşüp îmân eden Sahâbelerde Allah’ın yakınlığına kolaylıkla mazhar olma sırrı söz konusudur. Bu sırda, Cenâb-ı Hakkın yakınlığı, îmâna ve Hz. Peygamberle (a.s.m.) görüşmeye (sohbete) bağlı olarak, herhangi bir çaba göstermeksizin açılır. Sahabeler bu sırra mazhardırlar. Bu yol kesbî değil, vehbîdir; kazanmayla değil, Allah vergisiyledir. Bu yol, sevgi ve Allah tarafından sevilme yoludur.
Bu sırda Cenâb-ı Hak, bizzat kendisini dilediği kuluna yakın kılar; varlığını, birliğini, nûrunu ve hidâyetini hissettirir; kelâmını vahiyle bildirir. Onun için bu yol kısadır, gölgesizdir; fakat çok metin, çok emin çok yüksek ve çok hâlistir.
2. “Yakınlığa ulaşma” sırrı
Yakınlığa ulaşmak ise, Allah’a uzaklığımız noktasından hareketle, muhtelif mertebeler kat’ederek, seyr-i süluk, seyr-i enfüsî, seyr-i âfâkî gibi sayısız seyirlerle yol alarak, Allah’a yakınlaşma çabası içinde bulunmaktır. Velâyet ayağıyla yürüyenler bu yol ile Allah’ın yakınlığına müşerref olmaktadırlar. Bu yol kesbîdir; yani bu yolda bizzat çaba göstermek sûretiyle gidilir. Bizzat çaba istediği için uzundur, gölgelidir; hârikaları, keşif ve kerâmetleri çoktur. Fakat bu yolda gidenler, kıymet noktasından, birinci sırda gidenlere yetişemez.
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)
|
Risâle-i Nur
Nur-i Hak Risâletü-n-Nur bize Hakk’ın keremi
İlmü irfan ma’deni tenvir eder her beşeri
Ruhu ihya ile şevki gayreti teşvik eder
Su-i ahlâkı edeple arıtıp tahrik eder
Doyurur mânâsı muhtaç nice aç gönülleri
Ye’se set çeker mübarek şanlı nurun erleri
Ders-i imanla yüceltir talibi tahkike
En büyük sille vurur irfan ile taklide
Ahiret dünya müsâvî tutuluptur dengeli
Kaldırır şeytanla nefsin kurduğu her engeli
Her umuru tefviz ile kalbe inşirah verir
Ehl-i ikbal yaşlı gence her birine seslenir
Hür düşünceyle yüceltir manevî zenginliğe
Bir kemal-i ders-i ibretle çıkarır kimliğe
Hakkı i’lâ ederek rızasını üstün tutar
Zulmü haksızlığı düşman görerek hemen kovar
Sevk eder aklı tefekkürle taallüm etmeye
Sevgi hürmet rıfk uhuvvet merhametle gitmeye
Kurtarır kâri’i ihlâs ile çok badireden
Kalbe binlerce mânâ sunar her mertebeden
Dirilir O’nunla ruh hakim kılar uhuvveti
Yansıtır—Allahu Ekber—o mübarek safveti
Buluyor sabr u sükûn, hem de huzur her okuyan
Düşünür müsbet o dem kimliğini sorgulayan
İktisadı tavsiye eyler mübarek her zaman
Ehl-i tebziri uyarır müsrife vermez eman
Sarılır sevgiyle ruhlar manevî değerlere
Ulaşır imanla hizmet en uzak gönüllere
Derin engin bir tefekkür açıyor risâleler
Veriyor kalbe medet, nurlanıyor pak sineler
Onun ikna gücü karşısında münkir duramaz
Kim muarazaya asla zerre kuvvet bulamaz
Edeb-i Peygamberîdir (asm) her kesimi müjdeler
Kolayı tavsiye eyler her hatayı perdeler
Öyle aşk eder tokatın vurarak şer ene’ye
Bilemez asla zavallı bu tokat acep niye
Alınır ders-i hakikat ‘talip’ aslan kesilir
Koşturur dört bir tarafa nura kurban kesilir
Okuyan anlar ki; ‘İnsan kâinatın meyvesi’
Ne kötü hür varlığın her hakkının çiğnenmesi
Bizi tamir ile tavzif eyleyen Kur’ân’ımız
Yıkmaya asla müsaade eylemez imanımız
Kaynağı hazret-i Kur’ân bilesin hakkın eri
Hem dahi mülhemdir ol kim sünnet-i Peygamberî (asm)
İşte nur risâleler gönülleri aydınlatır
İnsanın aklını iman nurlarıyla parlatır
Arıtıp nefsi yüceltir bahşeder huzur-u tam
Hem hayat Kur’ân’a hizmetle bulur ol dem hitam.
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
Bir aşiret reisi olan Cerir b. Abdullah el-Becelî, Müslüman olduktan sonra Hazret-i Peygamber’in (asm) ziyaretine gelmişti.
Hazret-i Peygamber o sırada kalabalık bir odada ashabıyla sohbet ediyordu. Oda o kadar dolu idi ki, Cerir oturacak bir yer bulamadı ve kapının yanında durdu.
Bunu gören Sevgili Peygamberimiz sağa-sola bakarak onun oturabileceği bir yer aradıysa da bulamadı.
Nihayet üzerindeki abayı çıkarıp yere seren Sevgili Peygamberimiz (asm):
“Buraya oturunuz.” buyurdu.
Cerir saygıyla abayı yerden aldı, göğsüne bastırdı, öptü, öptü, öptü.
Ardından abayı Hazret-i Peygamber’e (asm) uzatarak:
“Ey Allah’ın Resulü! Bana ikramda bulunduğun gibi Allah da sana ikramda bulunsun!” dedi.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (asm) şöyle buyurdular:
“Bir grup insan adına, bir topluluk adına, bir kavmi temsilen yanınıza gelen birisine değer verip ikramda bulununuz.”
(Heysemi, 8/15)
|